Serbest Bölge’de konfeksiyon işçisi kadınları araştıran Sibel Erdoğan: “Kadınlar çalışmalarını eve destek olarak görüyor”

Sibel Erdoğan ev işçisi bir annenin sosyolog kızı. Mersin konfeksiyon atölyelerinde kayıt dışı çalıştırılan kadınları araştırdı. Bir yüzü dışarıya dönük olan giyim ihracatçılarına mal yetiştiren atölye koşullarını mercek altına aldı. Altı ay, Mersin Serbest Bölge’de ve mahalle aralarında kurulu mini fabrikalarda gözlem yaptı. Tuvalet ihtiyacını kendi belirlediği "zaman ve sıraya" göre listeleyen patronlar. Erkek ustabaşıların sürekli kadınlara yönelik aşağılayıcı söylemleri. Regl pedini değiştirmek için izin alamayan işçiler… Bu buz gibi gerçekler bir doktora tezinin saha notlarıydı.
Paylaş:
Ayla Önder
Ayla Önder
onderayla@gmail.com
Ayla Önder     onderayla@gmail.com

Sibel Erdoğan ev işçisi bir annenin sosyolog kızı. Mersin konfeksiyon atölyelerinde kayıt dışı çalıştırılan kadınları araştırdı. Bir yüzü dışarıya dönük olan giyim ihracatçılarına mal yetiştiren atölye koşullarını mercek altına aldı. Altı ay, Mersin Serbest Bölge’de ve mahalle aralarında kurulu mini fabrikalarda gözlem yaptı. Tuvalet ihtiyacını kendi belirlediği “zaman ve sıraya” göre listeleyen patronlar. Erkek ustabaşıların sürekli kadınlara yönelik aşağılayıcı söylemleri. Regl pedini değiştirmek için izin alamayan işçiler… Bu buz gibi gerçekler bir doktora tezinin saha notlarıydı.

Sibel Erdoğan işçi kadınları araştırdı. Mersin Serbest Bölgesi’nde ve kent içi küçük atölyelerde çalışan 23 kadın konfeksiyon işçisi ile görüştü. Alan çalışmasında tezine konu olan kadın işçilere ek olarak, konfeksiyon patronları ile de bağlantı kurdu. Toplam 31 kişiyle yüz yüze derinlemesine görüşmeler gerçekleştirdi. Amacı toplumsal cinsiyet rollerinin üretim sürecinde ve üretim sisteminin sürdürülmesinde aktif bir rol oynayıp oynamadığını saptamaktı. Bütün bu çalışmalar, beyanlar, gerçeklikler, tanıklıklar elbette ki doktora tezine konu olacaktı. Sosyolog Dr. Sibel Erdoğan, konfeksiyon sektörünü kadınların yoğun olarak çalıştıkları işkolu olduğu için tercih etti. “Esnek Üretim Sistemi ve Emeğin Feminizasyonu: Mersin Konfeksiyon İşçileri” adlı doktora tezinin verilerini konuştuk Erdoğan’la.

‘Bir şey sorma bahanesiyle atölyelere girdim’ 

Sibel Erdoğan 35 yaşında, doğma büyüme Ankaralı. Ailesinin Başkent’in Altındağ ilçesine Sivas Şarkışla’dan göç ettiğini söylüyor. Bir erkek kardeşi var. MEB’de edebiyat öğretmeni olarak görev yapıyormuş. Şimdi emekli olan babası, özel şirketlerde güvenlikçi olarak çalışmış. Annesinin ev işçisi olduğunu söylüyor ve ekliyor; “Çok çalıştı fakat güvencesiz bir işkolu olduğu için emekli olamadı annem. Şu an ev hanımı”. Mersin Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyometri Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Erdoğan’ın araştırması altı ay sürmüş. İşçilerle görüşmek üzere gittiği atölyelerde çok uzun süre kalamamış. Görüştüğü işverenler izin vermemişler atölyelere girmesine. Sadece Mersin-Demirtaş’ta Suriyeli bir işverenin işlettiği ve yine Suriyelilerin çalıştığı “merdivenaltı” bir atölyede biraz daha uzun kalabilmiş. Serbest Bölge’deki konfeksiyon atölyelerine “Bir şey sorma bahanesiyle” girip çıkmış. Bu alanda işçi kadınların çoğuyla öğle paydosunda tanışmış.  “Araştırma süresince bolca Serbest Bölge’de fabrikaların yanında gezdim durdum. Görüşmelerimin bir kısmını işçilerin evlerine giderek yaptım. Üç kişiyle de bir sendika aracılığıyla sendika bürosunda gerçekleştirdim” bilgisini paylaşıyor.

Fabrika içi ataerkil yapı

Konfeksiyon işçisi kadınların ev içi sorumluluklarının çalışma hayatları boyunca dezavantaj olduğunu belirtiyor. Kadınların örgütlenmeye izin vermeyen ve örgütlenmeyi zorlaştıran parçalanmış işyerlerinde çalıştığını anlatıyor. İdeal kadın işçi imajı “erkekler kadar kolay sıkılmayan”, “disiplinli”, “genç” üzerine temellenmiş! Akademisyen Erdoğan’ın gözlemleri de yer alıyor tezde. Araştırmaya feminist bakış açısı hakim. Birçok atölyede söz konusu olan iş düzenindeki “despotizm” hakkında şu yorumda bulunuyor; “İş sırasında makinecilerin ayağa kalkmaları, iplik temizleme, ütü gibi departmanlarda çalışanların ise oturmaları yasaktı! Tüm işçilerin üretim sırasında konuşması ve cep telefonu kullanması istenmiyordu. Tuvalet izinlerinin seri üretimin aksamaması için belirli bir düzene tabi olduğunu anlatıyorlardı. Buna göre, günde üç kez verilen mola arasında işçiler en fazla bir defa ve birer kişi olmak üzere tuvalete gidebilmekteydi!”

Büyük oranda kayıt dışı

Mersin konfeksiyon sektörünü seçmesinin nedeni, liman kıyısında bulunması ve Serbest Bölge içinde yer alması… Dolayısıyla da küresel üretimin bir parçası olması… Aynı zamanda konfeksiyona dayalı üretimin yerel emek piyasasında kadına önemli bir istihdam olanağı sağlaması da araştırmacıyı bölgeye yöneltmiş. Mersin’de konfeksiyon üretimi, ağırlıklı olarak Serbest Bölge’de. Fakat mahalle içi küçük atölyelerde de üretim gerçekleştiriliyor. Bu atölyeler büyük oranda kayıt dışı ve Suriyeli göçmen emeğine dayanıyor. Mersin Giyim Eşya İmalat ve Satıcıları Esnaf Odası’nın paylaştığı bilgilere göre, mahalle içi küçük atölyelerde çalışan kişi sayısı 40 bin-50 bin arasında değişiyor. Serbest bölgede ise 2019 yılında 10 bin dolayında kişinin çalıştığı belirtilmiş. Erdoğan sorularımızı yanıtladı.

Sadece kadın işçileri baz alan özel çalışma yapmanız nereden kaynaklandı. İlk böyle başlasak…

Türkiye’de kadın işçiler konusunda 1990’lı yıllarda özellikle yapılmış pek çok araştırma var. Bunun nedeni de Türkiye’nin o dönemde ihracat yönelimli büyüme politikasına geçmesi. Ancak özellikle 2010’lu yıllardan sonra konu akademik çevrelerde demode olmuş durumda. Halbuki neo-liberalizm günümüzde eskisine oranla çok daha acımasız şekilde ülkemizde yaşanıyor. Bu nedenle hazır giyim gibi küresel üretim yapan ve Türkiye’nin önemli ihracat alanlarından biri olan konfeksiyon üretiminde kadınların ne yaşadıklarını merak ettim ve araştırma bu şekilde başladı. Normalde zaten emek piyasası üzerine çalışmalarım vardı ve mavi yakalı kadınlar üzerine de çalışmak istedim

Kadınların en fazla istihdam edildikleri işkollarında ilk sırada “Tekstil ve Konfeksiyon” geliyor. Bu alanda hala “kayıt dışı çalışma” yaygın. Kadınları tercih etme nedenleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Mersin özelinden konuşursak, araştırmanın büyük bölümü Serbest Bölge’de konfeksiyonda çalışan kadınları içeriyor. Kadınları neden tercih ettiklerini işverenler şöyle anlatıyor:  “Zanaat olarak erkeklerle kadınlar arasında bir fark yok ama kadınlar erkeklere oranla daha disiplinli ve uysallar.”

Bu da tabii ki ataerkil kabullerle alakalı. Serbest Bölge’de kadınlar kayıtlı olarak çalışıyorlar büyük oranda… Son gelinen noktada Mersin’de kayıtdışı konfeksiyon atölyelerinde kadınlardan ziyade Suriyeli göçmenler ve göçmen çocuk işçiler çalıştırılıyor artık. Alan çalışmasında 14 yaşında Suriyeli bir kız çocuk işçi ile görüşmüştüm. Bana iş zamanının haftada yedi gün, günde 10 saat olduğunu anlattı.  Ayda 600 TL alıyordu! Elbette eskiden buralarda yerli kadın işçiler daha fazla çalışıyordu. Ancak sermaye için önemli olan “ucuzun ucuzunu” bulmaktır.

“Ucuzun ucuzu” bizim bildiğimiz kadın emeğiydi. Demek ki kız çocuklar son gelinen nokta. Kadınlar atölyelerde patron kavramını nasıl tanımlıyor?

İşverenler aksini söylese de kadınların patron ile hiçbir iletişimleri yok. Patronun yerine daha ziyade büyük kısmını erkeklerin oluşturduğu ustabaşılar ve personel şefleriyle muhataplar ve aralarındaki ilişki bazı örneklerde hem fiziksel hem psikolojik şiddete kadar varıyor. İlginç şekilde işverenler işçilere ilişkin “aile” vurguları yapsalar da kadınlarda patronu “işi veren iyiliksever” biri olarak görme eğilimleri kesinlikle yok. Çünkü çalışma ortamları o kadar sömürücü koşullara sahip ki. Kadınlar kendilerini işçi olarak değil, geleneksel aile içi rolleri vasıtasıyla tanımlıyorlar.

Ustabaşı kadın işçiyi tokatlıyor

Piyasanın despotik yapısı, işçilerin seri üretimdeki zorlu çalışma şartlarından mı? Şiddetten ve ağır koşullardan biraz daha ayrıntı verebilir misiniz?

Piyasanın despotik yapısından kastım şu; Mersin’de emek piyasası düşük ve güvencesiz işlerle dolu. En azından asgari ücret almak ve sigortalı olmak isterseniz Serbest Bölge’de ya da Liman’da çalışmanız gerekiyor. Şiddet konusu ise araştırmamda çeşitli şekillerde ortaya çıktı. Ki bu benim de aslında pek beklemediğim bir veriydi. İlk olarak bir ustabaşı eşinin yaşıtı olan kadın işçiye hatalı ürün çıkardığı için bütün işçilerin önünde tokat atmış. Tokat yiyen kadın işçiyi ağza alınmayacak küfürler eşliğinde işten çıkarmış.  Bu bana kadının kendisi tarafından anlatıldı. Bir diğer şiddet öyküsü de şöyle;  “Patronun sevgilisi” olduğunun belirtildiği bir kadın işçinin, kendisini dövdüğünü anlattı vakayı yaşayan kadın. Ve ardından da işten çıkarılmış. Şiddet gören kadını koruyan hemcinsi de sırf arkadaşını koruduğu için işten çıkarılmış. Erkek ustabaşıların ya da personel şeflerinin kadın işçilere ilişkin tutumlarında ise genelde kadınları aşağılayıcı söylemler dile getirildi görüşmeciler tarafından. Örneğin regl olan bir kadın işçiye tuvalet izni verilmemiş ve kadın da doğrudan erkek ustabaşıya regl olduğunu ve ped takmak zorunda olduğunu belirtmiş. Ustabaşının kadına cevabı ise “S. git zaten kaytaracak yer arıyorsunuz olmuş! Bir farklı örnek ise kadın işçiler çok konuştuğu için işverenin kadınları yüksek sesle azarlayarak “Burası genelev mi?” diyerek bağırması! Bu verdiğim örnekler farklı fabrikalarda yaşanmış durumda.

Erkeklik telafi mekanizmaları

Kadına atfedilen toplumsal cinsiyet normları üretim sürecinde de aynı şekilde mi sürdürülüyor. Bu noktaları daha fazla ele almışsınız. Araştırmada asıl ilerlemek istediğiniz eksen miydi?

Şöyle; Toplumsal cinsiyet normları atölyede aktif olarak yeniden üretiliyor. Feminize bir sektörde çalışan erkekler açısından durum kadın iş arkadaşlarını meslektaş olarak görmek yerine “potansiyel cinsel partnerler” olarak görmeleriydi! İşverenler için kadınların neden tercih edildiğinden söz etmiştik. Söylediğim “uysallıkları” nedeniyle! Ancak işverenler eskisi kadar kadın işçi bulamadıklarından yakınıyorlardı. Bu yüzden erkek işçileri işe aldıklarını belirttiler. Yani kadınların tercih edildiği bir çalışma alanında erkek işçilerde çeşitli “erkeklik telafi mekanizmaları” işlemeye başlıyor atölye içerisinde. Bu da kadınları “iş arkadaşı” olarak değil, cinsellikleri üzerinden değerlendirmeleri çoğunlukta. Örneğin bir kadın işçi şöyle bir ifadede bulunmuştu; “İşçiler hep patronların, ustabaşıların gözünde oynaşılacak kadınlar!”

Covid’li olmalarına rağmen çalıştırıldılar

Kadınların kapitalist sermaye birikimi için uygun bir emek gücü oluşturmaları pek çok çelişkiyi barındırıyor. Evrensel olarak “işçi” olmaktan ziyade kendilerini “ev kadını” olarak tanımlamaları sizin tespitiniz. Burası da hayli dikkat çekici..

Evet. Ataerkil ideoloji nedeniyle kadınlar da kendilerini işçi olarak değil, büyük oranda “ev hanımı” olmak üzerinden tanımlıyorlar. Bu da, kadınların hem daha düşük ücretleri hem de güvencesiz çalışma koşullarını kabul etmesini kolaylaştırıyor. Çünkü kendi gelirlerini eşlerine “destek olmak” üzerinden tanımlıyorlar. Ailenin “temel geliri” olarak değil…

Sizin bir akademisyen olarak dikkatinizi çeken farklı bir nokta var mı?

Araştırmam kapsamına değil ama “virüsten koruyan maskeleri” üreten kadınlara  dair ilginç bir duyum aldım. Bölgedeki sendika yetkilisi, maske diken kadınların fabrikada covidli olmalarına rağmen çalışmak zorunda kaldığını bana anlattı.

Konfeksiyonda çalışan kadın profili genel olarak kırdan kente göç etmiş ve tek maaşla geçinemeyen ailelere sahip bireylerden mi oluşuyor?

Evet, ayrıca boşanmış kadınlar arasında da, evi tek başına geçindirme sorumluluğu nedeniyle konfeksiyonda çalışma yaygın.

Paylaş:

Benzer İçerikler

Bu yazı sadece bir kitap eleştirisi değil. Hülya Osmanağaoğlu, TYÜ kuramını temel alan bir feminist mücadele ile patriyarka – patriayarkal kapitalizm – kapitalist patriyarkayı temel alan feminist mücadele arasındaki temel ayrım, gündelik hayatımızdaki erkek egemenliğini merkeze koyarak bütünlüklü bir mücadele vermek ile sermayenin gündelik hayatımızdaki belirleyiciliğini merkeze koyarak mücadele vermek arasındaki farkta somutlanıyor, tespitini tarihsel analizle de harmanlayarak TYÜ tartışmalarına yeni bir boyut getiriyor.
AKP iktidarı İş Kanunu’nda değişiklikler yapmayı planlıyor. Yapılan değişikliklerin işçilerin değil sermayenin çıkarları doğrultusunda olacağını önceki deneyimlerimizden biliyoruz. Arkadaşımız Nesrin, İş Kanunu’nun tarihçesini ve imzalanmayan ILO sözleşmelerini anlatıyor.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!