“Sen bu dişi çekemezsin, erkek doktor yok mu?” diye soruyorlardı

Diş hekimi kadınlar anlatıyor: “Bu bölümü tercih etmemizden itibaren ‘erkek işi’ laflarına sıkça maruz kaldık”, “Erkek ve presentabl olmadığım için iş bulmakta zorlandım”, “’Sen bu dişi çekemezsin, erkek doktor yok mu?’ diye soran hastalar vardı”, “Alınmayan önlemler, hasta yığılmaları bize ekstra şiddet olarak dönüyor…”
Paylaş:
İpek Deniz
İpek Deniz
ipekkdeniz@gmail.com

Okul hayatımıza başladığımız günden itibaren hangi meslekler kadına, hangileri erkeğe yakışır gibi cümleleri bu ülkede duymayan kadın yoktur sanırım. Çocuk olacak, daha iyi bakarsın, zamanın olur, evlenince akşam evde olman gereken işler tercih etmek daha mantıklı, özellikle öğretmen olmak en makbul olan tercih; iyi anne, eş olmak gibi gerekçelerle… Kadının yaratıcılığını kullanabilmesi, kendini ifade edebilmesi, sevdiği işi yapabilmesinden çok çok öncelikli toplumsal kabuller var ve aslında bu adaletsizliklere rağmen sınavlarda yüksek başarı gösteren kadınlar, bir alkışı erkekler kadar alamıyorlar.

Diş hekimliği de el becerisi, güç gerektiren, uzun süre ayakta kalınarak yapılan bir meslek. El becerisi denilince kadınlar düşünülse de, güç daha stratejik bir noktada duruyor bu bakış açısına göre.  Bu nedenle erkeklere yakıştırılan bir meslek, yani kadınlar da yapabilir tabii ama, ‘ama’ların ardı arkası kesilmeden.

2013 yılından 2016’ya kadar kamuda çalışan, 29 Ekim 2016’da 675 sayılı KHK ile ihraç edilen diş hekimi Gülnigar ve son 15 yıldır kamuda, ağız diz sağlığı hastanesinde (ADSH) çalışan ve şartlar gereği emekli olamayan 36 yıllık diş hekimi Tülin Çelik ile Türkiye’de kadın diş hekimi olmayı konuştuk. Kadına yakıştırılan rollerden bu ülkede ne iş yaparsanız yapın muaf değilsiniz, onlar da değil. Kadın diş hekimleri anlatıyor…

Tülin Çelik

Diş hekimliği sizin tercihiniz mi?

Tülin Çelik: Kısmen evet. 1981’de üniversiteye girdim. O dönemlerde “hekimlik” saygı gören, geleceği garantili bir meslekti. İstanbul’da yaşayan, asgari ücretli fabrika işçisi bir baba ve “ev hanımı” bir annenin üçüncü çocuğu olarak, yokluk ve yoksunluk içinde olsalar da okumanın, eğitimin önemine inanan bir ailede büyüdüm. Gerçi tüm bu güdüleme, hep daha iyi ekonomik şartlarda olmanın “statü” gerektirdiğine, bunun için de diplomanın şart olduğuna inandıkları, kendileri gibi zorluk çekmemem için bana empoze ettikleri bir şeydi mutlaka. Hedefim tıp hekimliği idi. İstanbul dışı tercih yapmam, maalesef babam tarafından yasaklanmıştı! Puanım diş hekimliğine yetti. Bu bile kendi kendine çalışarak başardığım için benim için müthiş bir şeydi. Bir sene daha hazırlanmak, tekrar sınava girmek, dershaneye gitmek gibi bir lüksüm olmadığı, bir an önce ekmeğimi kazanmak zorunda olduğum için diş hekimliğinde devam ettim.

Gülnigar: Meslek tercihi benim tercihim diyemeyeceğim, çünkü ülkedeki sınav sisteminin bir sonucu olarak aldığımız puanlar ile öğrenci yerleştirme oluyor. Ayrıca toplumsal bakışın olumlu olduğu, ülke standartlarına göre daha iyi geliri olan mesleklerden olması tercih sebeplerim arasında oldu. Benim aldığım puan ile tercih edebileceğim mesleklerden biriydi. Bugün de çoğu öğrenci arkadaşımın yaptığı gibi geçim derdimin olmayacağı bir tercih yapmak istemiştim. Tercih aşamasından başlayarak biz “erkek işi” laflarına sıkça maruz kaldık zaten.

Kadın olduğum için iş bulmakta zorlandım

 “Kadına yakıştırılan işler, erkeğe yakıştırılan işler” ayrımı kapsamında diş hekimliği erkek işleri arasında sayılır. Bu bölümü tercih ederken, okurken neler yaşadınız? Meslek hayatınızda hastalar, çalışma arkadaşlarınız tarafından cinsiyetçi muamelelere maruz kalıyor musunuz?

Tülin Çelik: Diş hekimliğinin “fiziki güç” gerektiren bir meslek olduğu sanısının aksine ben hiç böyle bakmadım tercih ederken. Diş hekimliği, 1980’li yıllarda çoğunlukla “muayenehanecilik” üzerinden icra edilen, küçük esnaf gibi görülen, kendi kendimizin patronu olabildiğimiz, almış olduğumuz eğitim sayesinde multidisipliner pratiğimizle emeğimizin karşılığını alabildiğimiz, velhasıl kelam ücret garantisi vadeden bir meslekti. Muayenehane açmak için yatırım gerektirse de, o dönemin koşulları gereği bunu kısa sürede amorte edebileceğiniz bağımsız bir alandı. Devletin ağız diş sağlığı hizmeti sunma imkânı çok sınırlıydı. Mezun olduğunuzda muayenehane açamasanız bile maaş garantili olarak hemen iş bulabiliyordunuz. Tercih etmemde birincil sebep buydu, baba ocağından kendi ocağıma geçebilmek adına…

Hastaların ağrısını dindirebiliyor olmak, yaşamlarını devam ettirebilmeleri adına “Sağlık ağızda başlar” diyerek gerek koruyucu gerek tedavi hizmetleri sunabilecek bir eğitimialmak ve hastalarınızın memnun geri dönüşleri, bunun getirdiği mesleki tatmin cabası tabii. Öğrencilik yıllarımda mesleğimizin ne kadar masraflı bir meslek olduğu ile yüzleştim maalesef. Çoğu ekipman devlet tarafından karşılanmıyor, cebimizden malzeme giderlerini karşılamak zorunda kalıyorduk. Kadın-erkek öğrenciler olarak hepimiz aynı sıkıntıları yaşıyorduk maalesef.

Bir şekilde burslarla, ekstra işlerle masraflı bir eğitimi bitirip mezun olduğumda henüz muayenehane açacak altyapı, birikimim olmadığı için tabii ki iş arayışına yöneldim. 21 yaşındaydım. Bu süreçte belirttiğiniz gibi gerek “erkek” gerek yeterince “prezantabl“ olmadığım için iş bulmakta zorlanmıştım. Çünkü bir kadın olarak işyerinden evime ulaşımımın, mesai saatleri nedeniyle güvenli olmayacağı korkusuyla kabul edemiyordum çoğu yeri. O dönemde piyasanın verdiği koşulların çok altında fiyatlarla “perifer” diye adlandırılan yerlerde çalışmak zorunda kaldım. Hiç unutmam, 2 ay çalışıp “yeterli kazancı sağlatamadığım” gerekçesiyle kovulduğum poliklinikten hakkımı alabilmek için oraya babamla gitmek zorunda kalmıştım. Ne acı… Muayenehane açtığımda da gelen hastalardan “Sen bu dişi çekemezsin, erkek doktor yok mu? Çok gençsin, burası senin muayenehanen mi? Sen git patronun gelsin” gibi birçok densiz soruya muhatap kaldım.

Muayenehaneciliğin şöyle bir faydası oldu: Yıllarca sözde “patron” olduğumu sanarak hem diş hekimliği yapıp hem de ücretsiz çocuk, yaşlı bakımını üstlendim. Kadınların birçoğu gibi… Muayenehanemin bir odası çocuk odası oldu. Hastama işlem yaparken bir yandan bebeğim ağlıyor, sebze çorbası kaynıyordu! Ya da hastama “Biraz bekleyin, çocuğu okuldan alıp geliyorum” diyebiliyordum. Ya da yaşlı ana-babamı hastane kontrollerine götürürken zamanımı kendim belirleyebiliyordum.

Bu durum, 2007’de muayenehanemi kapatmak zorunda kalıp devlette çalışmaya başlayınca başka bir boyut aldı. Artık çocuklarımı büyütmüştüm. Mesai saatleri belli, garantili, güvenceli bir işteyim diye girdiğim alan hiç de öyle değildi. Çalışma şartları daha yoğun, kadınlar açısından emek şartları eşitlenmemiş, kreş imkânından yoksun bir ortam… Sağlıkta şiddetin daha çok kadınlar üzerinden uygulandığına şahit oldum. Birebir yaşadım. Kadın meslektaşlarımın birçok sivil toplum kuruluşunda, örgütlü mücadelede hak ettikleri yerleri alamadıklarına da şahidim.

Yıllarca sözde “patron” olduğumu sanarak hem diş hekimliği yapıp hem de ücretsiz çocuk, yaşlı bakımını üstlendim. Kadınların birçoğu gibi… Muayenehanemin bir odası çocuk odası oldu. Hastama işlem yaparken bir yandan bebeğim ağlıyor, sebze çorbası kaynıyordu!

Gülnigar

Gülnigar: Evet, tercih aşamasından başlayarak aslında tam da dediğiniz gibi kadın işi-erkek işi tanımlamaları sohbetlerde sık sık kullanılırdı. Diş hekimliği ile ve hatta diş hekimliğinde uzmanlaşma ile ilgili de benzer yaklaşımlar var. Şu an erkek branşı olarak değerlendirilen uzmanlık dalları arasında. Çene cerrahisi, malum cerrahi branş, ortodonti hep sanki erkeklerin yapabileceği işler gibi. Mevzu çok teknik bir mevzu ama güç kuvvetmiş gibi bir algı var. Cinsiyetçi tutumlarla sadece meslek hayatımızda değil, hayatın her alanında yüz yüzeyiz. Bunlar toplumsal cinsiyet rollerinin devamı olarak mesleğimize de yansıyor. Mesleğimiz içinde bu ve benzer algıların ancak kadın hekimlerin kararlı çabasıyla aşılabileceğini düşünüyorum.

Hastalarla yakın fiziksel temastan dolayı diş hekimliğini tercih ederken bile yakın çevremde endişeli olanlar vardı. Ne yazık ki geçen yıl bir hastam tarafından bu endişeleri haklı çıkaracak bir yaklaşıma maruz kaldım. Daha öncesinde üniversitede staj yaparken de bir hastam benim dişini çekebilecek kadar güçlü olmadığımı düşünmüştü ve asistanımızdan kendisini erkek bir hekime yönlendirmesini istemişti. Bugün oradaki desteğinden dolayı asistanımıza teşekkür ediyorum yine. O dişi ve devamında birçok dişi çektim. Bir de bunlara ek olarak kadın hastalarla birlikte gelen eş, abi veya babaların onlar adına kadın hekimi tercih etmesi de sık karşılaştığım başka bir cinsiyetçi tutum. Yakın mesafe çalışma şekli bu anlamda hep sıkıntı olmuştur.

Kas-iskelet sistemi sorunları, tükenmişlik sendromu

Mesleği icra ederken ne tür sıkıntılar yaşıyorsunuz?

Tülin Çelik: Mesleğim hem fiziksel hem psikolojik açıdan çok zor bir meslek. Uzun dönem yoğun yapıldığında kas-iskelet sistemi hastalıkları açısından mutlak bir hastalık barındırıyor. Mesleği doğru icra etmek için gereken koşulların; gerek gün içinde bakılacak, girişimsel işlem yapılacak hasta sayısının -hastanın da bilgilenmesi ve kaliteli sağlık hakkı açısından- Dünya Sağlık Örgütü kriterlerinde tutulması, ergonomi, gerek yeterli yardımcı sağlık personeli istihdamı, ekonomik-özlük hakların gelecek güvenceli, garantili olması gibi daha sayamayacağım bir sürü bileşeni var. Ama maalesef bu standartlar “performans” denen garabetle tarumar edilmiş durumda. Tükenmişlik sendromu denen tanıma çok katılmasam da, çoğu sağlık çalışanının kendini böyle hissettiğini, mesleğine yabancılaştığını görebiliyorum. Oysa biz çok kıymetli bir iş yapıyoruz! Herkesin sağlıklı olmasının koşullarının çok zor olduğu bilen ama yine de bunu sağlamaya gayret edenler olarak az önce saydığım koşullar yerine getiriline kadar bir kadın diş hekimi olarak sözümü, sesimi de kısmayacağım.

Gülnigar: Mesleğimizin üniversitenin ilk yılından itibaren diğer bölümlerden ayrılan önemli bir özelliği, öğrencilere yansıyan ciddi öğrenim giderlerinin olması. Bugünlerde diş hekimliği öğrencilerinin de stajlarda sarf ettiği emeğin ücretlendirilmesi konuşuluyor, geç kalınmış olsa da bunu olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Burs ücretlerinin ve yurt koşullarının yetersizliği tüm öğrenciler için ortada. Büyük şehirlerde çalışarak okuma imkânı daha fazlayken küçük illerde böyle bir imkân da pek söz konusu olmuyor. Diş hekimliği öğrencilerinin giderleri için çok daha fazlasına ihtiyaç var. Burs ve yurt imkânlarının artırılmasına ek olarak diş hekimliği fakültelerinin alt yapısının güçlendirilmesi gerekiyor, yük esas olarak öğrenciye kalıyor. Zaten çok eşitsiz koşullarda, ciddi emek sarf ederek kazandığımız okullarda bir de buna ekonomik zorluklar ekleniyor.

Mezun olduktan sonra klinik açacak imkânı olmayan meslektaşlarımız atamalara başvuruyor ama bu günlerde defalarca başvursanız bile yeterli alım yapılmadığı için atanamama söz konusu. Kamuda çalışan meslektaşlarımız da hasta yoğunluğu, performans adaletsizliği ve sağlıkta şiddet sarmalında hizmet üretmeye çalışıyorlar. Genel olarak herkesten ilgi beklendiği için, özellikle diyalogları beğenmediklerinde ya da o kadar yığılma içinde “Randevusuz bakamam” dediğinizde şiddet olayları yaşanıyor. Kadınlar özellikle sözel şiddete çok maruz kalıyor. Maaşlar da şu an yoksulluk sınırının altında, zam yapılsa da iki ay bile götürmüyor yapılan zamlar. Şu da bir gerçek ki bu durum kadın çalışanları çok daha fazla etkiliyor. Ayrıca kamu kurumları tarafından halkın ağız diş sağlığını koruma ile ilgili yeterli çalışma yürütülmüyor ve bu ADSM’lerdeki yığılmanın en önemli sebeplerinden biri aslında. Düzgün alınmayan önlemler, hasta yığılmaları derken bütün bunlar kadın diş hekimlerine ekstra şiddet olarak geri dönüyor. Mesleğimizi icra etmekteki zorluklarda evde üstümüze yapışan roller de çok etkili.

Biz kadın sağlıkçılar olarak “kadınlar dünyanın yarısı” diyorsak, her alanda bu eşitsizliği haykırmak ve dönüştürmek için çaba sarf etmek zorundayız. Hele ki sağlıkçı olarak bunu hedeflemek; özellikle kadınları kendi popülist politikaları için yüzyıllardır kullananlara karşı boynumuzun borcudur.

Kadınların bilim yapmaya zamanı kalmıyor

İktidarın sağlık politikaları, kadın diş hekimlerinin ihtiyaçlarına cevap veriyor mu?

Tülin Çelik: Kadınların da tüm sağlık çalışanlarının da hakkını vermeyen bir sistem var ne yazık ki! Biz kadın sağlıkçılar olarak “kadınlar dünyanın yarısı” diyorsak, her alanda bu eşitsizliği haykırmak ve dönüştürmek için çaba sarf etmek zorundayız. Hele ki sağlıkçı olarak bunu hedeflemek; özellikle kadınları kendi popülist politikaları için yüzyıllardır kullananlara karşı boynumuzun borcudur.

Gülnigar: Kadın diş hekimleri de bu yığılmalardan ve sağlıkta şiddet olaylarından daha çok etkileniyor. Ev içi emeğe eklenen yoğun çalışma şartları kadınları daha çok yıpratıyor. Şiddet olaylarında da toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklı psikolojik ve fiziksel şiddetin daha çok hedefindeyiz. Çalışma yaşamında şiddet ve tacizin önlenmesine dair ILO 190 sayılı sözleşmenin ülkemizde imzalanmamış olması da kadın hekimlerin bu alanda yaşadığı sorunların çözümsüz kalmasının sebeplerinden biri. Ayrıca kamuda gebelik ve süt izninin yetersiz olması, regl izninin olmaması da kadın hekimlerin çalışma ve yaşam kalitesini düşürüyor. Hatta bu durum, bilirkişilerin (!) mesleği yapmamamız gerektiği, bunun bir erkek mesleği olduğu konusunda ikna olması anlamına geliyor. Özellikle mesleki kariyer edinme ve akademide kadın hekimler erkeklerden çok daha gerilerde. Ev, çocuk, yoğun çalışma temposu derken bilim yapmaya zamanınız, haliniz kalırsa belki… Çünkü cinsiyet eşitsizliğinin sonucu olarak ortaya çıkan cam tavan etkisinden dolayı kadınlar kendi potansiyelini ortaya çıkaramıyor.

Covid zamanı özellikle filyasyon da alanda etkin rol oynadınız. Ne tür sıkıntılar yaşadınız?

Tülin Çelik: Bu konuda o dönem Toplumcu Diş Hekimleri olarak da çok sayıda rapor paylaştık. İkametgâhımızdan uzak görevlendirme, çocuk, yaşlı temasımız kısmında bakım alanında yaşadığımız sıkıntılar, koruyucu ekipmanların  yetersizliği, bedenimize uygunsuzluğu, regl günlerinde ya da tuvalet ihtiyacımızda o tulumlarla ihtiyacımızı gideremememiz; yiyecek, ulaşım yetersizliği, mesai saatlerinin belirsizliği gibi… Çok zor günlerdi! Ama her şeye rağmen üzerimize düşeni yaptık! Çocuğumuza, ana-babamıza hastalık bulaştırma riskini bertaraf etmek için 12 saat çalışmış olsak da onca yorgunluğa rağmen yıkandık, onlara yemek yaptık! Değil mi?

Gülnigar: O dönem ihraç olduğum dönemdi, dolayısıyla ben yoktum alanda.

Yargı ve yasama organı, şiddeti teşvik ediyor

En son erkek şiddeti ile diş hekimi Şeyma Biran öldürüldü. Sağlıkta şiddet yasası da, kadına yönelik şiddetle mücadele de kadınların, sivil toplum kuruluşlarının taleplerinden çok uzak. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuyla ilgili?

Gülnigar: Kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet olayları bu kadar sık yaşanmasına rağmen İstanbul Sözleşmesi’nin feshedildiği koşullarda biz sağlıkçı kadınlar da işyerinde, evde, sokakta sıkça erkek şiddetine maruz kalmaktayız. Muayenehanesinde acımasızca katledilen Şeyma Biran tüm meslektaşlarımızın ve sağlık camiasının acı bir kaybıdır. Ne yazık ki geçmişte İzmir’de yaşanan Zekiye Gökşin cinayeti de benzer bir şekilde işlenmişti. Bu iki meslektaşımızın kaybında kadınlara yönelik şiddet olaylarında taciz ve tecavüzlerdeki cezasızlık politikalarının etkisi büyük. Kadın cinayetlerinde iyi hal indirimi uygulayan yargı sistemi ve etkili bir sağlıkta şiddet yasası çıkaramayan yasama organı,’ adeta insanları bu suçları işlemeye teşvik ediyor. Yakın zamanda Pınar Gültekin davasında cezasızlığın skandal bir örneğini gördük. Kadın örgütlerinin tüm çabasına rağmen İstanbul Sözleşmesinden imzanın çekilmesi de kadına ve kadın sorunlarına yaklaşımın özetidir.

Tülin Çelik: Bu konu özellikle çok üzücü! Şiddeti oluşturan faktörler, iktidar politikaları yeterince analiz edilmedikçe ne sağlıkta ne kadına şiddetin önüne geçilemez! Biz kadınlar olarak toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin nasıl ve neden oluştuğu-oluşturulduğunun tarihsel nedenlerini bilerek, kadın mücadelesinin ne badirelerden geçtiğinin farkında olarak mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz!

Paylaş:

Benzer İçerikler

İşe gelirken yanlarına iki adet iş kıyafeti getiriyorlar, sıcaktan dolayı. Çünkü çalışmaktan sırılsıklam olan kıyafetlerini değiştirmek zorunda kalıyorlar. Yedek olanı giyip iyice ıslanmış giysiyi çamaşır sıkar gibi iyice sıkıyorlar. Şakır şakır su (ter) akıyor. Sonra kurusun diye çevredeki çalılara asıyorlar.
Kadın kabin memurlarının yaşadıkları sorunların dışarıya çok fazla yansıtılmadığını biliyoruz. Sektörde işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri yetersiz. Kabin memuru kadınlar her türlü taciz, şiddete karşı korumasız halde çalışıyorlar. Bunun dışında yaşanan cinsiyetçi sendikal baskılar da yüzlerinde asılı o gülümsemeyi çoğu kez etkiliyor. Gökyüzü işçisi kadınlar anlattı…
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!