Polonez Et fabrikası direnişindeki kadın işçiler anlatıyor:
“Konuşma hakkımız yoktu, aç karnınızı doyurduk diyorlardı.”

Bizlerin bütçesine daha ‘uygun’ market raflarında sıkça gördüğümüz, işlenmiş et ürünleri markası olan Polonez, bir süredir işçi ve sendika düşmanlığıyla anılıyor. Fazla mesai dayatmasıyla ev yüzü görmeden çalışan kadın işçilerin sendikalaşma mücadelesini tanımayan Polonez’de kadınlar, düşük ücretlerle ağır işlerde hakarete maruz kalarak çalışıyor.
Paylaş:

Polonez Et, 30 yıldır İstanbul Çatalca’da, işlenmiş et ürünleri üreten bir firma. Dominos, Dardanel, Dr. Oetker, Bim, A101, Migros gibi markalara üretim yapıyorlar. Yaklaşık 360 kişinin çalıştığı fabrikada 150’nin üstünde kadın işçi çalışıyor. Sürekli fazla mesai yapmaya zorlanan, yıllardır zam alamayan işçiler geçtiğimiz hafta TÜRK-İŞ’e bağlı Tek Gıda-İş Sendikası’nda örgütlenmeye başladı. Patronun sendikalaşmaya cevabı 13 işçiyi işten atmak oldu. Fabrikadaki işçiler arkadaşlarının işe geri alınması ve sendikal özgürlüklerinin tanınması için iş yavaşlatma ve iş durdurma eylemleri yapmaya başladı. Direniş kapı önünde ve fabrika bahçesinde devam ederken, iş durdurma eylemlerine katılan yaklaşık 100’e yakın işçi daha perşembe günü işten atıldı.

Polonez fabrikasındaki kadın işçilerden Ayşe, Fatma ve Aysel* ile sendikalaşma ve direniş süreçlerini konuştuk.

“Az maaşa çok iş yapıyorduk”

33 yaşındaki Ayşe, 11 yıldır Polonez’de paketleme bölümünde çalışıyor. Çalışma hayatına ilk başladığı yer bu fabrikaymış. Paketleme bölümünde yoğunluklu kadın işçiler çalışırken, üretim bölümünde genellikle erkekler çalışıyormuş. Çalışma koşullarına dair konuşmaya başladığımızda Ayşe’nin ilk dile getirdiği sorun sürekli fazla mesai yapmaya zorlanmaları oldu.

Polonez’de çalışan bir işçinin aylık yaklaşık 850 ton, günlük ise 30 ton ürün paketlemesi gerekiyormuş. Tonajı çıkarabilmek için ise işçilerin pazar günü dahil her gün mesai yapması gerekiyormuş.

“Bu tonaj miktarlarını karşılayabilmemiz için pazarları dahil çalışıyorduk, hafta içi mesailerimiz oluyordu. Arada bir fason işçiler bize destek atıyordu. Günde 11 saat çalıştığımız vakitler oluyordu. Aylık istenen miktarı tamamlayamadığımızda bir sonraki aya aktarılıyordu, daha fazla ton yapmamız bekleniyordu. Mesai saatleri artıyordu ama mesai saatlerinin ücretlerini yeterince ödemiyorlardı. Az maaşa çok iş yapmış oluyorduk yani. Yüzde 100 olarak veriyoruz diyorlardı ama ona da tam denk gelmiyordu.”

Bu yoğun iş temposunda pazar mesailerine gelmediklerinde ise tutanak tehdidi ile karşılaştıklarını anlatıyor Ayşe: “Ben pazar günü mesaiye gelmediğim zaman “niye mesaiye gelmedin, gelmek zorundasın, sana tutanak yazıyorum” diyorlardı.”

İşçilerin izin kullanmadan çalışmayı kabul etmesinin en önemli sebebi ise 3 aylık prim uygulamasının olması. 3 ay hiç devamsızlık yapmadan, pazar günleri dahil mesai yaptığında 7500 TL prim veriliyormuş. Fabrikadaki 15-20 yıllık işçilerin dahi asgari ücretten 1-2 bin TL fazla ücret aldığını düşündüğümüzde işçilerin geçinebilmek için bu fazla mesailere mecbur kaldığını söylemek mümkün.

“7 gün çalışıp aşağılanıyorduk”

Öte yandan paketlemede çalışanların çoğu 45-50 yaş civarında, evli ve çocuklu kadınlardan oluşuyormuş. Kadın işçiler ev ve çocuk bakımını idare edebilmek için haftanın 7 günü çalışmak istemediklerinde “mesai yapmamak” gibi bir seçeneğin olmadığını ve onların daha da zorlandığını aktarıyor Ayşe.

Ayşe’ye neden sendikalaştıklarını sorduğumuzda ise kadınlara yönelik ustaların ve yönetimin aşağılayıcı tavırlarının da etkili olduğunu anlatıyor:

“Bu süreçte çalışma ortamı, işte maaşlar, ustaların bizi hor görmesi, aşağılaması etkili oldu. Bizim 3 arkadaşımız önce sendikaya üye oldu ve diğerlerini örgütlemeye başladı. Bize de bilgi geldi, siz de katılmak ister misiniz diye. Biz 4 kadın olarak ‘tabii ki katılırız’ dedik, ‘örgütleriz’ dedik, ‘sendikanın ne olduğunu anlatırız’ dedik. Ki örgütledik de. Ve bu yüzden işten çıkardılar bizi. Bir gecede 360 işçinin 280’ini üye yaptık. Ve ertesi gün 13 kişi işten çıkarıldık.”

İşyerinin küçülmesini bahane ederek 2 işçiyi Kod 46 ile, Ayşe dahil geri kalan 11 işçiyi ise Kod 04 ile işten çıkarmışlar. Onların işten atıldığı gece ise fabrikaya 120 kişi işe yeni başlamış olarak gösterilmiş kayıtlarda. Patronların sendikal örgütlenmeyi engellemek, sendikanın yetkisini düşürmek için giriştiği hukuksuzlukların bir örneği olmuş bu durum:

“Çıkış kağıdında “işyeri küçülmesi” yazıyordu, bunu sebep gösterdiler. Halbuki ben sendikaya üye olduğum için işten çıkarıldım, arkadaşlarım da aynı şekilde. Ve bizi çıkardıkları gece 120 kişiyi işe almışlar. 3-4 ay önce çıkışı verilen elemanları da tekrar Polonez çatısı altında göstermişler, onlara da ulaştık, onları da üye yaptık.”

Ayşe ayrıca, sendikaya üye olduklarında içerde müdürler ve yönetim tarafından çeşitli baskılara maruz kaldıklarını ve bu baskılara rağmen üyelik sayısını tamamladıklarını aktarıyor:

“İlk bu sendika olayını duyan ustalar, üretim şefleri, müdürler bize baskı uygulamaya başladılar. Baskılara rağmen biz üyeliğimizi tamamladık. Bizi gruplar halinde odaya çektiler. ‘İşte ben size üye olun ya da olmayın diyemem, üye olduğunuz sendika sizi temsil edecek bir sendika değil, ben sizin iyiliğinizi düşünüyorum’ gibi konuşmalar yaptı müdür bize. ‘İyileştirme yapacağız, maaşlarınız düzelecek, fazla mesai ücreti alacaksınız’ dediler. Ki şöyle de oldu, bu süreçte içerdeki işçilere yüzde 25’lik zam yapıldı. Altı ayda bir yarım ikramiye verileceği söylendi. İşçiler bunları da kabul etmedi.”

“Bize çok ağır işler yaptırıyorlardı”

Fatma ise 52 yaşında. 7 yıldır Polonez’in üretim bölümünde dolum yapıyor. Bundan önce de hep gıda fabrikalarında çalışmış. Üretimde 5 kadın çalışan varmış, geri kalanı erkekmiş. Fatma’nın koşullara dair ilk anlattığı kadınlar üzerindeki ağır iş yükü oldu:

“Erkeklerin yapamadığı işleri bayanlara yaptırıyorlardı. İtiraz ettiğimiz halde zorla yaptırıyorlardı. Yapmak zorundasın diyorlardı. Günlük 2-3 ton mal çıkarıyordum onlara. Yorulduğumu söylediğim halde kimse beni dinlemiyordu. Çok ağır işler yaptırıyorlardı yani. Yapamam dediğim zaman da zorluyorlardı. Makinenin kurulumu ve onu söküp yıkamak bayan işi değil ama yine de biz yapıyorduk yani. Dolumu bayan da yapabilir ama makineyi sökmek takmak bayan işi değil yani.”

Fatma dolum operatörü olarak 18 bin maaşla çalışıyormuş, erkekler ise 20 bin civarında ücretlerle çalışıyormuş. Ayşe’ye benzer şekilde Fatma da hem düşük ücretlerden hem de sürekli mesai yapmalarından şikayetçiydi.

“Çok mesai yaptırıyorlardı, hafta sonu iznimiz yoktu, cumartesi-pazar her gün ordaydık. Gelmeyenlere de tutanak tutuyorlardı. Bize 3 ayda bir ikramiye veriyorlardı. Hafta içi gelmeyenden yüzde 50, hafta sonu gelmeyenden yüzde 25 kesiliyordu. Yani zorunlu kılmışlardı mesaileri. Gece gündüz çalışıyorduk ama yine de alamıyorduk yani. Ay başı geliyordu, maaşlar düşük yatıyordu, çıkıyorduk personel görevlisinin yanına. ‘Oktay Bey bu kadar çalıştık, para nerde, bizim hesabımız başka, bu maaş başka’ diyorduk. ‘Vergi kesti, şu kesti, bu kesti’ deyip gönderiyordu bizi.”

“Aç karnınızı doyurduk”

Sürekli mesai yaptıkları için eve uğrayamaz hale geldiklerini, evi otel gibi kullandıklarını söylüyor Fatma. Dört çocuğu varmış, ikisi evliymiş, ikisi ile beraber yaşıyorlarmış. Bir tek kızı çalışıyormuş. Onun maaşı ile kirayı ödediklerini, kendisinin maaşı ile evi geçindirmeye çalıştıklarını anlatıyor.

Ayrıca üretim ve paketleme bölümünde yeterli önlemler alınmadığı için iş kazaları oluyormuş.

“Parmağını koparanlar oluyordu. Bir kişinin parmak ucu gitti, birinin parmağı gitti yakın zamanda. Daha önceleri de olmuş.”

Fatma, çalışma biçiminden kaynaklı çeşitli meslek hastalıkları olduğunu anlatıyor: “Devamlı ayakta çalışıyoruz. Ben sinir sıkışmasından ameliyat oldum. Bel fıtığım var, boyun fıtığım var. Bir de soğuk yerde çalışıyoruz.”

Sendikalaşmanın en önemli sebeplerinden birinin ise yönetimin işçileri muhatap almaması ve işçilere yönelik aşağılayıcı tutumları olduğunu belirtiyor:

“Sesimizi onlara duyuramıyorduk, konuşturmuyorlardı bizi. Sadece onlar konuşuyordu, bizim konuşma hakkımız yoktu orada. Zorla iş yaptırıyorlardı. ‘Biz sizi satın aldık, 10 saatinizi satın aldık’ diyordu bize müdür. Bize; ‘Beğenmeyen kapı orda gidebilir” diyorlardı. “Biz sizi zengin edemedik ama aç karnınızı doyurduk’ diyorlardı. Müdürün laflarıydı bunlar.”

Gece primi verilmiyor

Aysel ise 27 yaşında. 6 yıldır paketleme bölümünde operatör olarak çalışıyormuş. İlk fabrika deneyimi Polonez olmuş. 6 yıl boyunca hiç zam alamadan çalıştığını anlatarak başlıyor Aysel.

“Daha önce birkaç ay bir yerde çalışmıştım ama fabrika olarak ilk defa burada başladım.

6 yıl boyunca ben hiç zam alamadım. Hat sorumlusu olmama rağmen zam hiç söz konusu olmadı. Ama baskılar çok sık artmaya başlamıştı çünkü yönetime sürekli birileri ekleniyordu. Özellikle Ürdün’e belli bir hisse satışı olduktan sonra çok fazla beyaz yakalının girişi ve çıkışı oldu, bu süreçte de çok mağdur edildik. Mesela biz gece vardiyasında çalışıyoruz ama asla bordrolara yansıtılmıyordu.”

Sosyal hak olarak ise ayda 1 kez işçilere, üretilen ürünlerden oluşan bir kumanya veriliyormuş, bayram ikramiyesi ise 500 liraymış. Aysel, bilinçli olarak vergi kesintilerinin olduğu aylarda mesailerin arttığını, bu yüzden maaşlarının çok düşük kaldığını ve resmî tatillerde bile zorla çalıştırıldıklarını anlatıyor:

“Mesela 20 saat mesaiye kalıyorsun, bunun ücreti 1000 liraysa, vergi kesintisiyle cebine giren para 400 lira oluyor. Bazen 23 Nisan’ı bile resmî tatil olarak göstermediler. Resmi bayramları gelmediğin güne kesiyor. Hiçbir şekilde mesaiyi vermiyor yani. 1 Mayıs İşçi Bayramı ya, senede bir kere olan bir işçi bayramından bahsediyoruz. ‘O gün bile işe geleceksiniz, zorunlu’ diyorlar. Her senenin ilk 5-6 ayında, vergi diliminden devlet tarafından muaf tutuluyoruz ya, bizi mesaiye bırakmıyorlar bilinçli olarak ki insanlar fazla ücret almasın diye. Ama senenin beşinci ayından on ikinci ayına kadar sürekli mesaiye bırakıyorlar. Ramazan ayında mesela akşam ezanı akşam 7.30-8.00’de okunuyordu, tonaj lazım diye diye insanları 7.00’ye kadar mesaiye bıraktıkları günler oluyordu.”

“Soğuktan, aldığın nefesi hissedemiyorsun”

Çok soğukta çalışmaktan ve önlemlerin yetersizliğinden dolayı ise işçiler sürekli hasta hasta çalışıyormuş: “Soğuğa karşı gerekli iş kıyafeti veriliyordu ama yeterli değildi. Aşağıda maruz kaldığımız şey soğuk değil, soğuk olsa kat kat giyinirsin, ısınırsın. Bizim maruz kaldığımız rüzgardı. İnsan nefes alırken nefes alamadığını hisseder mi? Evet ben hissediyordum, o kadar soğuktu. Dominos’un birçok ürününü biz yapıyoruz ve bunlar çok fazla bozulmaya maruz kaldığı için çok soğuk alanda üretilmesi gerekiyor. Mesela fanlar bozuluyor, bir anda 22-23 derecelere çıkıyor, o sıcaklıkta da ürün işlenilmez ama gidip de 6-8 derecede de ürün işlenmez. Çalıştığımız alan çok küçük bir de. Fabrikanın alanı büyük ama bu makinelerin olduğu alan küçük ve biz çok fazla fana ve rüzgâra maruz kalıyoruz. Sürekli hasta oluyoruz. Sesi doğru düzgün çıkan bir personel aşağıda bulunamaz. Hasta olan personel sayısı, günlük rapor alan personel sayısı mutlaka on ve üzeridir yani.”

Gece vardiyasının kaldırılması konusunda da yönetimle bir tartışmaları olmuş Aysel ve arkadaşlarının. Aysel, gece vardiyasında kalite kontrol personellerinin olmadığını ve bu yüzden ürünlerin gerekli kontrollerinin yapılmadığını söylüyor. Polonez’de ne işçilerin sağlığı ne de insanların sağlığına gerekli önemin verilmediği çok açık.

Direnişin sesine engel

Aysel’in anlattığına göre, patron sendikalaşma çalışmasını yürüten 13 işçiyi bir gecede işten attıktan sonra, direnişi ve işçilerin desteğini engellemek için birçok önlem almış. Üye olduğu bilinen işçilerle, üye olmadığını düşündükleri işçilerin servisleri dahi ayrılmış.

“Bariyerler kurdular, çimlerle, kapılarla duvar ördüler oraya. Hopörler koydular, sesimizin fabrikaya iletilmesinin önüne geçtiler. Ama bu önlemler bizim sesimizin duyulmasının önüne geçemedi. Çünkü gerçekten bir birliktelik var orda, biz bir ‘aile’ gibi çalışıyorduk. Bir de işten çıkarılan arkadaşlarımız hep eski elemanlar, her bölümün yetkili kişileri. 17 yıllık bir vardiya sorumlusu izindeyken evine gelen noter kağıdıyla öğreniyor işten çıkarıldığını. Kasap bölümünden 22 yıllık arkadaşımız işten atıldı. Üretimin durması biraz da bununla alakalı.”

Aysel, bu direniş sürecinde fabrikaya fason olarak göçmen işçilerin getirildiğini ve bu işçilerin gerekli hijyen ve iş güvenliği eğitimlerini almadan üretim yaptığını vurguluyor. Polonez’de şu an devam eden üretimin hem insan sağlığını tehdit ettiğini hem de bu fason çalıştırılan işçilerin her türlü iş kazasına açık oldukları konusunda uyarıyor:

Polonez’de iş kazaları dur durak bilmiyor

“Üretim durmuş olduğu için Afgan, Özbek işçiler getirdiler. Bununla ilgili Cimer’e şikâyet de ettik. İnsanlara hijyen eğitimi verilmedi, sertifikaları yok. Hijyen eğitimi almamış bir personel nasıl sıcak et işleyecek? Ben 6 senedir ordayım, belki 20 defa eğitime çıktım. Bunun araştırılması gerekiyor. Nasıl bu şekilde insan sağlığı ile oynayabiliyorlar? Bıçak gibi materyaller kullanıyoruz mesela, bunların da eğitimi var. Ürün işleme öyle göründüğü gibi kolay bir iş değil. Bu fason işçiler her türlü iş kazası geçirebilir şu anda, elini parmağını koparabilir. 16 yıllık personel arkadaşım parmağından oldu, hala ameliyatları devam ediyor. Yönetim çok yanlış kararlar aldığı için süreç bu şekilde ilerliyor zaten. Sendikayla masaya otursalar arkadaşlarımız da üretime başlayacak zaten, bizim fabrikayı batırma gibi bir derdimiz yok.”

Bu röportajları yaptığımız süreçte fabrikada üretim durmuş durumdaydı. Fakat Perşembe günü ikinci bir işten atma saldırısı gerçekleşti. Patron işçilerin sendikal özgürlüğünü tanımak yerine, üretimi durduran işçilerin bir kez daha işten atarak işçi düşmanlığına devam etmiş oldu. Kadın işçiler sonuna kadar vazgeçmeyeceklerini, sendikalı olarak işe dönene kadar mücadele edeceklerini söylüyorlar. Fabrikadaki tüm işçilerin 7 gün iş durdurma iradesi göstermiş olması da işyerindeki örgütlülüklerinin gücünü gösteriyor. Bizim de feministler olarak Polonez direnişine sahip çıkmamız, kadın işçileri direniş alanında ve süreç boyunca yalnız bırakmamamız gerekiyor.

* İstekleri üzerine kadın işçilerin isimlerini değiştirdik.

Paylaş:

Benzer İçerikler

70 gündür fabrika önünde direnen Polonez işçileri kadın örgütlerini ve feministleri dayanışmaya çağırıyor. Bu çağrıyı ilettiğimiz ve iletimize cevap veren kadın örgütleri “boykot ve dayanışma eylemleri yapalım” fikrinde ortaklaşıyor. O halde gelin Polonez’de kadın işçilerin taleplerini yaygınlaştırıp, seslerine ses katalım…
Türk-İş dün 81 ilde “Zordayız, geçinemiyoruz” diyerek eylem çağrısı yaptı. Ancak işçiden habersiz, fabrika ve işyerlerinden uzak bir eylemden beklenileceği üzere zayıf görüntüler ortaya çıktı. İstanbul’daki eylem bunun en sarih örneği oldu.
CarrefourSA Esenyurt depo direnişinin ikinci gününde kadın işçiler Gülşah, Emel, Perizade ve Esra ile konuştuk. Esra “Bugün onlara olanın bize de olacağını biliyoruz,” Gülşah “İçeride can güvenliğimiz yok” Emel “Bir beyaz yakalı bir kadın çalışanı taciz edebilir mi?” Perizade ise “Biz illallah ettik buradan, sesimizi duymaları gerekiyor” diyor.
Bornova’da üretim yapan Kristal Yağ işçilerinin asgari ücrete tepkileri sert oldu. TİS masasından kalkan işçiler bir ayı aşkın süredir grevdeler. Emekçilerin market alışverişlerinde yaşadıkları adeta bir trajedi. Poşetleri neredeyse boş. Kristal Yağ Fabrikası işyeri temsilcisi Gülnaz’la görüştük.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!