diyarbakır’ın taksicileri istanbul’dakilere benzemiyor, nazikler; hiçbir mesafeye itiraz etmiyorlar, para üstü veriyorlar, yabancı olduğunu düşündüklerini bile yolu uzatmıyorlar. ve politikayla ilgililer.
batıdan diyarbakır’a gidip de taksi şoförüyle muhabbet etmemek olmaz, nitekim ben de eksik kalmadım. yerel seçimlerden girdik; “hiç hizmet olmasaydı bile partiye veririz biz,” dedi. “kendimize oy veriyoruz.” derken laf şehrin güvenliğine ve kadınlara geldi, “burada,” dedi şoför, “hiçbir bayana, hiçbir kadına, kendi istemedikçe hiçbir şekilde yanaşılmaz.”
gerçekten de diyarbakır, kadınların sokaktaki güvenliği ve rahatı açısından, türkiye’nin görüp bildiğim şehirlerine büyük fark atıyor. nicelerini şaşırtacak o fark, kendiliğinden olmamış, kürt kadınlarının özgürlük mücadelesinin sonuçlarından biri. eşbaşkanlık sistemi yargılanıyorsa, kadın siyasetçiler, vekiller, belediye başkanları ve adı pek bilinmeyen nice kadın, zindanları doldurduysa bir sebebi de kadın özgürlüğünün genişlemiş olması…
ama kadınlara eziyet etmenin, baskı uygulamanın farklı biçimleri var, ayrıca hapishaneyi onlar için zorlaştıran bir sürü faktör oluyor.
diyarbakır’da 13-14 ocak’ta gerçekleşen “sessizlik zinciri: kadın siyasi mahpusların etrafındaki duvarları yıkmak” başlıklı konferans tam da bunları anlamayı, mümkün olduğunca çare olmayı hedefleyerek düzenlenmişti.
dünyanın başka yerlerinde, bizimkine çok benzer şeyler yaşandığını fark ettik, bir kere daha. irlanda’dan güney kürdistan’a kadınların, halklarının özgür mücadelesindeki kararlılığını, kahramanlıklarını öğrendik.
kadın içerdeyse ilişki biter
ve hiç konuşulmayan şeyler…
örneğin, henüz 21 yaşındayken girdiği cezaevinden 20 yıl sonra çıkan basklı itziar martinez, üç yaşına kadar cezaevinde büyüttüğü oğluna, daha sonra partnerinin baktığını anlattı ve “ben şanslıydım,” dedi. “genellikle erkek içeride olduğunda ilişki yürür ama kadın içeride, erkek dışarıdaysa genellikle ilişki biter.” ne demek istediğini gayet iyi anladık. filipinler’den maria kristina conti, cezaevlerindeki trans ve non-binary tutuklulardan bahsettiğinde transların yaşadığı zorlukları hatırladık.
duygularımızı da bir kenara bırakmadık.
filistinli kifa afifi kürsüde, kendisine yapılan işkenceleri anlatırken gözleri dolduğunda ön sıralarda oturan barış annesi fince akman sahneye çıkıp sarıldı ona. gözyaşlarımızdan utanmıyoruz, kız kardeşliğin, şefkatin gücünü biliyoruz ama daha fazlasına ihtiyacımızın olduğunu da.
kuşaklar dolusu kadın vardı; 12 mart darbesinde işkence ve mahpusluğu yaşamış olan necmiye demir, 1980 darbesinde hayatta ve ayakta kalabilmiş olanlar, 1990’ların mahpusları, henüz yirmilerini sürerken sırtlarında uzun bir hapislik yükü taşıyan gencecik kadınlar…
her kuşakta yaşananlar üzerindeki sessizlik perdesi biraz daha yırtılmış, tecavüzler, tacizler söze dökülür olmuş, ses yükselmiş, kadın özgürlüğünün temsilcilerinin de esir edilmesiyle kararlılık keskinleşmiş.
açılış konuşmasını yapan martina anderson, 1970’li yıllarda ira’daymış, ilk kez 18 yaşında, ikinci kez 24 yaşında, silahlı eylemler yapmakla suçlanarak gözaltına alınmış, hapis yattığı 13 yıl boyunca en yüksek güvenlikli mahpus kategorisinde yer alan iki kadından biriymiş, sinn féin’in avrupa parlamentosu temsilciliğini yapmış. konuşmalarından hem filistin hem de kürt meselesi konusunda hayli bilgili olduğunu, açlık grevi yaptığı sırada leyla güven’i ziyaret ettiğini öğrendiğimiz, çok etkileyici bir kadın olan anderson, sözlerini, irlandalı devrimcilerin bildiğimiz ve sevdiğimiz o sloganıyla bitirdi: “bizim de günümüz gelecek.”
bunu biliyoruz, buna inanıyoruz. ama o gün gelene kadar, bugün siyasi görüşleri ve faaliyetleri sebebiyle cezaevlerinde bulunan, hücrelerde benliğini ayakta tutan, koğuşlarda kolektif bir hayatı ören, hapishaneyi bir derslik haline getiren ve bizden başka kimsesi olmayan kadınlar için ne yapabiliriz?
uluslararası bir kadın ağı
ikinci gün medya ve basın, hukuk ve hak savunuculuğu, sanatın gücü ve siyasetin misyonu konulu atölyelerde bütün bunlar konuşuldu, birbirimizden birçok şey öğrendik, çeşitli öneriler de geldi:
“mahpus kadınların yaşadığı hak ihlallerini görünür kılmak, farkındalığı artırmak ve dayanışmayı sağlamak amacıyla kadın örgütleri, aydın, sanatçı, siyasetçi ve gönüllülerden oluşan bir ‘uluslararası bir kadın ağının’ kurulması,
hâlâ dünyanın çeşitli yerlerinde, cezaevlerinde tutulan ve biat etmeyen tüm kadın siyasi mahpusların mücadele ve taleplerinin güçlü bir şekilde desteklenmesi ve bu doğrultuda yalnızca yerel medyanın değil, uluslararası medyanın da etkin bir şekilde kullanılması, ulus devletlerin kullanışlı manipülasyon aygıtı olarak değerlendikleri iç hukuk mekanizmalarına alternatif olarak bölgesel ve küresel yapıların (aihm, ak, bm, ai, hrw[1] vb.) duyarlılık ve ihlallerin teşhiri için ilgili mekanizmaların işletilmesi,
bütün kadın siyasi mahpusların özgürlüklerinin sağlanabilmesi için küresel bir kampanyanın organize edilmesi…”
milletvekillerinden direnen işçilere kadar itirazını yükselten herkesin hapse girme ihtimaliyle yaşadığı şu günlerde bu çabalara hepimizin ihtiyacı var, değil mi?
[1] avrupa insan hakları mahkemesi, avrupa konseyi, birleşmiş milletler, uluslararası af örgütü, insan hakları izleme örgütü.
fotoğraf: fotoğraflar için arzu f. güngör’e teşekkürler