Mürüvet Yılmaz dramahewi@gmail.com
Her gün mektup, kargo göndermek ya da e-devlet şifresi, emekli maaşı, çocuk yardımı almak için gidilen PTT şubelerinde ve dağıtımda çalışmak öyle göründüğü gibi kolay değil. Personel azlığı, tek başına çalışmak, cinsel taciz, kreş yokluğu, sorunları bini bir para…
Pandemi süreci tüm dünyada pek çok alışkanlığı değiştirdi. Değişen alışveriş alışkanlıkları doğrudan PTT çalışanlarını ‘‘her koşulda kargoyu yerine ulaştır!’’ dayatması ile karşı karşıya getirdi. Öyle ki Haber-Sen Şubeleri, vatandaşlara pandemi döneminde “Zaruri ve hayati olmadıkça kargo usulü alış verişi yapmayın!’’ açıklamaları yapmak zorunda kaldı.(1) Çalışanların bu çağrısına PTT A.Ş yönetiminin verdiği cevap ise ekstra kargo anlaşmaları imzalayarak bu sayıyı arttırmaya yönelik çalışmalar yapmak oldu.
Bugün de PTT çalışanlarının çalışma koşullarında olumlu bir değişiklik yok. Dağıtımı yapılacak gönderi çok ama dağıtımı yapacak yeterli sayıda personel yok.
Kadın çalışanlar erkeklerle aynı dağıtım işini yapıyor. Onların karşılaşmadığı birçok zorlukla karşılaşıyorlar. Haber-Sen şubeleri bu koşulların değişmesi için neredeyse her hafta “PTT çalışanları köle değil, mobbinge hayır’’ şeklinde basın açıklamaları yapıyorlar. Yeni ve yeterli sayıda personel alınsın, çalışanları bir biriyle yarıştıran rekabete dayılı düzen değişsin, iş yerlerinde ücretsiz kreş olsun istiyorlar. İşte tüm bunları Haber-Sen İstanbul 4 No’lu Şube Başkanı Gülseren Güngördü’ye sorduk.
Gülseren Güngördü PTT’nin özelleştirme sürecinden başlayarak anlatmaya koyuluyor. Kurum çatısı altında ne kadar şirket ve ne kadar farklı işin olduğuna tanıklık ediyoruz “PTT 2013’de A.Ş oluyor. Bu düzenlemeyle birlikte alt şirketler oluşturuluyor. İştirak şöyle oluyor. Ortak olmak isteyen firma PTT ile anlaşma yapıyor. Daha önce kurumun yaptığı kargo, kurye dağıtımı, güvenlik, yemek ve PTT matiklere para dağıtımı gibi işleri anlaşma yapılan firma ve onun çalışanları tarafından yapılmaya başlanıyor. Dışardan bakıldığında tüm işleri PTT çalışanları yürütüyor gibi görünüyor. Oysa resmiyette bu işleri yürütenler başka firmanın çalışanları.”
Bu çalışanların iş sözleşmelerini taşeron firma ile yaptığına ama çalışma düzenlerinin kurumun esas ve usullerine göre düzenlendiğine ve taşeron firmada çalışanların da PTT yönetmeliğine göre hareket ettiklerine vurgu yapıyor.
Kurumun kendi personelinin ise temelde iki statüde tanımlanıyormuş: “399’lular (işçi statüsünde olmayan personel)(2) ve idari hizmet sözleşmeliler (sözleşmeli personel)(3). 2013 Aralık’ta ben ve benim gibi işe alınanlar, idari hizmet sözleşmesi gereğince işe alınanlar. Sonuçta herkes, 399’lular, 657’liler, idari hizmet sözleşmeliler, taşeron firma çalışanları aynı işi yapıyor. Ama iş güvenceleri, ücretleri, özlük hakları hepsi farklı. Bu durum ise iş yerinde gerginliğe neden oluyor.” diyor.
Çalışanlar arası rekabet
İdari hizmet sözleşmeli personel geçinemiyoruz dediğinde firma çalışanı “Sen benim halimi görmeden yakınıyorsun. Bir de benim halimi gör.” diyebiliyormuş. Aynı işi yapan firma çalışanı ile idari hizmet sözleşmeli personeli ve 399’lu yani iş güvencesi olan personel aynı işi yaptığı halde maaşları arasında bin ve iki bin TL arası fark oluyormuş.
Bu farklılığın derinleşmesine neden olan başka bir düzenlemenin ise performansa dayalı çalışma olduğunu söyleyen Güngördü, puanlama sistemine de değiniyor: “İdari hizmet sözleşmesine göre çalışanlara performans puanı diye bir şey getirdiler. Bu şu anlama geliyor. Yaptığın işleme göre puan alıyorsun. Bir tebligat dağıtımı 15 puan, bir e-devlet şifresi vermek dört puan, bir fatura yatırmak bir puan vb. Her işlemin bir puanı var. O işler puanlara göre hesaplanıyor. Puanlar aylık olarak toplanıp merkez ortalaması, Türkiye ortalaması alınarak değerlendiriliyor. Ortaya çalışanın performans puanı çıkmış oluyor.”
Belirlenmiş çıtalar üzerinden bakılarak kişinin maksimum performansı tutturup tutturmadığına bakılıyor, bunu tutturduğunuzda ise size maksimum performans üzerinden ücret yatırılıyormuş. Fakat bir idari hizmet sözleşmeli personel maksimum performans puanını tutturmuş olsa bile 399’luların aldığı maaşı yakalayamıyor, diye sistemin çarpıklığını dile getiriyor. Aralarında 1000 TL’ye yakın bir fark oluyormuş. Bir idari sözleşmeli personel ile bir 399’lu çalışanın aynı maaşı alabilmesi için onun çalıştığı yerde hem performans puanını alabilmesi hem de cumartesi günleri çalışabilmesi gerekiyormuş.
Maksimum çıtayı yakalamak zor!
Performans sisteminin işlemediğine dikkat çeken Güngördü, sistemin başarılı olma olasılığının olmadığını şu sözlerle açıklıyor: “Performans sistemi ilk geldiğinde gişelerde çalışanların ücretleri daha yüksekti. Puan dağılımlarında merkez ortalamaları daha düşüktü. Performans çıtalarının düzeyi daha düşük olduğu için performans puanını yakalamak kısmen daha mümkün olmuyordu bu da çoğu Anadolu illerinde olmuyordu tabii. Zamanla performansı yakalama çıtasını yükselttiler, verilen işlem puanlarını azalttılar. Yani ne kadar çabalasan, robota dönüşsen de çıtaya ulaşmanın mümkün olmayacağı bir duruma getirdiler. Aslında gizli amaç çalışana para vermemek. Bunu saklamak için çıtayı yükseltiyorlar ve siz çıtayı yakalayamıyorsunuz diyorlar. Çalışan performansı yakalamadığında ücret alamıyor. Ücret alamayanınca yanında çalışan 399’lu arkadaş ile istem dışı bir huzursuzluk oluşuyor. Sistemden kaynaklanan, doğrudan sistemin ürettiği bir eşitsizlik olmasına rağmen çalışanlar birbirini suçluyor, diş biliyorlar.”
Dağıtıcılar isyanda!
Pandemi sürecinde yaşam biçiminin değiştiğini yeni bir alışveriş kültürünün oluştuğunu belirten Güngördü, geniş dağıtım ağı olan PTT’de ticaret malı, eşya, mektup, trafik, icralar, kredi kart borçlanmaları ile ilgili tebligatlar arttığını, bunun da çalışanlar üzerinde ek baskı oluşturduğunu söylüyor: “Var olan personelin, özellikle dağıtım da çalışanların bu ihtiyacı karşılaması mümkün değil. Gönderilmesi gereken mektup, kargo sayısı arttığı gibi insan sayısında da artış var. Göçlerle birlikte İstanbul’un nüfusu, resmi nüfus sayısından fazla. Dolayısıyla hem insan sayısı hem evlere, iş yerlerine ulaştırılacak gönderilerin sayısında artış var. Artışa oranla personel artışı olmuyor. Daha önceleri, 2014’e kadar müdür ya da baş dağıtıcı dağıtıma çıkacak kişiye ‘Bu kadar sayı ile çıkacaksın.’ gibi telkinlerde bulunmuyorlardı. Pandeminin başlamasıyla birlikte genel müdürlük dağıtım merkezlerine ‘80-100 yüz adet mektup, kargo dağıtımı yapacaksınız.’ diye sayı belirterek talimat gönderiyor.”
Bu 80-100 tane eve gitme, yaklaşık dört saat içinde teslimatı yapıp, evde olmayanlar taşınıp taşınmadığını araştırdıktan sonra kapıya bir not yazıp, tebligatı muhtarlığa ya da gönderiyi PTT şubelerine bırakarak günlük beyanlarını vermek için geri PTT’ye dönmek şeklinde oluyormuş. Kamusal hizmet olduğu için bir adet gönderi olsa da yerine ulaştırılması gerekiyor. Türkiye şartlarında dağıtıcı köylerde dağıtım ya da dağınık bir mahallede dağıtım yapıyor olabilirmiş.
Gelin çay içelim…
Güngördü tebligat, kargo dağıtım usul ve esasları kanununda bu konuda bir sayı belirtilmediğini söyleyerek bir usulsüzlüğe dikkat çekiyor: “Dağıtılması gereken gönderi birikse de dağıtıcıya günde şu kadar sayıda dağıtım yapacaksın diye talimat gönderilemez. Dağıtıcılara baskı yapılarak suç işliyorlar. Gönderi sayısı arttıkça sayısı az olan dağıtıcılar yetişemiyor. Günlük dağıtımı yapılacak gönderi sayısını artırmak yerine yeni personel alınması gerekir.”
Kendisinin de çalıştığı PTT şubesinin üç kez silahlı kişiler tarafından soyulduğunu ifade eden Güngördü, kadın çalışanların eril kültürün baskısıyla karşı karşıya kaldıklarını sözlerine ekliyor. “En büyük sıkıntıyı dağıtımdaki kadın çalışanlar yaşıyor. Dağıtım yaparken eve, apartmana, iş yerine gidiyor. Kimle karşılaşacağı belli değil. Kapıyı açan akşamdan kalma ya da tacizci olabiliyor. Ya da ‘Gelmişken içeri gir. Çay içelim, yemek yiyelim.’ diyen, kapıda şortla, boxer ile karşılayan kişiler oluyor. Kadın arkadaş ‘Beyefendi şu an karşınızda resmi bir görevli var. Üstünüzü giyinin. Tebligatınızı yapacağım’ dediğinde; ‘Sen kim oluyorsun? Bana evimde nasıl giyineceğimi söylüyorsun, istediğim şekilde giyinirim. Çek git’ diyebiliyor. Almak istemedikleri bir tebligat olduğu zaman dağıtıcıya zaman zaman tehdide varan dayatmalarda bulunabiliyorlar. Burada sorun kadınların dağıtıma çıkması değil. Eril kültürden kaynaklı karşılaşılan ve her an karşılaşma olasılığı yüksek olan durumlara karşı tedbir alınmaması. Yönetmeliklerin ve çalışma düzenlemesinin pozitif ayrımcılık ilkesine göre yapılmaması. Hamile kadın çalışanlar da sorun yaşıyor.”
Hali hazırda var olan çalışma esas ve usulleri kanununda kadınları koruyan bir düzenleme yokmuş. Zaman kaybetmeden kadınları koruyacak yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini belirtiyor.
İş yerlerinde kreşler olmalı!
Çocuk bakımının kadınların omuzlarında olduğunu buna bir türlü çözüm getirilemediğini de sözlerine ekleyen Güngördü, “Kadınların bedenleri iş yerinde, akılları çocuklarında kalıyor. En ufak bir boşlukta bakıcıyı arıyor. Erkekler öyle değil. Sadece işlerine odaklanıyorlar. Çocuk bakımı için ücretsiz izin alınacaksa kadınlar alıyor. Babalar almıyor. İş yerlerinde kreşlerin yokluğu kadınların yaşamını zorlaştırıyor. Kreşler olsa baba ya da anne işe gelirken çocuğunu kreşe bırakıp, giderken alabilir. Çocuğunu özel kreşe veriyor. Oysa iş yerlerinde ücretsiz kreşler olsa; kadınlar ekonomik olarak, zaman olarak rahat ederler” diyor.
(1) https://www.evrensel.net/haber/422122/ptt-calisanlari-zorunlu-olmadikca-kargo-usulu-alisveris-yapmayin)
(2) https://www.bolgegundem.com › 399-sayili-khkya-gore-s.
(3) https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2019/11/20191119-2.htm