“Sanki düşmüştük de sihirli bir el uzandı, ‘Hadi kalk, hayat devam ediyor’ dedi”

Hatay Vakıflı köyünden kadınlar, depremin yaralarını dayanışmayla sarıyor. Depremden önce kurdukları kadın kooperatifinde ülkenin dört bir yanından gelen siparişleri yetiştirmeye çalışıyorlar. Vakıfköy Kadın Kooperatifi’nden Eda Kısadur ile hem kooperatifin hikâyesini hem de deprem sonrası köyde yaşananları konuştuk.
Paylaş:
Bahar Gök
Bahar Gök
bihargok1982@gmail.com

6 Şubat günü yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremlerin yıkıcı etkisini en fazla yaşayan illerden biri olan Hatay’da gönüllü dayanışma çalışmaları devam ediyor. Barınma ve su sorunu üç aydan fazla bir zaman geçmesine rağmen hâlâ büyük bir kriz. Seçimlerin yanı sıra yaz mevsiminin gelmesiyle birlikte kente geri dönüşler artmış durumda. Haliyle temel ihtiyaçların karşılanması da depremzedeleri oldukça zorluyor. Çeşitli kooperatif çalışmaları oluşturularak çözülmeye çalışılan sorunlar devlet engeliyle karşılaşıyor. Buna rağmen bir araya gelerek meclis ve kooperatiflerle yaşama tutunmaya çalışan Hataylılar yerel dayanışmaları da örüyor.

Depremden önce kadınların kurduğu kooperatiflerden biri olan Vakıfköy Kadın Kooperatifi, Samandağ’a bağlı Vakıflı köyünde bulunuyor. Ermenilerin yaşadığı bu köyde ilk depremlerde 100 yıllık eski bir ev dışında yıkım olmamıştı. Taş işçiliği ve duvar örme ustalığıyla da bilinen Ermenilerin, Vakıflı’da da bu ustalığını görmek mümkün. 20 Şubat günü Defne merkezli yaşanan depremde ise köydeki evlerin pek çoğu hasarlı duruma geldi ve köyü terk eden insanlar oldu. Şimdi 40 küsur insanın yaşadığı bu köyü kadınlar toparlamaya başlamış. Vakıfköy Kadın Kooperatifi olarak ürettikleri tüm ürünleri paketleyip siparişleri kargolayarak gelir yaratmaya devam ediyorlar.

Vakıflı Çay Bahçesi’ne taşıdıkları ürünlerin paketlenmesi sırasında ziyaret ettiğimiz kadınlardan kooperatif yöneticisi Eda Kısadur ile kooperatifin çalışmaları hakkında konuştuk.

Köyün tarihini yaşıyorum

Doğduğunuzdan beri bu köyde mi yaşıyorsunuz?

Köyün tarihini yaşıyorum. Ben doğduğumdan değil, kim bilir kaç göbek öncesinden beri buradayım; bu köylüyüm yani.

Vakıflı Kadın Kooperatifi’ni hangi nedenlerle kurma ihtiyacı hissettiniz?

Geçim nedeniyle kadınlar olarak bir şeyler yapmak istedik. Tarım kooperatifimiz vardı köyümüze ait. Onun yanında bir şeyler yapalım derken ortaya çıktı. Kendimize ekonomik kazanç sağlayalım diyerek beş kişi ile başladık. Çünkü köyde çok güzel değerler var.

Bir dönem köy organik tarıma geçiş yaptı. Kendi alanında kooperatif kurdu, organik tarım yaptı. Doğal tarım ürünleri çok güzeldi. Bütün herkesin ulaşmak istediği ürünlerdi bunlar. Hadi bunu bir yerde pazara getirelim derken Avrupa’ya da ihraç ettik. 2004 yılında Almanya’da Uluslararası İhracatçılar Birliği’nden ödül aldık. Köyümüz ödül aldı. Biz de dedik ki neden bu doğal tarım ürünlerini kadınca kendimiz değerlendirmiyoruz? Eşlerimiz bahçelerden ürünleri toplayıp bir şekilde pazarlayarak, nerede gerekiyorsa oraya gönderiyorlar. Beden gücü olarak çalışıyorlar. Biz de kadınlar olarak mutfaklarımızda bunları değerlendirelim istedik.

Önce ne satacağız, neyimiz var ki diyorduk ama meğerse varmış, mutfaklardaymış, biz bilmiyormuşuz, farkında değilmişiz. Mesela daha önce kültür olarak, zamanı geldiğinde sulu portakalları sıkar, içine şeker koyar, cam şişelere doldurur, konsantre meyve şurubu olarak birbirimize ikram ederdik. Ya da turunç dediğimiz meyvemiz var bizim, yabani portakal. Kabukları kalın olur, meyvesi yenmez. Onu rendeler, bir şekilde tatlı şekline getirir, birbirimize ikram ederdik. Annelerimizden bize kültürel olarak geçen şeyler bunlar. Ceviz reçeli mesela… Bunlar çok beğeniliyordu dışardan gelenler tarafından. Bunları satmaya başladık.

Baktık, çok büyük talep gördü, büyük beğeni kazandı. Organik tarımla turizm bu tarafa akmaya başladı. Almanya’dan, İtalya’dan, Fransa’dan insanlar geldi organik tarım ürünlerine ulaşmak için. Gelenler “Burada kalabileceğimiz bir yer var mı?” diye soruyordu. “Doğası çok güzel buranın, biz burada kafamızı dinleyeceğiz” falan diyorlardı ama bizim öyle bir imkânımız yoktu. Boşaltılıp terk edilmiş taş evlerimiz vardı Ermeni kültüründen kalan. İlk önce o evleri erkeklerimiz tarım kooperatifi olarak onarmaya başladılar. “Bir evi onaralım da pansiyon olarak kullanalım” dediler.

O dönemler iyi kazandık, hatta birazcık paramız arttı. Hiç unutmam 2 bin liraydı kazandığımız para, 100 lira paramız artmıştı. “Bununla ne yapalım, hadi kendimize ziyafet çekelim” dedik. Sonra bir fikir çıktı, köyümüzü ağaçlandırmaya karar verdik. Hepimizin o zaman küçük çocukları vardı. Her çocuk kendi ağacına “Bu benim” desin. Gerekirse maşrapayla sulasın ama “Benim” desin, kendini buraya bağlasın. Güzel fikirdi, öyle yaptık. Köyün belirli yerlerine 100 liralık ağaç aldık, fidan aldık, diktik. Çocuklar ismini yazdı tahtaya, çaktık ağacın dibine. Biz yaptık onu, anneler yaptı. Sonrasında o çocuklar ağaçlarını her gün suladı, ağaçlar koskocaman oldu. Şimdi çocuklarımız köyde değiller belki ama o ağaçlar köyde. Onlar da yine “Benim ağacım, benim köyüm” diye geri geliyorlar.

Derken satışlarımız çok talep gördü, çok arttı. Biz 30 kadına kadar ulaştık. Şimdi 33 kadınla resmi olarak kooperatifimizi 21 Aralık itibariyle kurduk.

“Depremden üç beş gün sonra paket yapmaya, ürün göndermeye başladık. Sanki düşmüştük de sihirli bir el uzandı; ‘Hadi kalk, devam et yoluna, hayat devam ediyor’ dedi.”

İnanılmaz bir talep, dayanışma…

Öncesinde fiilen vardı…

Fiilen vardı, tabii. 15-20 yıl çalıştık. Yani tam olarak bilmiyorum ama 2004’ten sonra başladık. Kim boşsa gelip dükkânı açıyordu, herkes ürününü getiriyordu. Böyle böyle büyüdük. Kadın gücüyle bugüne geldi. Şimdi de kooperatifimizi resmileştirdik.

Çok güzel ekonomik kazancımız vardı, Türkiye’nin dört bir tarafına kargoyla ürün gönderiyorduk. Bizden telefonla ürün istiyorlardı, gezen turistler de gelip alabiliyorlardı. Sonra bu depremi yaşadık, bizi zaten bilen biliyordu, bilmeyen de öğrendi, herkes bir diğeriyle paylaştı. Bir anda biz taleplere cevap veremeyecek duruma geldik. İnanılmaz bir talep, dayanışma… Kadın dayanışmasıyla bize destek vermek, ekonomik gücümüze güç katmak istediler. “En azından yarayı bu tarafından biz de saralım” dediler. Öyle demiş olmaları lazım ki çok büyük talep var ürünlerimize.

Şimdi biz bunları harıl harıl paket yapmaya çalışıyoruz. Depolarımızdan yetiştirmeye çalışıyoruz kargoları. Bu arada farkında olmadan hem ekonomiye destek oluyoruz hem de psikoterapi oluyor bizim için. Çünkü depremden üç beş gün sonra paket yapmaya, ürün göndermeye başladık. Sanki düşmüştük de sihirli bir el uzandı; “Hadi kalk, devam et yoluna, hayat devam ediyor” dedi. Şimdi umutluyuz, harıl harıl çalışıyoruz kadınlar olarak. Türkiye’nin dört bir yanına ürün gönderiyoruz. Hatta bazı kuruluşlar 8 Mart’ta bizden ürün istedi. Çalışanlarına birer paket bizim yaptığımız şeylerden hediye ettiler. Birçok kurum, birçok kişi bize telefonla ulaşıyor. Onlara cevap vermeye çalışıyoruz.

Peki Vakıfköy Kadın Kooperatifi’nin elde ettiği gelir, kadınların yaşamını doğrudan değiştiriyor mu?

Ekonomik katkı tabii ki aile bütçesine.

Aile bütçesinde mi kullanılıyor?

Tabii tabii, aile bütçesinde.

Kadınların özel ihtiyaçları için kendilerine ait bir gelir olarak kullanılmıyor mu?

Hayır hayır, sonuçta o kadın bir annedir, bir ailesi vardır. Ne mutlu çocuğuna bir şey alabilene, ne mutlu. Çünkü ekonomi çok kötüydü. Yani eğer biz de bahçelerimizde biriktirseydik ya da hayvan besleyelim, geçinelim deseydik başaramayacaktık. Çünkü çok farklı bir süreçteydik. Ekonominin çok tuhaf bir dönemindeydik. Mesela hayvana getirdiğin yem ile sağdığın süt birbirini telafi etmiyordu ya da sattığın portakalın parası o portakala yaptığın ilaç, bakım masrafını karşılamıyordu, ekonomi zordu. Bu şimdi bizim için bir katkı oldu. Birleştik, eşlerimizle gücümüzü birleştirdik, daha iyiyiz. Hatta bir fon oluşturup, üniversiteye giden çocuklara burs bile ayırmışız. Mesela benim çocuklarım okulu bitirdi ama bu burstan aldılar. Bu ürünlerden burs aldılar. Hatta bir dönem, bundan yedi sekiz yıl önce 100 lira gönderiyorduk çocuklara.

“Misafirlerim geldiğinde diyordum ki sığmıyoruz, keşke biraz daha büyük olsaydı evimiz. Ama şimdi, yaslanacak bir duvarım olsaymış diyorum.”

Keşke bir duvarım olsaydı

Kooperatif deprem dayanışması olarak mı devam edecek?

Kazandığımızı yine bizim üyelere dağıtacağız. Ben de yönetici kurul üyelerinden biriyim. Herkese pay edeceğiz. Herkes nasıl isterse öyle kullanacak. Zaten herkesin her kuruşa ihtiyacı var. Çünkü yıkılmayan evler de hasar görmüş durumda. Yıkılan evler yeniden yapılmak zorunda. Hepimizin hayatı çok çok zorlaştı. Tabii bu yetmeyecektir, ama işte…

Zorluklar kısmını biraz açabilir misiniz?

Yani mesela benim evim yıkılmış durumda, şu an kullanılmaz, hasarlı. Yeni bir ev yaptırmak durumundayım ama hiçbir şekilde ekonomik gücüm yok; bir şekilde olduracağız. Dışarıda kalınmıyor, çadırda nereye kadar? Belki de eskisi gibi üç odalı bir ev değil de bir odalı bir ev yaptırabileceğiz. Bilmiyorum artık, süreç neyi gösterecek…

Nasıl olacak bilmiyorum; ama bir uykudan uyanmış olduk bu depremle. Mesela bizim ev eskiydi. Ben yeterli görmüyordum; daha büyük bir ev istiyordum. Daha büyük bir salon istiyordum mesela. Misafirlerim geldiğinde diyordum ki sığmıyoruz, keşke biraz daha büyük olsaydı evimiz. Ama şimdi bir duvarım olsaymış diyorum. Çadırdayız şimdi, geceleri uyku tutmuyor, televizyon yok, bir şey yok. Kitap okuyayım diyorum ama yaslanacak bir duvar olmayınca kitap okunmuyor ki. Yaslanmak istiyorsun ama duvar yok.

Kooperatifteki işler de zorlaştı mı, çünkü nüfus çok azalmış Vakıflı’da?

Geri gelecek arkadaşlar. Çünkü çocukların okulu için gittiler; yaşlılar ya da hastalar, doktora gitmek zorunda olanlar için gittiler. Geri gelecekler. Çünkü biz buradan kopamayız. Çok seviyorduk Hatay’ımızı, köyümüzü. Güzelliğin her çeşidini yaşıyorduk biz burada. Çünkü biz köylüyüz ama teknoloji içimizde. Evlerimizde elektrik var, her türlü teknolojik araç var, alet var. Şehre yakınız. İnternet var. Ben hep diyorum, internet olan evde her türlü fırsat var. Kendini her konuda geliştirebilirsin. Zaten çok az ilkokul mezunu var aramızda. Üniversite mezunları daha önce iş icabı gitmiş; abilerimiz, ablalarımız… Biz burada olanlar hep lise mezunuyuz.

45 yaşında öğretmen oldum

Sizin emekliliğiniz var mı?

Emekli olmaya çalışıyorum. Onu da yeri gelmişken söyleyeceğim, ben 45 yaşında örgün olarak meslek lisesine gittim. Şu an 58 yaşındayım. Aldığım diplomayla şu an Halk Eğitim’de el sanatları öğretmeni olarak çalışıyorum. Düz lise mezunuydum. İki kız büyüttüm ben. Çocuklarımın üniversite ve liseye gittikleri dönem eşime dedim ki, “Ben ne yapıyorum evde?” Beden gücü olarak çocuklarıma yettim, büyüdüler. Ben sıkılıyorum.

Bir şey öğretmeyi çok seviyordum, hep öğretmen olmak istiyordum. O kapı açıldı bana. El sanatlarına girebileceğimi gördüm. Öğretmenliğe o kapıdan girdim. Bir şart vardı, örgün okuman gerekiyordu. Olsun dedim. Ben o lise sıralarına üç yıl boyunca haftanın üç günü gittim. Diplomamı aldım. Sonrasında usta öğretici belgemi aldım. Mustafa Kemal Üniversitesi’ne başvurarak, oradan da bir iki sanat tarihi sertifikası aldım.

Zaten daha önce de çalışmışlığım vardı. Şimdi de Halk Eğitim’deyim. Emekli olmak üzereyim artık.

Fotoğraflar: Bahar Gök

*Bu haber, Rosa Luxemburg Stiftung tarafından desteklenen ‘Deprem bölgesinde ücretli ve ücretsiz kadın emeğinin analizi ve politika önerileri’ başlıklı çalışmamız kapsamında yayımlanmıştır.

Paylaş:

Benzer İçerikler

15 yıl ücretli çalışmasına rağmen ancak üç yıllık sigortası var… Çünkü hep güvencesiz işlerde belli sürelerle çalışmış. 50 yaşında emeklilik onun için hayal.  Zümrüt yaşlı kadınların yaşamının kolaylaşması için “Emekli olma koşulları rahatlatılsın, emekli maaşları geçinmeye yetecek ücretler olsun” diyor.
Nihal şiddet gördüğü evliliğini bitirdikten sonra geçinmek için her türlü işte çalışıyor. Yaşlı bakıyor, evlere temizliğe gidiyor. TYP çerçevesinde okul temizliği yapıyor bir süre daha sonra mevsimlik tarım işçiliği… Hayatın nerede daha güzel, nerede daha anlamlı olacağına kendisi karar vermek istiyor. Hikayesini dinliyoruz.
Kınıklı domates üreticileri geçtiğimiz günlerde domatesteki düşük alım fiyatlarını protesto için eylem yaptı. Domates üreticisi Selma ile sorunlarını konuştuk. Önceleri tütün ekiyorlarmış. Devlet tütünü bitirdikten sonra domatese yönelmişler. Bu yıl ondan da geçim yok, “Fiyatı çok düşük, domatı ne alan var ne satan” diyor.
Her kadının yaşamı, bir mücadele hikayesidir aynı zamanda. 14 yaşından beri kayısı fabrikasında hep sigortasız çalışan Emine’nin de öyle. Malatya’da hayatın “akışına” karşı çıkıp dayakçı kocadan boşandı. Çocuklarıyla birlikte konteyner kentte kendine yeni bir hayat inşa ediyor.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!