seviyoruz, terk etmiyoruz, değiştireceğiz

“futbol oynamayı erkeklere bırakmamaya kararlı çok kadın var, bence bu kadar eğlenceli bir şeyi izlemeyi de onlara bırakmamalıyız. daha genel söylersem, hiçbir şeyi, erkeklere, erkek ideolojisinin vücut bulmuş hali olan faşistlere bırakmamalıyız. dünya, kendimize steril yaşam alanları kurarak değişmeyecek.”
Paylaş:
ayşe düzkan
ayşe düzkan
ayseduzkan@hotmail.com

bu yazının girişi biraz öznel, sıkılırım diyenler, ilk arabaşlıktan devam edebilir. istanbul’da doğup büyüdüm ama yazları babamın memleketi olan izmir’e gider, babaannemin, o zaman belki de sadece mubadiller arasında kullanılan adıyla karantina’daki evinde zaman geçirirdik. babam ve iki ağabeyi, gençlik yıllarında altınordu’da futbol oynamışlardı, hatta “okumasına” engel olur diye babamı futbol sevdasından vazgeçirmeye çalışan ağabeylerinin, bir maçın ortasında sahaya çıkıp onu biraz da hırpalayarak çıkarttıklarına ve bunun futbol hayatının sonu olduğuna dair bir aile efsanesi var. kulübün kurucusu sait altınordu küçük amcamın en yakın arkadaşıydı, ikili izmir’in en fiyakalı delikanlıları arasındaydı. babaannem evişlerine falan pek meraklı olmayan bir kadındı, sinemaya bayılırdı. o yıllarda izmir’de maçlar kadınlara bedavaydı, yazları istanbul takımlarıyla izmir takımları arasında fuar maçları olurdu. bunlara ailecek gidilirdi, galatasaray ve göztepe arasındaki bir maçta başlangıç vuruşunu, fuar’da sahne almaya gelmiş olan fatma girik yaptı, sarı ispanyol paça pantolon ve kırmızı kayık yaka bir bluz giymişti. mahalledeki açıkhava sinemasındaki hiçbir filmi kaçırmayan babaannem fatma girik hayranıydı ve onu daha iyi görebilmek için tribünde oturağın üstüne çıkmış, o sırada, uzun paçalı donunun görünmesi, oğulları arasında yıllarca alay konusu olmuştu. babaannem oğulları ve arkadaşlarıyla futbol konuşmayı severdi. izmirli genç kızların ilgi alanlarından biri izmirli futbolculardı. lafı uzatmayayım, futbolun kadınlara göre olmadığından habersizdik.

ya bugün?

dünyanın birçok yerinde futbol tribünlerinde kadınların erkeklere oranı yükseliyor; yani parlamentolardaki kadar. türkiye’de de tribünlerde gördüğümüz kadın sayısı artıyor. maç izlemek daha ucuz bir şey olsa bu artacaktır; maç yayını yapan mekânlarda da çok fazla kadın görüyoruz. ama yukarıda andığım dönemle bugün arasında, kadınların tribünden, oyundan çok uzak olduğu, tutulduğu geniş bir dönem var. bunun sebebi ne olabilir?

özellikle 1980 sonrası, tribünlerin politikleşmesi, takımlara olağandışı anlamlar yükledi, o olağandışı anlamların tamamı çoğunluktaki erkekleri ifade ediyordu, öfke kontrolü eksik, şımarıklığı yüksek, psikopat falan olmayan erkeklerin “psikopat”lığının bir mertebe sayılması gibi unsurların yer aldığı bir kültür inşa edildi tribünde. çok yasak vardı, bunların içinde uğraşılması en güvenli olanlar, ağzını bozma, stada içki, yasaklı madde sokmaktı.

bir de dil var tabii

geçmişte tribünlerde bu kadar fazla küfür edildiğine şahit olmadım. ama tribün dışında hatta karma ortamlarda da geçmişte bu kadar sık ve ağır küfür edilmezdi. ağır küfürlerin nasıl meşrulaştığını hatırlayamıyorum, tek etmen değildir ama mizah dergilerinin rolü olduğuna eminim. devam etmeden şunu söylemek isterim. bana sorarsanız, cinsiyetçiler de dahil olmak üzere küfür kadınların hakkı çünkü bu ifadeler kadınların dilinde birer metafor sadece. devam edeyim: sadece seks işinde ve gece hayatında çalışanlar değil, genel olarak işçi sınıfından kadınların küfür kullanabildiklerine, cinsellik üzerine, cinsel metaforlarla konuştuklarına şahit oldum. küfür edilen ortamda bulunmama hakkı, belli bir (sınıfın değil) gelir grubunun lüksü. ama bir yandan da, küfürlere aşinalığın, kullanabilme maharetinin kadınlara güç verdiği aşikâr. her kadın bunu yapmak zorunda anlamında demiyorum bunu ama özgürleşmenin binbir patikasından biri de bu.

tribüne dönersek, oradaki dilin cinsiyetçi olduğuna şüphe yok ama hayatın başka alanlarında da böyle ve geçmişte daha da fenaydı, kadınların ve lgbti+’ların varlığı, görünürlüğüyle değişmeye başladı. dil, yasaklayarak ya da uzak durarak değişmez, içine girip tersyüz ederek değişir ve bu zaman alır.

üç f efsanesi

portekiz’in -son zamanlarda faşistlere verilen isimle- totaliter başbakanı salazar’a atfedilen bir söze göre, portekiz’i üç f sayesinde yönetebilmiş; bunların ilk ikisi futbol ve fado. üçüncüsü konusunda orijinal ifadenin fatima yani katolikler için kutsal olan bir hac yeri olduğu ve dini simgelediği iddia edilse de, türkiye’de fiesta yani eğlence olarak söylenegeldi. böyle aforizmaları daha anlaşılır kılmak için küçük modifikasyonlar gerekiyor sanırım. fado, bilindiği gibi, türkiye’nin arabeskine atfedilen, kadercilik vb. unsurlar içeren hüzünlü şarkıların oluşturduğu bir portekiz halk müziği türü.

üçünün de halkın ilgi alanında olduğuna şüphe yok ama yönetmek için bunlar yetiyorsa, salazar neden o kadar baskı uygulamak zorunda kaldı?

fenerbahçe taraftarının, aziz yıldırım’ın hapsedilmesini de içeren süreçte politize olduğunu da hatırlatarak bu klişeyi bir kenara bırakmamızı rica ediyorum.

peki endüstriyel futbol?

ekranlarda, tribünlerde izlenen futbol spor başlığı altında ele alınamaz, oynayanlar spor yapıyor ama biz eğleniyoruz. o yüzden “maç” entertainment/eğlence sektörünün de parçası. yine bu futbol, müzik, sinema ve aklımıza gelebilecek başka eğlence biçimleri gibi endüstriyel. endüstriyel olmayanı yani düzenli ve ağır antrenman yapan, yüksek kondisyonu olan oyuncuların olmadığı maçları izlemek aynı keyfi vermez. bu işin başka türlü örgütlenmesi mümkün müdür; başka bir dünyanın mümkün olması kadar mümkündür tabii. ama her şeyi de laik “ahirete” ertelemeyelim bence. futbolcular, yetenekleri, çalışma azimleri ve hırslarıyla orantılı olarak olağanüstü paralar kazanıyor ama bu işin kolay olduğunu düşünmek doğru değil. ağır antrenmanlar, belli beslenme, uyku düzeni bir yana, maçlarda tekmelenme, sakatlanma olağan durumlar.

bugün erkek futbolu kadın futbolundan daha fazla izleniyor ama kondisyon, oyun kurma, hız ve diğer hünerler açısından aradaki fark hızla kapanıyor. ancak kadın futboluna yapılan yatırım erkek futbolunun çok gerisinde. bu açıdan 2019 kadınlar dünya kupası bir dönüm noktası oldu, fifa ve uefa bu branşa büyük yatırım yapma kararı aldı. o kupanın yıldızlarından abd’li magin rapinoe’yu hatırlarsınız. türkiye’de, kadın voleybolundaki başarının kadın futboluna olan ilgiyi de artırdığını hatırlatayım. yani futbol oynamayı erkeklere bırakmamaya kararlı çok kadın var, bence bu kadar eğlenceli bir şeyi izlemeyi de onlara bırakmamalıyız. daha genel söylersem, hiçbir şeyi, erkeklere, erkek ideolojisinin vücut bulmuş hali olan faşistlere bırakmamalıyız. dünya, kendimize steril yaşam alanları kurarak değişmeyecek.

kimi tutacağız biz?

futbol izlemekten zevk almanın illa takım tutmakla mümkün olduğunu düşünmüyorum. bu rekabeti merkeze alan kapitalist bakış açısının ürünü. ama bir takım tutmanın, transferleri, oyuncuları, oyuncuların saç modellerini falan takip etmenin, tatlı bir magazin keyfi var, özellikle hetero kadın ve eşcinsel erkekseniz… hani 22 kişi bir topun peşinde diye burun kıvırıyorlar ya, onu 22 yakışıklı olarak düzeltmeyi öneriyorum.

milli maçlarda yükselen milliyetçi dalganın faşistler tarafından araçsallaştırıldığı muhakkak. ayrıca, türkiye cumhuriyetinin zulmüne maruz kalmış her topluluğun, halkın, türk milliyetçiliğinin her türüne karşı nefret duyması gayet anlaşılır bir şey. bu tepkiyi nasıl ifade edeceğiz?

mehter marşları falan, kendi kendilerini epeyce maskara ediyorlar, onu teşhir etmekle başlayabiliriz. ama gerçek hayatta ve sosyal medyada önüme çıkan, türkiye’den çok farklı olmayan rakiplere destek içeren sözleri anlamakta güçlük çekiyorum! türkiye’yi “tutmayabilirsiniz” tabii ama örneğin avrupa’nın geçmişte sömürgeci, bugün emperyalist devletlerinden olan hollanda’yı “tutmak” politik olarak ne anlama gelebilir?

son olarak şunu hatırlatmak istiyorum, türkiye-avusturya maçı, kayseri’yi, antep’i, hepsi bir arada asgari ücrete temmuz’da zam yapılmamasını ve emekli maaşlarına yüzde 25’den az zam yapılmasını unutturdu. bu ağır gerçeği gündemde tutmak, belki sosyal medyada tepki vermekten daha etkili olabilirdi. örneğin berlin’deki tribünlerde buna veya kayyuma ilişkin pankartlar görsek fena mı olurdu?

Fotoğraflar: Anadolu Ajansı

Paylaş:

Benzer İçerikler

feministlerin kadınlar için geliştirdiği savunma sanatları var. ben de yıllar önce mor çatı’da, bir wendo kursuna katıldım. öncelikle, herhangi bir feminist savunma sanatına dair teknikler erkeklerin ulaşabileceği herhangi bir mecrada paylaşılmaz. internette önümüze çıkan şeyleri dikkate almamakta yarar var. çünkü saldırganların kolayca ulaşabildiği savunma teknikleri işimize yaramaz.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!