Ayla Önder onderayla@gmail.com
Tekstil işçisi Şahdet Kılınç çalıştığı Tay Tekstil’in ‘ücretsiz izin’ teklifini kabul etmedi. Kadın ve erkek iş arkadaşlarıyla birlikte direnişe geçti, verdiği mücadelenin sonucunda tazminatı ile diğer yasal haklarını almayı başardı. Bu genç kadının anlattıkları, sektörün gerçek yüzünü gözler önüne seriyor. “İspanyol markasına her gün çok fazla sayıda gömlek diktik” diyor Şahdet, “O giysilerin yüzlerce dolara satıldığını da biliyorduk. Fakat hayatta kalmak ve geçinebilmek için çok az ücretlerle çalışmaya razı olduk.”
Onlar, ünlü giyim markaları için üreten işçiler. Modanın yüksek fiyatlı kulvarında, aldıkları ücretler çok gülünç. Ne kadar çok çalışırlarsa çalışsınlar hep o yoksulluk döngüsündeler. Şahdet’in hikâyesi de benzer. Işıltılı vitrinlerde göze çarpan kıyafetleri diken, çok yorulan fakat buna rağmen yoksullaştıran bir maaşa tabi olan yüzlerce genç kadından biri o.
Küresel hazır giyim endüstrileri, temel insan ihtiyacını karşılamanın çok ötesine geçmiş durumda. Tüketicilerin tercihlerini reklam yoluyla manipüle eden tekstil patronlarının kârları bu doğrultuda yükseliyor. Sektörde işçi ücretleri ise insana yakışır bir yaşam sürdürmeyi asla mümkün kılmıyor. Çoğu zaman en iyi markalar için çalışsalar da, ürettikleri ürünler İspanya, İngiltere, Almanya veya Fransa gibi ülkelere binlerce avroya ihraç edilse de, çok sayıda sektör çalışanı inanılmaz düşük ücretlere sahip. Öte yandan 18-25 yaş arası kadınlar, küresel hazır giyim endüstrisindeki fabrika işçilerinin neredeyse yüzde 70’ini oluşturuyor.
Tekstil firmaları astronomik kârlar elde etmek için işlerini taşeron firmalara yaptırıyor. Zara’nın taşeron firması olan Tay Tekstil de bunlardan biri. Tabii taşeron olmak, kural tanımazlığı da mümkün kılabiliyor. İşte sözünü ettiğimiz firma, yaklaşık 2 ay önce işçilerine “ücretsiz izin” teklif etti, kabul etmeyenleri de işten attı! Ama sonradan öyle olaylar gelişti ki, hem patron hem moda camiası şaşırdı.
Tekstil sektöründe geçinmek!
İstanbul Sultangazi’de kurulu Tay Tekstil’in genç işçilerinden Şahdet Kılınç, haftada altı gün çalışmasına ve elinden geldiğince fazla mesai yapmasına, bazen çok geç saatlerde evine gelmesine rağmen yine de geçinemediğini söylüyor. Ne kadar çok çalışırsa çalışsınlar, tüm tekstil çalışanları bir yoksulluk döngüsüne hapsolmuş vaziyette. Kapitalizmin doğası, alabildiğine az ödemek ve mümkün olduğu kadar çok kâr elde etmek. Dolayısıyla ürettikleri bir giysinin fiyatının sadece yüzde 4’ü işçilerin cebine girebiliyor!
Durum böyleyken bir de pandemi çıkıyor. Hükümet, işçilerin ve sendikaların tüm itirazlarına karşın tek taraflı ücretsiz izne çıkarma hakkı veriyor patronlara. Patronlar da elbette bunu fırsata çeviriyor. Tay Tekstil’de 3 yıldır çalışan Şahdet, yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor:
“50 gün önce, ilk olarak bizi 4 ya da 6 aylık ücretsiz izine çıkaracaklarını söyledi patron. Tabii çalışanlar olarak bunu kabul etmeyince yıldırma politikalarıyla birer birer insanları göndermeye giriştiler. Biz de buna karşılık bir şeyler yapmak istedik. ‘Tay Tekstil İşçi Komitesi’ni kurduk atılan 30 işçiyle birlikte! Ardından yapılan bütün haksızlıklara karşı gelmeye başladık.”
‘İş varsa devam ederiz’
Sonra bu komitedeki işçiler, patrondan toplu görüşme talep etmiş. Patron ise aynı tavrını sürdürmüş. “Atölyemi meşgul etmeyin, çıkın. İşten ayrılın, hakkınızı dışarıda arayın” deyince, herkesin sabrı son noktaya gelmiş. Şahdet buna karşılık olarak fabrika önünde bekleme kararı alındığını anlatıyor.
Patron bu karardan hiç hoşlanmıyor. Biraz yumuşamış gibi bir görünüm sergiliyor. Diyor ki; “Evlerinize gidin, 6 ay sonra gelin. Eğer iş varsa devam ederiz, yoksa tazminatın çok az bir kısmının ödemesini yaparak yollarımızı ayırırız!” Tabii ki bunun doğru olmadığı bütün çalışanlar tarafından bilindiği için teklif kabul görmüyor.
‘Erkeklerden daha düşük ücret aldık’
Tay Tekstil’in ücret politikası kadın-erkek ayrımı üzerine kurulu. Kadınlara daha az maaş ödendiğini söylüyor Şahdet. Aynı işi yaptıkları halde patronun kadınlara düşük maaş vermesine çok içerliyor.
Genç işçi, çok bağlı olduğu ailesinden de söz ediyor. İstanbul’a Bingöl’den göç ettiklerini anlatıyor. Aile 5 kişilik. Annesi dışarıda çalışmıyor, evi o çekip çeviriyor. Babası geçen yıl emekli olmuş. Ablası ve erkek kardeşi var. Anlattığına göre, bu yıl erkek kardeşinin üniversiteyi kazanması nedeniyle eve bir sevinç hâkim; ama masraflar korkutuyor:
“Artık bir evde geçim olması için en az 3 kişinin çalışması şart. Ablam da işçi, asgari ücret alıyor. Babamın maaşı var ama emekliler ne kadar alıyor ki? Şu an fiyatları da biliyorsunuz, ne kadar yükseldi. Kardeşim üniversiteye başlayacak birkaç gün sonra. Onun okul masrafları da var. İşyerimdeki son olayların ardından ben işsiz kaldım. Tabii birçok mesai arkadaşım da benim gibi işsiz. Geçim sıkıntısını tahmin edersiniz herhalde.”
‘Direnişimizde kadınlar çok güçlüydü’
Fabrikada “ücretsiz izine çıkma” konusu olduğundan beri herkes adeta diken üzerinde çalışmış. “Çok baskı vardı üstümüzde” diyor Şahdet, “İnsanları çok fazla bezdirdiler, hatta bazı arkadaşlarımız bıkıp işi bıraktı tazminatından vazgeçerek. Müdürümüz Mehmet Bey yapıyordu bütün bu baskıları…”
Şahdet’in konuşmalarına özgüven hâkim. Bunu sorunca “Evet, atölyede son dönemdeki baskılardan sonra böyle olduk. İşçiler sessiz değiller, özellikle de kadınlar” diyor ve ekliyor; “Bizim direnişimizde özellikle de kadınlar çok güçlüydü, bir adım bile geri atmadılar. Çünkü hakkımızı biz savunmazsak kimsenin savunmayacağını öğrendik aslında. Bir de birlik olunca özgüven kendiliğinden geliyor bence. Yalnız olmayınca güçlü de oluyorsun. Kadın dayanışması kadına güç veriyor.”
Zara kaçak işçileri öğreniyor
İşyerinde kadın ve erkek işçileri bölmeye uğraşmış işveren. Önce kadınlara erkek işçilerden daha az ücret vererek bunu yapmayı denemiş. Şunları anlatıyor genç kadın: “Bu ücret meselesinden erkek işçi arkadaşlarımız da rahatsızdı ama patron bunu özellikle yapıyordu. Bizi düşük ücretle aşağılayan patrona karşı hep birlikte durduk. Birlikteydik her zaman. Bir kadın arkadaşımız atölye içinde bir haksızlığa uğradığında elimizden gelenin fazlasıyla ona destek oluyorduk. Patronun ve müdürün hak ihlallerine karşı bir arada davrandık. Bir de garip bir durum vardı. İşyerinde özellikle müdürümüz erkek çalışanları tutardı!”
Fabrikadaki hak ihlalleri saymakla bitmiyor. Şahdet, Tay Tekstil’in kaçak işçi çalıştırdığını, bunu öğrenen Zara’nın firmayla ilişkisini kestiğini söylüyor: “Gizlice kaçak, sigortasız çalıştırmış insanları. Sadece bu da değil. Mesaiye kalmak istemediğimizde doğrudan kapıyı gösteriyordu. Pazar günü yaptığımız fazla mesailerin ücretini ödemek yerine, hafta içi bir gün izin veriyorlardı. En sonunda sigortası yapılmayan bir işçi Zara firmasına şikâyet etti. İşte o yüzden Zara da işi geri çekti Tay Tekstil’den. İş elinden gidince patron da bizi bir şekillerde cezalandırmaya çalıştı.”
Derneğin avukat desteği
Patron, işçileri istifa etmiş gibi göstererek tazminatlarını vermemeye çalışmış. “Bu kurnazlığa başvurdu mu gerçekten?” diye soruyorum. “Evet, öyle yaptı” yanıtını veriyor.
Bu arada fabrikadaki çalışanların bir kısmı İşçilerin Güç Birliği Derneği’ne üyeymiş. “Dernek olmasaydı bu kadar başarılı olur muyduk tam kestiremiyorum. Dernek avukatımız her zaman yanımızdaydı” diye konuşuyor Şahdet. Onlarca konfeksiyon işyerinin ve tekstil fabrikasının bulunduğu Sultangazi çevresinde bunun ilk işçi kazanımı olduğunu da vurguluyor.
İş koşullarına dair Google’da yaptığım arama hiç iç açıcı değil. Tekstilde birçok alan köle pazarı gibi. Yine sosyal medya aramalarında rastladığım ve not ettiğim bir işçi isyanından söz ediyorum ona. Bir tekstil emekçisi kadın (Başka atölyede çalışan) şöyle diyor: “Tozun, pisliğin içinde çalışıyoruz. Çoğu zaman tuvaletlerde sabun bile bulunmuyor. Üç kuruşluk sabunu bile çok görüyor bize patronlar. Fazla mesai yapılacağı zaman bırakın bize sormayı, çıkış saati gelinceye kadar bundan haberimiz bile olmuyor. Paydos saatine 5 dakika kala ‘mesai var, çıkmayın’ diyorlar. Kimse bize bir işimiz olup olmadığını sorma zahmetine bile katlanmıyor.”
‘Aranızda ne var’ sorusu!
Şahdet, meslektaşının bıraktığı yerden devam ediyor. “Atölyede ütü ve paket bölümünde çalışan kadınlara yapılan muameleyi görenler şoke olur” diyor, ardından da o bölümdeki mesai arkadaşlarının yaşadıklarını aktarıyor:
“Ütü ve paket bizde en son iş. Ütücülere paydosa 5-10 dakika kala ‘mesai’ diyorlardı. ‘Olmaz’ demiyordu arkadaşlarımız; ama hafifçe boyunlarını bükseler bile hakarete başlıyorlardı. Sonra arkadan küfür geliyordu. Sabaha kadar çalışmaları isteniyordu. Ben o zaman ‘kendinizi ezdirmeyin, size bunu yapamaz’ desem de, ekmek korkusu işte! Ağızlarını bıçak açmıyordu ütücülerin. Bir de iftiralarla saldırıya geçiyorlar. Mesela en son müdür, evli ve üç çocuk sahibi bir ablamıza iftira atmaya çalıştı. İş göstermek için yanına gittiği genç bir arkadaşımızla konuşmuş. Müdür bunu kameradan izleyince hemen çağırmış. ‘Yanına niye gidiyorsun. Aranızda ne var?’ diye odaya çekip, sorgulamış. Bütün gün ofisteki kameradan çalışanları izleyen biri, konuşan eden var mı diye. Robot olmamızı istiyorlardı sanırım.”
Kadın işçiler en öndeydi
Bütün bunlardan sonra tekstil taşeronunun sert kayaya çarpması ise gelinen son nokta olmuş. İşçiler nasıl kazandı? Haklarını nasıl gasp ettirmediler? Bu sorulara Şahdet Kılınç, gençlik heyecanıyla hiç duraksamadan, “Direndik ve kazandık. Onlar da bizim böyle bir şey yapmamızı beklemiyorlardı” yanıtını veriyor. Sultangazi ve çevresindeki tekstil camiasında ilk eylem olduğunu da ısrarla vurguluyor. Sonra o en sevdiği eklemeyi de yapıyor; “Kesinlikle kadın işçiler en öndeydi. Onu yazın!”
Peki, bu Sultangazi’de işçi kadın olmak neden zor? Kadının aşağılanması hep söz konusu mu? Peş peşe gelen 2 soruma gelen yanıtı ise düşündürücü; “Toplumsal yapıdan kaynaklı. Bir erkek gibi senin işin sadece çalıştığın yerle sınırlı değil. Bir de bunun ev kısmı var. Özellikle toplumumuz içinde bir kız olarak bir erkeğin eline bakmamak çok önemli. Benim çalışıp, paramı kazanıp, kendi ayaklarımın üstünde durmam, daha özgür olmamı sağlıyor mesela.”
Tazminat, üniversite hayalini gerçek kılacak!
Sabah çok erken kalkılan bir iş bu. Çoğu kez, akranları gezerken, birçok genç istediği hobiyle uğraşırken, onlar atölyede oluyorlar. Dolayısıyla sevmeden çalışmak zor. Tekstilde çalışmayı sevip sevmediğini soruyorum. “Sevmeden yapılacak iş değil” diyor. İnsanın aklına birçok çelişki takılıyor. “295 TL’ye satılan gömlekleri üretiyorsunuz. Bir gömleğe böyle bir para öder misiniz?” diyorum. Yanıtı net; “Tabii ki ödemem ve o gömleği almam. Zaten alamam ki! Ev geçindirmeye çalışan kimse de veremez bence öyle bir parayı”. Sonra hayali aklına geliyor. “Aslında şu an, bu tazminat bana ilaç gibi geldi biliyor musunuz? Ben konfeksiyonda çalışırken, açık liseyi dışardan okumuştum ve öyle mezun olmuştum. İşverenden aldığım tazminatın bir bölümünü eğitimim için ayıracağım. Üniversiteye hazırlanmaya başlayacağım. Aslında en büyük hayalim buydu!”