Son zamanlarda her yerde karşımıza çıkan yeni bir kavram var: “Sessiz istifa.” Özellikle pandemide işgücüne katılan 20’li yaşlardaki gençlerin yarattığı bu akım, “işte en azını yapmak, yapılması gerekenler dışında hiçbir şey yapmamak, özel hayatı korumak ve daha az sorumluluk almak” olarak tanımlanıyor. Sessiz bir vazgeçiş süreci aslında.
Peki, nereden çıktı bu akım? Nasıl yayıldı? Pandeminin bunda nasıl bir etkisi oldu?
İşçilerin, özellikle de gençlerin “sessiz istifa”ya yönelmesinin altında yatan nedenler neler?
Neden kadınlar sessiz istifaya daha meyilli?
Bazı medya organlarında lanse edildiği gibi bu akım “çözülmesi gereken bir sorun” mu, yoksa olması gereken mi?
Merak ettik, tüm bu soruların peşine düştük. Akademisyen Ece Öztan, beyaz yakalı işçilerin örgütü Plaza Eylem Platformu ve sessiz istifayı uygulamış/uygulayan kadın işçilerle konuştuk.
TikTok’ta başladı ama aslında yeni değil
Pandemi geleneksel çalışma biçimlerini değiştirdi, evden çalışma yaygınlaştı. Patronlara evde olduğumuz için “her an çalışabilir durumda” olmamız gerektiğini düşündüren, olur olmadık saatlerde umarsızca mail bombardımanına tutulduğumuz bir dönemde, Z kuşağı olarak bilinen gençler, sosyal medyada etiket oluşturarak “sessiz istifa” akımını başlattı. İlk olarak TikTok’ta görülen bu akım hızla yayıldı ve şimdi tüm dünyanın gündeminde.
Akademisyen Dr. Ece Öztan, kelime dağarcığımıza yeni girse de aslında sessiz istifanın yeni bir fenomen olmadığını belirtiyor:
“Sürekli çalışma, meşguliyet ve verimlilik kültürüne, uzun çalışma saatlerine karşı bir akım bu. Çin’de 2021’de sürekli rekabet ve aşırı çalışma kültürüne karşı yeni çalışmaya başlayan kuşakların başlattığı ‘tang ping’, yani yatış hareketi de benzer bir isyandı. Konunun sosyal medya üzerinden ve özellikle gençler tarafından dile getirilmesi önemli ve nesiller arasındaki ilişkilere dair de bize bir şeyler söylüyor elbette. Ancak unutulmamalı ki bu yepyeni bir olgu değil, çalışan örgütlenmelerinin mücadele alanlarından biri.“
Öztan’a göre meselenin yeni olan tarafı ise şu:
“Neoliberal politikaların emeğin haklarını yıllardır aşındırması sonrasında yeni kuşakların ne yaşamlarını bağımsız bir şekilde yürütecek maddi güçleri ne de bir emeklilik tahayyülleri olabiliyor. Adeta çocukluktan çıkmalarına elvermeyen maddi bir gerçeklik içerisinde yaşıyorlar. Bizden önceki kuşaklarda emeklilik ikramiyesi ile ev almaktan bahsedilebilirdi en azından. Şu anda örneğin Türkiye’de ücretli çalışanlar açısından bunun imkânsızlığı ortada. Çalıştıkları halde ailelerinin yanında yaşamak zorunda kalan yetişkinler artıyor. Çalışanların haklarındaki aşınmalar öyle bir noktaya ulaştı ki, önceki kuşaklarda gördüğümüz ‘çok çalışırsam, ileride…’ ya da ‘sabredersem emeklilikte…’ tarzı bir motivasyonları da ortadan kaybolmuş görünüyor.”
Dolayısıyla bu kuşakların, yaşamlarının “şimdi ve burada yaşadıkları şeyden” ibaret olduğunun belki de daha çok farkında olduğunu söyleyen Öztan, “Bu nedenle aslında çalışma yaşamının değişimine ilişkin taleplerinde de bazı farklılıklar olabiliyor. Bu kuşkusuz ayrı bir konu, ama sessiz istifa akımı ile de bir şekilde ilişkili. Daha iyi bir yaşam savunusu olarak görmek mümkün aslında sessiz istifa tanımlamasını” diye konuşuyor.
Sorun olan, aşırı çalışma kültürü
Bu tanımlamadaki “istifa” vurgusunun yanlış anlaşılabildiğine de dikkat çekiyor Öztan. “Bu vurgu, sanki iş yaşamına dair bir eksiklik, gerekenleri yapmama ya da yeterince çalışmama gibi algılanmasına sebep olabiliyor. Sessiz istifa iş yapmamak, işten kaçmak falan değil. Aşırı çalışmaya, tükenmişliğe, mesai saatlerinin belirsizliğine ve uzunluğuna karşı bir sınırlama ihtiyacı. Bu anlamda en temel çalışan haklarına ilişkin bir hatırlatma” ifadelerini kullanıyor.
Öztan, çözülmesi gereken sorunun sessiz istifa değil, aşırı çalışma kültürü ve çalışanların tüm hayatlarını yutan iş yaşamı olduğunu vurguluyor:
“Özellikle iş ve yaşam arasındaki sınırların dijital araçlar aracılığıyla silinmesi, esnek çalışmanın çalışanların iş-yaşam dengelerini sağlamak için değil de sürekli ve her yerde çalışmak, her zaman erişilebilirlik olarak pratik edilmesi çok büyük sorun. İşyerlerinde sadece çalışma saatleri bakımından değil; iş-yaşam düzenlemeleri, çalışan sağlığı ve esenliği, kapsayıcı bakım kültürü bakımından değişmesi gereken çok şey var.”
Çalışanların sessiz istifayla insanca yaşama ve çalışma hakkına sahip çıktığını söyleyen Öztan, “Buradaki ‘istifa’ tanımlamasını, sermaye karşısında bir taktik gibi görmek mümkün. Sendikal haklar ve örgütlenme pratiklerinin aşındığı dönemlerde, bu jargon ve dili de tanımamız ve anlamamız önemli” diyor.
Pandemi kadınların yükünü kat kat artırdı
Youthall Türkiye’nin “sessiz istifa” araştırmasında, kadınların yüzde 68,6, erkeklerin ise yüzde 58,7 oranında sessiz istifaya yatkın olduğu ortaya çıktı. Sessiz istifa nedeni olarak kadınlarda iş ve özel yaşam dengesini kuramama, erkeklerde ise düşük ücret öne çıkıyor. Peki, bu veriler bize ne söylüyor?
Dr. Öztan, iş-yaşam dengesi bakımından kadınların üzerinde muazzam bir yük olduğuna dikkat çekiyor. Pandemi döneminde bu yükün daha da arttığının altını çizen Öztan, “Türkiye’de Zaman Kullanım Anketleri’ne göre, ücretli bir işte çalışsalar dahi kadınların bakım işine ayırdıkları günlük ortalama zaman, 3,5 saatten fazla. Çalışan erkeğin ise aynı işe ayırdığı zaman, ortalama 45 dakika dolayında. Yani çalışan kadın, çalışan erkeğe oranla 5 kat daha fazla bakım işine zaman ayırıyor. Bu çok büyük bir uçurum. Dolayısıyla sürekli çalışma kültürü, uzayan mesai saatleri ve esnek çalışma rejimleri ile ev yaşamını yutan bir iş yaşamının, kadın çalışanlar açısından yükleri nasıl artırdığını tahmin etmek zor değil” diyor.
Öte yandan özellikle ücret düzeylerindeki düşüşlerin, genç kuşakların ailelerinden bağımsızlaşamamaları gibi bir olguya yol açtığına değinen Öztan, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Meselenin hem toplumsal cinsiyet ve sınıf ilişkileri hem de farklı kuşaklarla ilgili önemli boyutları var. Hane yapıları değişiyor ve ataerki ile kapitalizm de bu yeni formlar içerisinde şekilleniyor. Bu nedenle kadın ve erkek arasındaki bu farkları yorumlarken aslında toplumsal cinsiyet eşitliği yönünde dönüşümlerin, erkek çalışanların, özellikle genç kuşakların haklarını savunmak için de ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Daha fazla zaman, daha iyi bir yaşam dengesi, daha çok özgürlük için çalışma yaşamının, aşırı çalışma yükü ile uzun çalışma saatlerinin değişmesi şart. Cinsiyet eşitliği önündeki en temel engellerden biri de bu çünkü.”
Rekabetçi sistemden bir kopuş
Plaza Eylem Platformu, sessiz istifa adı verilen süreci, “rekabeti öven ve çalışanın kişiliğine de referans vererek onu tüm benliğiyle işe koşmayı hedefleyen sistemden bir kopuşun gerçekleşmesi” olarak tanımlıyor. Bu sürece yol açan etmenleri ise şöyle özetliyor:
“İş dünyasının ve sermayenin uzun yıllardır kariyere yüklediği anlam, vadettiği yükselme basamaklarının artık mevcut olmaması, ‘sevdiğin işi yap’ gibi görünüşte çok çekici olan bir söylemin aslında çalışanın tüm hayatını iş hayatına çeviriyor olması ve bu illüzyonun çöküşü.”
Platforma göre bu süreç, hiçbir zaman hâlihazırda işverenler tarafından yaygın olarak yürütülen performans baskısı, mobbing gibi mekanizmalardan azade değil; hatta bu süreçlerin cisimleştiği ve sonuçlandığı bir aşama bu:
“Medyada yer alan bazı haberler, bunu çalışanın kararlılıkla devam ettirebildiği bir süreç gibi lanse ediyor, fakat aslında dikkat edilirse verdikleri örneklerde sonuç hep istifaya bağlanıyor. Yani buradan çalışanların işle yeni bir başetme yöntemi elde ettiğini çıkarmak oldukça zor. Öte yandan çıkan yazılarda mesai saatleri dışında çalışmayı reddetmek, e-maillere bakmamak, iş tanımı dışında kalan talepleri yerine getirmemek gibi kavramların söylemsel olarak yaygınlaşması elbette her zaman olumlu bir şey. Öyle ki insan kaynakları danışmanlığı yapan firmalar, buna önlem almak için sessiz istifa uygulayan çalışanların ‘vasat, kariyerinde asla ilerleyemeyecek’ kişiler olduğu yönünde açıklamalar yapmaya şimdiden girişmiş durumdalar.”
Toplu bir kazanıma yol açması zor
Platform, sessiz istifanın çalışanların sorunlarını çözebileceği kanısında değil. Çünkü “çalışma ilişkisinin özündeki sınıfsal eşitsizliğin hiç sorun edilmediği ve kolektif bir hareketin sağlanamadığı bir itiraz mekanizmasının toplu bir kazanıma yol açması zor görünüyor.” Yine de çalışanlar açısından bu akımın, ‘ruhsal sağlık’ konusunun çalışma hayatının bir parçası olarak değerlendirilmesi, işçi sağlığı ve iş güvenliği başlığı altına alınmasını talep etmek için bir fırsat olarak değerlendirilebileceğini savunuyor.
Anlatılan benim hikâyem
Peki, sessiz istifa sürecini yaşamış veya şu an bu süreçte olan kişiler ne düşünüyor? Bu kararı nasıl ve neden aldılar, nasıl hayata geçirdiler?
Bu soruların yanıtlarını bulmak için size iki kadının deneyimi aktaracağız. Bunlardan biri benim.
Konuyu araştırırken, aslında bu akım başlamadan çok önce sessiz istifa süreci yaşadığımı anladım. O dönemler bir dershanede yönetici olarak çalışıyordum. Her yıl öğrenci kayıt döneminde işverenle yeni hedefler belirleniyor ve bu hedeflere ulaşıldıkça prim alacağım söyleniyordu.
Kapitalizmin sınırlı kaynakları sınırsız tüketmesi gibi, işverenim de benim sınırlı emeğimi sınırsız tüketmeye çalışıyordu. Söz konusu hedeflere ulaşılabilmesi için gerekli olan iş ekibinin oluşturulmaması, fiziki olarak kötü görünen dershaneye herhangi bir yatırım yapılmaması vb. koşullarda benden mucize yaratmam bekleniyordu.
Öğrenci kaydı alabilmek için yani işimi yapabilmek için yeni fikirler ile gittiğimde bunların yeni gider kalemi olması nedeniyle yapılmadığını görmek, 60 saat ve üzeri çalışmama rağmen mesai sonrası gelen mesaj ve aramalar, çok düşük ücretle çalışıyor olmak ve pandemide evden çalışmamıza rağmen sanki çalışmıyormuşuz da maaş alıyormuşuz hissi yaratmaları, benim sessiz istifamı başlattı.
Peki, neler yaptım? Asla yeni bir öğrenci kayıt fikriyle gitmedim, zaten masraflı olacak hiçbir fikre açık değillerdi. Masrafsız bir fikir bulurlarsa iş tanımım gereği uygulardım ama benden istediklerini kendileri de bulamadı. İşimin gereği olanı yaptım. Mesai saatleri dışında gelen mesaj ve aramalara cevap vermedim.
İşyerim, pandemide kapanan yerlerden biri oldu ve benim sessiz istifa sürecim de böylece son buldu. Tazminatımı aldım ve kendime bu koşullarda bir daha asla çalışmama sözü verdim.
Dikkat edin; dershane, kurs tarzı yerlerde hep bekâr ve genç kadınlar çalışıyor. Evli kadınlar, eve geç saatte gitmesi sorun olur veya çocuğu varsa sürekli izin ister korkusuyla genellikle işe alınmıyor. Erkekler ise bu kadar uzun iş saatlerine karşılık verilen üç kuruş maaşı kabul etmiyorlar. Patronlar da “Düşük ücrete kadın işçi çalıştıralım, hatta bakım yükü olmayan birini bulalım ki kendini işe adayabilsin” mantığı güdüyorlar. Bu zihniyetteki işverenler maalesef kapitalist patriarkal sistemi tıkır tıkır işletiyor.
Çalışıyorum ama ihtiyaçlarımı karşılayamıyorum
Bir sivil toplum kuruluşunda çalışan 25 yaşındaki Simge[i] ise yaklaşık iki aydır sessiz istifa sürecinde. İşle ilgili motivasyonunun kırıldığını söylüyor. “Yeni bir öneriyle gittiğimde ciddiye alınmadığını görmek, bana alan açılmadığını ve işin yeni bir şey öğretmediğini, tamamen statikleştiğini görmek ve ücretimin düşüklüğü nedeniyle bu kararı aldım” diyor.
Simge, sessiz istifayı nasıl uyguladığını ise şöyle anlatıyor: “Normalde bir günümü alacak bir işi iki günde bitirmeye çalışıyorum. Çünkü bir günde işi bitirsem de bir karşılığı yok. Artık yeni bir fikirle işverene gitmiyorum son bir iki aydır.”
Sessiz istifanın Z kuşağında görülmesinin, alım gücünün çok azalmasıyla bağlantılı olduğunu belirten Simge, “Geçmişte, çalışıyorsan bir şekilde poşet poşet alışveriş yapabiliyordun, ailemden falan hatırlıyorum. Çalışarak en azından ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlardı. Ama şu an ben çalışıyorum ve ihtiyaçlarımı karşılayamıyorum” diye konuşuyor.
Fotoğraf: Pixabay
[i] Gerçek ismi değil.