Şerife

İpek Duben’in bütün işlerinin yer aldığı Salt Beyoğlu’nda bulunan “Ten, Beden, Ben” isimli serginin (8 Mayıs’a kadar gezilebilir) benim açımdan en dikkat çekici işi kişisel tarihimle de ilgili olan “Şerife” (1980-1981) serisi oldu. Bir desen ve on bir resimden oluşan seri, Duben'in yerel bir bağlamda göç, "öteki"ne bakış ve toplumsal cinsiyet konularını ele aldığı ilk işi olarak geçiyor.
Paylaş:
Feryal Saygılıgil
Feryal Saygılıgil
s.feryal@gmail.com
Feryal Saygılıgil   s.feryal@gmail.com       

İpek Duben’in bütün işlerinin yer aldığı Salt Beyoğlu’nda bulunan “Ten, Beden, Ben” isimli serginin (8 Mayıs’a kadar gezilebilir) benim açımdan en dikkat çekici işi kişisel tarihimle de ilgili olan “Şerife” (1980-1981) serisi oldu. Bir desen ve on bir resimden oluşan seri, Duben’in yerel bir bağlamda göç, “öteki”ne bakış ve toplumsal cinsiyet konularını ele aldığı ilk işi olarak geçiyor.

Duben, kız kardeşinin evine temizliğe gelen Şerife’nin başsız ve bedensiz portreleri için pazardan satın aldığı bir elbiseyi doldurup canlı modelin yerine koyuyor ve böylelikle Şerife’nin temsilî bir modelini yaratıyor. Seri, kadın emeğini ve özellikle gündelikçi kadınların emeğinin görünmezliğini gündeme getiriyor. Elbiseler duygu durumlarına göre bedenlerin kıvrılışını, gerginliğini de yansıtıyor. Elbisenin içinin boş olması ama kaskatı ya da daha esnek biçimde boşlukta salınması kadınların varlık olarak görünmezliğini de vurguluyor. Feminist bir duruşu yansıtan resimler, sınıf ayrımına da işaret ediyor.

Diğer seri ise, bir gazete küpüründen yola çıkan “Adale Adam” (1988) üçlemesi. Seride kaslarıyla böbürlenen, çıplak gövdesini teşhir etmekten kaçınmayan bir erkek figürü var. Şerife’nin düzgün hâlinin aksine, dimdik gövdeleriyle resmin yüzeyini kaplayan bu anonim adamlar tehditkâr görünümdeler. Sergide peş peşe yer alan bu iki seri, toplumsal cinsiyet temelli beden temsilleri arasındaki eşitsizliğe dikkati çekmekte.

Neden evine gitmek istemezdi…

Bu iki serinin beni özellikle etkilemesinin nedeni ise, çocukluğumda anneanneme temizliğe gelen gündelikçi Şerife’yi çağrıştırmasından: Şerife 70 yaşlarında, yorulmak bilmeyen, pek fazla konuşmayan, çok az yemek yiyen, oldukça zayıf bir kadındı. Anneannem onu çok sever; “Şerifem” der, inanılmaz ölçüde detaylı, büyük bir titizlikle gece geç saatlere kadar çalışmasına üzülür, belli bir saatten sonra evine bir an önce dönmesi için ısrar eder, ayrıca taksi parası vermeye çalışırdı. Neden evine bir an önce gitmek istemezdi hiç bilmezdim. Sergide yer alan tehditkâr erkek figürleri bana tam da anneannemin bu ısrarının, onun için kaygılanışının nedenini, Şerife’nin çalıştığı evlerden gecenin geç saatinde çıktığında evine nasıl dönmüş olduğu üzerine düşündürdü.

Anneannemle geliştirdikleri ortak dil

Şerife’nin bir gün ölüm haberini aldık. Çalıştığı evlerin birinde arap sabunuyla yerleri silerken kalp krizi geçirmiş (bu ayrıntıyı hatırlıyorum çünkü o geldiğinde anneannemin evi mis gibi arap sabunu kokardı). Bedeni iflas etmiş, kalbi bu kadar çalışmaya dayanamamıştı. “Ah ah! Vah vah,” edilerek geçiştirildi sanki bu ölüm haberi. Üzerine çok düşünülmedi. Anneannemin Şerife gibi birisini bulamayıp da kendisi ev temizliğine girişince “ah neredesin Şerifem” nidaları dışında evde adı geçmez oldu Şerife’nin.

Aradan yıllar geçmesine rağmen kadın emeği üzerine bir şeyler okurken, düşünürken Şerife hep aklıma gelir. Anneannemle Şerife arasında o günlerde ne olduğunu tam çözemediğim bir ortak yan vardı. Dedem de ben de duymayalım diye bir kenarda fısıldaşıp dertleştiklerine çok tanık olmuştum. Birbirleri için kaygılanıp üzülüyorlardı; bazen de birlikte kahkahalarla gülüyorlardı. Çocuk halimle pek de anlayamadığım bir dil geliştirmişlerdi sanki: Sadece kadınların bildiği bir dayanışma dili…

Paylaş:

Benzer İçerikler

Kadınların Göç Hafızası Sergisi Tütün Deposu’nda 6 Mart-6 Nisan’da ziyarete açıldı. Bu sergide; beş göçmen kadın sanatçının sadece tabloları değil, gündeliğin göçmenlikle nasıl dağıldığının şahidi olan kişisel eşyaları da yer alıyor.
Toplumsal Tarih Şubat sayısında “ezberleri sorgulayan emek tarihini ele alırken” feminist tarihçilerin makalelerine yer veriyor. Bunun yanı sıra erkek tarihçiler de bu kez kadınları görmezden gelmemişler. Hadi hayırlısı, diyelim…
Caliban ve Cadı isimli eseriyle tanıdığımız maddeci feminist, otonomist, aktivist ve akademisyen Silvia Federici, ‘Ücret Patriyarkası’* isimli kitabıyla bu kez bize Marx’ın temel metinlerini tekrar gözden geçirme ve patriyarkanın ücret halini tartışma imkânı sunuyor.
“Genel olarak masallarda, kadın ve erkeğin, toplumsal cinsiyet rolleriyle uyumlu biçimde konumlandırıldığını görüyoruz. Buna göre; kadınlar daha çok evdedir, bekârsa beyaz atlı prensi ya da şehzadeyi beklemektedir evlenmek için. Pek çok masalda, kadın ev dışında var olabilmek için erkek kılığına girmekte, ancak erkek gibi göründüğünde bir işte çalışabilmektedir.”
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!