Nevşehir merkezinin güneyindeki Kavak kasabasına her yıl yüzlerce işçi şehir dışından geliyor. Mersin’in Erdemli ve Silifke ilçelerinden Kavak’a nisan ayında gelenlerin tek amacı var; doğal tüf kayaların içindeki soğuk hava depolarında limon işçisi olarak çalışmak. Kadınlar çoğunlukta bu depolarda… Yaşamları, aşmak için uğraştıkları zorluklar birbirine benzer olsa da her biri yine de farklı hikayelere sahip. Bekarlar tek olarak, evli olanlar çocuklarını da alıp, bir tas çorba, bir parça ekmek ve ev kirası ödeyebilmek için başka şehirlerin yolunu tutuyorlar. Bazen dört ay kadar bazen de daha fazla süre için evlerini terk ediyorlar. Herhangi bir birikime sahip değiller. Depoların soğuk koşullarında harcadıkları emek 10 saatten fazla. 42 yaşındaki Hatice Uslu da yıllarca yorulmadan, erinmeden sağlam limonları çürüğünden, çarığından ayırıp kasalara istifliyor.
Çürükler ayıklanıyor
Salatalarımıza veya çaylarımıza limon dilimlerken, arkadaki işçilik hikayesi genellikle aklımızı meşgul etmez. Bolca suyunu sıktığımız çaylarımızı yudumlarken, şifası bizi cezbeder ama emek tarafı ile ilgilenmeyiz. Bu vitamin harikası sebzenin yetiştiği, büyüdüğü esas vatanı elbette Mersin. Burada, toprağın bahşettiği bu “sarı altın”ın hasadını da çoğunluğu kadın olan işçiler yapıyor. Ağaçlardan toplanma aşamasının ardından Nevşehir’deki doğal oluşum sonucu meydana gelen yüzlerce mağara bu limonları saklıyor. En önemlisi de çok düşük derecelerdeki ısıdan dolayı “soğuk hava deposu” görevini görmeleri. Bu depolarda devreye giren kadın işçiler sebzelerin çürüğünü, küflü olanlarını ayıkladıktan sonra kasalara yerleştiriyorlar. Başka şehirlere gönderilmek üzere tüf kayaların içine oyulmuş mağaralarda 4-5 ay bekliyor bu kasalar.
8 yaşındaki, “işgücü”
Çocukluğu ayrı bir kesit. Limon depolarındaki çoğu işçinin küçüklük hikayeleri ile benziyor yaşadıkları. Çocuk olmasının hiç önemi olmamış. Tabii, aile de ne yapabilir? Bunlar hayatın çok katı gerçekleri. Bir “işgücü” olarak görülmüş ve sekiz yaşında keçileri gütmeye başlamış Hatice. O bir yörük kızı! Doğumundan sekiz yaşına kadar göçebe olarak yaşamış. 1700 rakımlı Toroslar’ın eteklerinde, keçi derisinden yapılmış çadırlarda, göçerliği sürdüren ailesinin en küçük emekçisi olmuş. Dışardan bakıldığında “romantik” bir görüntü. Doğa ile içiçe yaşam, yıldızların altında uyku! O romantik görünümün ardında Hatice gibi “Aileye yardım” adı altında çalışan ve eğitime erişimi sürekli kısıtlanan çok fazla küçük kız var.
Çamurdan banyo yapmak
Yörük deyince mutfağı, tuvaleti ve banyosu olmayan bir günlük hayat söz konusu. Bu durumda da çadır ve çevresinde ilginç sahneler yaşanabiliyor. Şöyle bir bilgi paylaşıyor; “Annem, ben ve ablam elimizde Irgul’la (Su ibriğine ‘ırgul’ diyorlar) tuvalet ihtiyacımızı giderecek ıssız yerler arardık. Ama obamızın erkeklerinde öyle bir problem olmazdı”. Banyonun nasıl yapıldığı ise daha meşakkatli bir konu. Bunu anlatıyor: “Bizde çadırın biraz ilerisine dört tane, insan boyunu geçen kazık çakılır. Etrafı naylonla sarılır. İçerisinin gözükmemesi için, toprakla suyu bulamaç haline getirip çamur yaparlar. Bu çamuru naylonun dört bir yanına elleriyle 4-5 kat sürerler. Üstü kapatılınca bitmiş olur.” Toroslar’ın sert doğa koşullarında cendereye sıkışmış bir yaşam. Ama devam etmiyor. Baba siroz olunca Erdemli’nin kenar mahallelerden birinde bir ev kiralayıp yerleşik yaşama geçiyorlar.
Çoban kızların yazgısı
“Beşinci sınıfa kadar okudum ama çok zorlukla. Okula ailemin beni gönderme fırsatı çok fazla olmadı. Çünkü 7-8 yaşımızdan itibaren koyun-keçi peşine koşarlar bizi. Bizde anne babalar okula gider, müdürle görüşür. ‘Çiftçilik, çobanlık işimiz var. Bizim çocuğu çok yollayamıyoruz, bizim kızı idare ediver’ derler. Öğretmenler de ses çıkarmaz” diyor ve ekliyor; “Beni hep çalıştırdılar, okula göndermedikleri çok fazla zaman oldu. O nedenle zar zor bitirdim ilkokulu.” Eril zihniyet nedense genellikle kızlar için izin istiyor okuldan! Erkek çocukların öğrenimlerinin önüne genellikle bir engel çıkmıyor. Meyve depolarında çalışan kadınların yazgısı da çok benzer. Büyükanneleri nasıl yaşamışsa onlar da aynı yaşamdan geçmişler. Aile gelirine katkıda bulunduklarından, çoğu durumda çocukların eğitimi hep en geri planlarda yer almış. Küçük Hatice bunun bir canlı örneği. Hayvanlara çobanlık yapmak deyince akıllara 20-30 koyun gelmesin! Bazen 500, kimi zaman da 800 küçükbaş hayvana sahip çıkıyor bu kızlar..
Bahçeden depoya uzanan eziyetli yolculuk
Türkiye’nin limon başkenti konumunda olan Mersinli emekçi kadınların bahçeden depoya uzanan eziyetli yolculuğuna baktığımızda da emek yoğun olarak çalıştıklarını görüyoruz. Hatice anlatmaya devam ediyor: “Hem çürükleri ayırıyoruz hem de limonu ince kağıtlarla sarıp kasalara yerleştiriyoruz. Ürgüp ilçesine bağlı Ortahisar beldesindeki soğuk hava depolarında da çalışıyoruz. Buralarda patronların işçiler için tuttuğu evler var. Oralarda kalıyoruz. 15 ve 17 yaşındaki iki kızım ve eşimle beraber. Dördümüz de limon işçisiyiz.” Hayat Kavak’ta Hatice için güllük gülistanlık değil. Ücretler düşük, çalışma saatleri acımasız. İş yaşamları güvencesiz. Sigorta kaydını Nevşehir’deki depo işçileri hayal dahi edemiyor. Sigortayı sorunca sesindeki hüzün dikkat çekiyor. “Sekiz yaşımdan beri çalışıyorum. Oyun oynamadım hiç. Elimde değnekle keçi güttüm. 42 yaşındayım. Sigortam hiç yapılmadı şimdiye kadar!”
Depoda başlayan sevda
Hayatındaki o bilindik medeni değişikliklere getiriyoruz sözü. Evleneceği kişiyi 16 yaşlarında tanımış. Gezmiyor, dolaşmıyor, çünkü cumartesi pazar da çalışıyor. Limon gibi kıymetli her türlü narenciyenin doğaya hakim olduğu tarım yörelerinde, bu işlerden ekmeklerini çıkaranlar için yaşamsal takvim faklı. Özellikle kadınlar bütün varlıklarını bu işe bahşetmek zorunda. Bu durumda karşı cinsle tanışabileceği tek yer işyeri. O dönemle ilgili konuşuyor; “Ben çekindim, O da çekindi. Hatta bir yerlere gidip oturmadık bile. Töremiz öyle… Hiç yalnız kalmadık, konuşmak istediğimiz zaman da yanımıza bir akrabamızı aldık.” Köylerde “görücü” geleneğine karşı çıkan bütün gençler gibi Hatice de evleneceği erkekle kaçmış. “Başkasına verilmek” bir yavuklusu olan kırsal kesim kızları için çok fena bir durum.
Kira için dantel ördü
Özellikle son 20 yılda derin yoksulluk içinde olan bazı aileler de kızlarının “kaçmasına çok tepki göstermiyor. Çünkü başlık parası, nişan, düğün gibi masrafları da kaldıramıyorlar.- Mersin, gelire dayalı yoksulluğu en yüksek yaşayan şehirler arasında yer alıyor- Sonra neler olduğunu merakla dinliyorum; “Evlenince de yine tarım işçiliğine eşimle devam ettik. Peşpeşe iki evladımız oldu. İki çocuğum da kundaktayken tabii çalışamadım. Çok zor geçindik.. Bebeklerimin ihtiyaçlarına yetişemedik. Altlarına bez değil naylon bağladım. Sağolsun komşularım acil olanları alıverdi. Eşimin eve getirdiği para yetmiyordu. Tarım işçilerinin yevmiyeleri çok düşüktü o yıllarda. Buralarda bazı köylerde çok yoksulluk var, çoğumuzun evi kira. Ben de kira parasını tamamlayabilmek için bekar kızlara çeyiz oyaları işledim. Yelek, patik örüp sattım. Ama öyle bir zaman oldu ki, dantellere, oyalara saatlerce baka baka gözlerim bozuldu. Artık öyle ince iş yapamaz oldum. Keçileri sağdım, her türlü tarım işçiliğini yaptım ve en sonunda da Nevşehir’deki limon işine başladım” diyor.
Hayat onu çok incittiğinden, hırpaladığından mı bilemiyorum şöyle bir karakterinden söz ediyor; “Biliyor musun, kimseyi kıramam ben. Bana yapılmış da olsa ‘Sen haksızsın’ diyemem.