Bahar Gök bihargok1982@gmail.com
“Anlatmaya başlayınca hem öfkeleniyor, hem yıllar içinde “alıştığım” ya da “unuttuğum” ayrıntılar geliyor aklıma. O yüzden burada noktalamak değil ama kalemi eline alıp bu hikâyeyi devam ettirecek, yaşadıkları tecrübelerle zenginleştirecek kadın işçiler için bir virgül koymak istiyorum.”
Eğer süreç patronun sendikayı kabul etmek zorunda kalmasıyla sonuçlanırsa, sendika işyerindeki temsilcileri ilk elden atama yoluyla belirler. Prosedür uygulanırken atılan işçileri geri almaya direnç gösteren patronlarla genellikle uzlaşılır- bu tutum pek çok işçiyi sendikalardan soğutan etmenlerin başında gelir-, ücretle ilgili talepler öncelik kazanır. İşe geri başlayan işçiler olsa dahi içlerinde asla öncü işçi yoktur. –İstisnalar var ancak onlarca işyeri içerisinde bir iki işyeri için konuşulabilir bu durum. Yine sendikacıların çıkarları doğrultusunda yapılan hesaplardan dolayı alındığını bildiğimiz bu örnekler için kazanım demek tartışılır. Ancak alınan işçilerin hayatları açısından önemi oldukça büyük.-Sendikayla masaya oturmuş olmasına rağmen patronlar sürecin faturasını işçilere kesmenin yollarını bulur. İş Yasası’nın herhangi bir maddesine yaslanarak işçileri, özellikle hala öncü konumunda olan işçileri tek tek işten çıkarır. Çoğunlukla da tazminatsız olur bu çıkarılmalar. Çıkarılan işçinin yasal yollara başvurmasına destek olan sendikacılar bazen kısa, bazen uzun vadede işçinin kıdem ve ihbar tazminatını almasını sağlar. Bir kazanım olarak ceplerinde durur çünkü en azından tazminatını aldırmış olurlar ancak o işçiyle bir daha kolay kolay yolları kesişmez. Çünkü işçi disiplinsizlik yapmıştır, görevlerini ihmal etmiştir, arkasında durulamaz.
Misal, fabrikanın dışına –yaptığı işle ilgili olarak-çıkan işçi mola saati haricinde bir sigara yakıp birkaç nefes çektikten sonra atmış ve kameralardan tespit edilmiştir. İnsan Kaynakları hızlıca işçi hakkında bir defaya mahsus olarak tutanak tuttuktan sonra tazminatsız çıkışını vermiştir. Kameralarla tespit edilmeyeymiş halledilirmiş ama ispat varmış filanmış, falanmış. Sonuç olarak birkaç yıl içerisinde ilk örgütlenmeyi gerçekleştiren işçilerin büyük kısmı artık o işyerinde yoktur. Zamanla gözden kaybolan bu işçileri bir daha aktif olarak bir sendikal çalışmanın içerisinde görmek çok zordur. Onlar, güven duygusu zayıflamış şekilde, yaşadığı sürecin artırdığı ekonomik yükü de omuzlayarak hayatına devam eder.
Sendika ve patron temsilcileri el ele
Çalışanlar içerisinde sendikayla keskin tartışmalara girmekten kaçınan, temsilcilerle ilişkilerini iyi tutan, farklı fikirleri olsa dahi dile getirmeye gerek duymayan bir kitle, çalışma yaşamına devam eder. –İşçilerin çoğunluğu mecburdur bahsi geçen şekilde davranmaya. Deneyimlerinden çıkarmışlardır bu dersi, niyet sorgulaması yapmak haddimiz değil.- Buna rağmen hala hizaya çekilememiş işçilerle ilişkiler sınırlandırılır yaşadığı ufak ve çözülebilir sorunların büyütülmesi sağlanır, çözümsüz kılınır. Bunun üzerinden bir taraflaşma yaratılır, sendika uzmanları da bu sürece dahil edilir- çünkü örgütlenen herhangi başka bir işyerinde olduğundan farklı olarak, para aldığınız sendikayı eleştiremezsiniz- türlü bahanelerle sendikal çalışmanın dışında bırakılır, işe alımlarda onların yardımcı olmaya çalıştığı insanlar mülakatlara da çağırılmazlar. Bir sebebi de işyerindeki temsilcilerin zamanla işyeri içerisindeki sendikal çalışma sürelerini beyaz yaka ve müdürlerle geçirmeye başlamalarıdır. Molalarda da yemek masalarında da bölüm amiri/müdürü, kalite kontrolcüler, ustalar, insan kaynakları, işyeri hekimi vardır artık. Doğallığında artık işe alımlar ve çıkarılmalar sendikanın onayına bakar. Başvuru kağıtları baş temsilci eliyle elenerek bizzat kendisi tarafından alım yapılacak bölümlerin müdürlerine/amirlerine verilir. Zaten fabrikaya eleman alımı yapılacağını sendika grubundan paylaşarak “eşinizi dostunuzu getirin form doldursunlar” denir. Formun ‘fabrikada tanıdığınız var mı’ sorusuna yanıt verilen kısmında yazılı olan isme göre de başka bir eleme yapılır.
Kağıt üzerinde var olan disiplin kurullarından da işçinin lehine karar çıkma olasılığı pek yoktur. Çalışmadığı hatta hat sorumlusunun, hatalı üretim yapılan bir ürünün çalışıldığı gün için Üretim Takip Formu’na, işgüzarlık yaparak ismini yazdığı işçi, kamera kayıtlarıyla o gün orada çalışmadığını ispat ettiği halde yarı-resmi formda adı geçtiği için Disiplin Kurulu kararıyla Kod-50’den işten atılır. Sendika temsilcileri arabulucuya başvurması yönünde işçiye tavsiye verir. Arabulucuya cevap vermeyen patronlar mahkemeye verilir. Mahkeme kazanılsa da işe iadeler yasalar yoluyla patronun inisiyatifine bırakılmıştır. Sendikalar sürece, yasaları gerekçe göstererek müdahil olmaya yanaşmadıkları için işe iadesi yapılmaz işçinin. Patronların delik deşik ettiği yasalar çalışana gelince nettir. Çünkü artık ilişkilenilenler ve ilişkilerin boyutu değişmiştir. Böylece uzun soluklu kalıcı iktidarlar dönemi başlar. Sorgulanamaz, eleştirilemez, değiştirilemez koltuklar oluşur. Patronlar işçilerden elini çeker.
İK’ya çalışıyorlar
Zaten temsilciler patronların elini rahatlatmak için hazırdırlar. İşyerinde işçinin inisiyatif kullanabileceği tüm problemleri kendilerine iletmesi, işçininse işine bakması istenir. Sendikalardan önce de işçiyle muhatap olmayan yöneticiler/patronların düzeni değişmemiş olur. Temsilcilerin diğer görevleri ve aktivitelerine gelirsek iş güvenliği kıyafetlerinin rengine biçimine karar vermek, çalışanlara dağıtılmasını sağlamak, maaş bordrolarının dağıtılması, bordrosunda eksik hesaplama yapılan işçinin hesaplamasını yaparak muhasebeye bildirmek, varsa alışveriş çekleri ve ikramiyelerin listesini tutmak, havlu deterjan dağıtımı yapmak ve listesini tutmak, servislerle ilgili yaşanan problemleri çözmeye çalışmak, 1 Mayıs ve 8 Mart günlerinde fabrikaya afiş asmak, gerekli gördüğü takdirde aynı günlerde düzenlenecek eylemliliklere çağırmak vb. Sendikanın özel günlerle ilgili verdiği hediyeleri dağıtmak… Küçümsediğimizden değil de İnsan Kaynakları Departmanlarının artık fiili olarak el değiştirdiğine dikkat çekmek gerekir. Yani zamanla asli görevler silikleşir, aykırı sesler azalır, işyerinin belirlediği sınırlar bir rutine bürünür. Sendika odasında oturmaktan canı sıkılan baş temsilci fabrikanın bahçesini sulamaya talip olur.
Eğitim şart ama…
Sendikanın yetkiyi aldığı ilk yıllarda çalışanların tamamına aralıklarla verilen sendikal eğitimler zaman içerisinde azalır. İşe yeni başlayan işçilere verilmesi gereken en az bir günlük sendikal eğitim birçok işyerinde uygulanmıyor artık. Haklı bir gerekçeyle verilmiyor aslında. Sendikalı olan çoğu işyerinde sözleşmeli olarak işe başlayan işçilere kalıcı gözüyle bakılmadığından, verilecek eğitimler zaman kaybı, boşa harcanmış emek demek. Kadroya kalındığında genç işçi eğitimi adıyla bir veya birkaç günlük eğitime alınırlar. O da yeterlidir. Eğitimlerin (bizzat katıldığım eğitimler için konuşabilirim) konusu sendikalı olmakla edindiğimiz haklardır.
Aynılar aynı yerde
Üretimde çalışmayan baş temsilci 08:00-17:00 saatleri arasında sendika odasında bilgisayar başında ülke ve dünyanın nabzını tutar. 2021’de 101(okey) oynayan baş temsilci, çağı bu derece yakalamıştır. Üretimde dolaştığı zamanlarda da yaptığı telefon görüşmelerinde işçilerin yanında çekinmeden “yaw yeteri kadar uğraşıyoruz, bekle ben de geleyim, zaten canım sıkılıyor” diyerek fabrikadan istediği saatte çıkabilmektedir. Önceliği verdiği vardiya amirlerine bir sıkıntı olup olmadığını sorduktan sonra yanında soluğu aldığı işçiye hesap sorup terslemektedir. Aba altından sopa gösterirken devamı olduğunda kendisinin arkasında duramayabileceklerini hafiften çıtlatmaktadır. Zaten Samsunluları sevmem diyebilmektedir. İşyerindeki idari yöneticilerden çekinen bu temsilcilerden çekinen işçiler için asgari ücretle çalışmaktan iyidir yine de orada kalabilmek.
Erkek dayanışması
Kadın bir işçinin, yaşanan bir tartışmadan sonra, emrinde çalıştığı ustasının mobbing uyguladığını söylemesine “şu an sinirli olduğu için yapıyordur, siniri geçtikten sonra yapmaz”, başka bir kadın çalışanı taciz ettiği söylendiğinde “ya o adam dang dung biri, taciz olduğunu bilmeden yapıyor, hem o kadın arkadaş şikayet etmiyor da sana ne oluyor, sen tacize takıntılısın, iftira atıyorsun” cevapları karşısındaki hayal kırıklığı yaşamamamın nedeni kadın hareketi içinde yer almam. Ama sendika temsilcisi olduğu için cinsel taciz konusunda ondan yardım isteyen kadın işçinin düşünün halini. O usta AKP’lilerin oyunu ‘solcu temsilcimize’ taşıdığı için sonraki seçimde baş temsilci yapılır. Çalışmayı ‘hak etmediğimiz’ o fabrika, Gebze’de yaşayan hemen her işçinin çalışmayı hayal ettiği bir fabrika. Ne torpiller bulmaya çalışıyor insanlar oraya girebilmek için. Maaşları yüksek, bir de ayda dört Pazar mesaisine giden birinin mesai ücreti olarak bir maaşa yakın alması, yılda dört maaş ikramiye ve diğer ekonomik-sosyal haklarıyla övünülen bir yer. Petrol-İş Sendikası’nın örgütlediği işyerlerinde yapılan direnişlere en çok destek veren, katılım sağlayan bir yer.
Aynı fabrikada müşteriden iade gelen, müşteriye gitmeden hatalı olduğu fark edilen ürünler taşeron işçiler tarafından ayıklanır. Montaj bölümünde çalışanların iki yıl içerisinde kol ve bileklerde sinir sıkışması yaşaması kaçınılmazdır. Plastik otomobil parçaları çizilme ihtimalinden kaynaklı çoğu aparatsız biçimde elde monte edilirken seri çalışmak zorundasınız çünkü iş yetişmek zorunda. İşi yetiştirmek için ortopedik bilekliklerle çalışırken dahi, acısı, buğulu gözlerinden anlaşılan bazı kadınların sürekli fizik tedaviye gittikleri, o nedenle de çok rapor kullandıkları anlatılır. Bu iş sağlığı ve güvenliği sorunuyken, suç kadına yüklenir: Aslında çalışmaya çok da ihtiyacı yoktur çünkü kocası çok güzel bir fabrikadadır ve iyi maaş alıyordur zaten. Enjeksiyon bölümü ergonomik düzenlemelerden muaftır. Çünkü plastik henüz sıcakken deforme olma riski çok yüksektir, müşteri bunu kabul etmemektedir, bu nedenle de manuel ya da bantta çalışmak zorunludur. Bel-boyun fıtığı, disk kayması, düzleşme ilk edinilen meslek hastalıklardır.
Bilinçli kadın temsilciye ihtiyaç vardır kesinlikle çünkü çalışan kadınla baş etmek zordur. Açarsak, dışarıda vahşi çalışma şartlarından bihaber olan sendika üyesi ‘kadınlar’, ekonomik haklar elde edildikçe ‘şımarmakta’, daha fazlasını isterken daha az çalışmak istemektedirler. Üstelik bazen o kadar sık aralıklarla iki günlük keyfi raporlar alırlar ki –sendikalı işyerlerinin çoğunluğunda iki günlük rapor ücretleri maaştan kesilmiyor, kullanan kadınların, rapor kullandığı günler çoğunlukla regl dönemlerine denk geliyor-patron artık ödediği bu rapor paralarından bezmiştir, bir orta yol bulmak gerekiyordur. Temsilcilerin bir araya geldikleri toplantılarda/görüşmelerde de kadınları ilgilendiren gündemlerin dışındaki sorunlar zaten erkek temsilcilerin çalışma alanıdır. Geneli ilgilendiren sorunları dile getiren, çözüme dair fikir üreten, öneri sunan kadın temsilcilerin konuşmaları kesilir: “Biz onları konuştuk, zaten hallediyoruz.” Kendilerine bağımlı temsilcilik faaliyeti kadın temsilcilere özerklik verilmeden yürütülür, kadın temsilci kadınlara dair bir sorun dile getirdiğinde lafı ağzına tıkanır. Erkeğin hakimiyeti temsilciler aracılığı ile işyerlerinde böyle inşa edilerek, yukarıya doğru gider…
Uğradığım ölümcül şiddetin yaraları ve morlukları geçmeden, topallaya topallaya, yaz günü uzun kollu kıyafetlerle işbaşı yaptığım fabrikada, soyunma odasında çürüklerimi soran kadınlara farklı yalanlar söyleyerek, travmalarımla tek başıma devam etmeye çalıştığım bir dönemden bahsediyorum. Ne kadar uğraşsam da kendimi ifade edebileceğim anlarda engel olamadığım gözyaşlarımı dizginlemek için çabaladığımı bilen bu adamların, uğradığım şiddeti gördükleri bildikleri halde, benim, düşündükleri kadar güçlü bir kadın olmadığıma dair konuşmalar yapmasının yarattığı ruh halini cümlelere dökmem mümkün değil. Güçlü görünmek her şeydi, iki çekyat bir buzdolabıyla sıfırdan bir yaşam kurma çabalarım onlar için önemsizdi. Ama sorarsan hepsi kadına şiddete karşıydı.
Sorunlar kadınlarla başlar
Başka bir sendikalı fabrikada kadın işçilerin sayısının fazla olmasından kaynaklı olarak, o işyeri diğer işyerlerine benzemez, diye uyarır işbaşı yapanları baş temsilci. Çünkü sürekli dedikodu yapmak ve birbirinin ayağını kaydırmak “kadın uğraşlarıdır”. İşçilere bu dostane uyarıları yaparken yerleştirir anlayışını en baştan: Kadınlar kötüdür, birbirinin düşmanıdır. O nedenle de kimseye güvenmemesini, hiçbir özel paylaşımda bulunmamasını salık verir. Erkeklerin çalıştığı işyerlerinde kızıl üsler kurulmuş da haberimiz yok işte. Herhangi sendikalı bir işyerine başlandığında istisnasız hepsinde yapılan bir uyarıdır. “Bu işyeri diğerlerine benzemez, her an ayağını kaydırabilirler, bakma buranın sendikalı olduğuna herkes paragöz. Öyle sınıf bilinçli işçi mişçi arama buralarda, onlar hep eskidendi, çoğunluğu zaten AKP’li, tarikatçı, kimin ne olduğunu anlamazsın bile, biz de sözümüzü geçiremiyoruz, aman ha dikkatli ol.” Daha neler neler. Temsilcilerin kendi iktidar dalaşlarında başvurdukları kirli işler işçilere maledilir ve taraflaştırılır. Yönetimlerinin perde arkasından onayladığı bu tutumların birincil nedeni elbette güven duygusunu yok etmektir; bu amaçlı bilinçli politik bir taktiktir. Birbirine güvenmeyen onlarca işçinin birlikte hareket etmesi mümkün değildir artık.
Neredeyse 20 yıldır eli nasırlanmamış baş temsilci kilo almamak için düzenli olarak her gün fabrikanın etrafını bir saat boyunca birkaç beyaz yakalıyla turlayarak fit kalır. İş kazası geçiren kadın işçiden günler sonra haberi olur bu yoğunluk içerisinde. Üstelik aynı yerde aynı şekilde peş peşe kazalar yaşanmasına rağmen rapor da edilmez bazı kazalar. Tasarruf etmek için düşük bütçeli yemek şirketiyle anlaşan fabrikada Nisan ayında 4-12 vardiyasında karnıbahar graten yemeğinden zehirlenen işçilerden hastaneye kaldırılan var mıdır bilmez, duymaz. Bu şekilde olay duyurulmadan kalır. Evlerinde hijyeni önemsemeyen işçiler işyerindeki yemekleri nasıl beğenmezler “sanki hepsi paşa çocukları” şeklinde tepki de verir vermesine ama tam destek aldığı Şube’ye bu olayı bildirmez. Zaten birkaç yıl öncesine kadar bölüm müdürü yasak koyduğu için montaj bölümünde sendikal faaliyetin yasaklandığını da bildiremez. Kısa çalışma ödeneğinin kesilmesiyle birlikte virüs kaynaklı işçilere kullandırılan izinlerin yıllık izinlerinden kesilmesi ya da içeriye borçlanma olarak uygulatılmasına da ses çıkarmaz. Elde edilmesine hiçbir katısı olmadığı 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü ücretli izin günü olarak kabul ettirmenin başarısı gölgelenmemelidir çünkü.
Pandemi dönemi
Pandemi nedeniyle su sebilleri kaldırılıp yerine 250 ml’lik şişe suları dağıtılır. Su için de tasarrufa gidilir. Bursa Teknik Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü’nden dört akademisyenin gerçekleştirdiği “Ambalajlı İçme Suyu Örneklerinde Ağır Metal Analizi ve Risk Değerlendirmesi” başlıklı analiz çalışmasında 43 markanın içme suyu örneği alınır. 16 farklı ağır metalin analiz işlemi gerçekleştirilir. Raporda ilk 14 markanın ardından listelenen su markaları için uzmanlar duş bile alınamayacak derecede tehlikeli açıklaması yapar. Tasarruf için tercih edilen marka, Asya, güvenli içilebilir su listesinde yer almıyor. Firma, analiz yapılmasına izin vermemiş. İşçilerin pandemide ne içtiği muamma. Temsilcilerin umurunda değil. İşçiler yemekten, sudan, soyunma odalarından, kalabalık çalışmaktan, servislerin geç gelmesinden/erken kalkmasından şikayet etmeye devam eder. Temsilci, servislere yetişmeye çalışan işçilerle tel örgüler arkasından konuşarak beş dakikada sendikal faaliyet yürütmüş olur.
LGBTİ+ olduğu öğrenilen kadın işçinin lince maruz kalarak işten çıkartılmasına da söyleyecek bir sözü yoktur. Cinsel kimlikle ilgili hiçbir fikrinin olmamasını, çıkarılan kadının soyunma odasındaki diğer kadın işçilerin rahatsız olduğu söylemiyle örtbas eder. Bu olay fabrika içinde kalır, kimsenin haberi olmaz. İşten çıkarılan işçiler kendisine günlerce ulaşamaz, deneme süresi bile henüz bitmeden çıkarılan işçi için performansı düşüktü diyebilir rahatlıkla. Altı kişilik nüfusa tek başına baktığı bilinen, kayınvalidesinin cenazesini Samsun’a götürdüğünde pandemi nedeniyle şehirlerarası yolculuk yasağına takıldığı için geç dönmek zorunda kalan başka bir kadın işçinin çıkarılma nedenini soranlara –işçinin kendisi günler sonra öğrendi nedenini- “keyfi rapor aldığı için çıkarıldı” açıklamasını yapar baş temsilci. Pandemide işsiz kalmanın açlığa mahkum edilmek olduğunu bildiği halde insani tepkiler vermeye gerek duymaz. Rahattır, koltuğu sağlamdır, garantiye almıştır, sendika aidatları düzenli alınıyorsa gerisi teferruattır. İki ayda şahit olduklarım ve duyduklarım, Fabrika’da neden istenmediğimi anlatmıştır diye umuyorum.
Bilinçli sendikacılarımız hayatlarımızla oynuyor
Kirlenmenin boyutunu diğer fabrikalarda yaşanan ancak pek çok insanın duymadığı, duyunca bu kadarı da olmaz diyeceği örnekler anlatacaktır başlı başına. Bir metal fabrikasında sıcak kumun üzerine dökülmesi sonucu vücudu üçüncü derece yanan işçi-aynı işçinin günler öncesinden, kumu sıcak taşıyan kanal kapaklarında sorun olduğunu ve ölümlü bir kaza yaşanacağına dair defalarca uyarmasına rağmen dikkate alınmadığını özel olarak belirteyim-. Riski bildiği için kapak açılmayıp tutukluk yaptığında durumu anlayarak kendisini üst katın bariyerlerinden zemin kata son anda attığı için kıl payı hayatta kalıyor. Anlık olarak “kolum bacağım kırılır ama en azından hayatta kalırım” düşüncesiyle atlamasa sıcak kumun altında kemiklerinin bile bulunamayacağını söylüyor-aylarca hastanede ve evde tedavi görür. Konuşabilecek duruma geldiğinde işçiyi arayan baş temsilcinin, işçinin adli mercilere şikayet etmemesini, kendisiyle anlaşılacağını söylemesi, günümüz sendikal anlayışının bir özetidir adeta…
Bir başka fabrikada –Türk Metal Sendikası’ndan geçen bir fabrika-yaşadığı gayri resmi ilişki bilinen temsilciye temsilcilikten çekilmesi için şantaj yapılır. Tarafların ikisinin de evli olmasını gerekçe göstererek bunun taciz olduğuna dair yapılan şantaj, şubenin, fabrikadaki tüm temsilcileri görevden almasıyla kapatılır.
Bir başka fabrikada –enerji panelleri yapıyor-mobbinge ve tacize maruz kalan kadın işçinin, mobbing uygulandığı anda yaşadığı sinir krizi gerekçe gösterilerek İnsan Kaynakları tarafından tazminatsız işten çıkarılacağı söyleniyor. Kriz öncesinde defalarca temsilcilere yaşadığı olayları anlatan işçiye “biliyoruz ama biz ne yapabiliriz ki, biraz dayan, sonuçta ne iş verirlerse yapmak zorundasın” gibi cevaplar veriliyor. İşçi hakkında tutanaklar tutuluyor. Temsilcilerin tamamı sessiz, işyeri hekimi kriz geçiren işçiye müdahale etmiyor ve sonuç olarak kadın işçi en azından tazminatımdan olmayayım diyerek dava açmamak şartıyla tazminatını alarak işten ‘ayrılıyor’.
Bir başka fabrikada –otomotiv parçaları yapıyor-uzun süredir psikiyatrik ilaçlar kullanan kadın bir işçi, istenilen saatlik sayıyı çıkaramadığı zaman, bir anda soyunma odasına giderek 45 dakika ağlıyor. İşini yapmadığı ve görev yerini izinsiz terk ettiği gerekçesiyle tazminatsız işten çıkarılan kadın işçinin durumuna dair işyeri hekimi de sessiz. Sendika da hekim de kadının rahatsızlığından dolayı yaşadığı hak gaspına seyirci kalıyor.
Sadece bu örnekler dahi sendikal mücadelenin gelmiş olduğu noktanın ‘bilinçsiz’ işçilerin değil sendikacıların eseri olduğunun ispatıdır. Kendilerini ‘solcu’, ‘demokrat’ hatta hatta ‘devrimci’ diye tanıtan bu adamların, bu sendikaların yıllardır emek, sınıf, mücadele, özgürlük gibi dertlerinin olmadığını kabul etmemiz için bir kamera bir tripoda ihtiyacımız yok bizim. Biat kültürünü dayatanlara karşı ses çıkarmak bugün için önemli bir adım. Sendikacıların uyguladığı mobbingi, hak gasplarını, hakareti, ayrımcılığı, yok sayılmayı, fişlemeyi teşhir etmedikçe uğradığımız haksızlıkların sonu gelmeyecek. Siyasi iktidarların görünmeyen kollayıcılığını üstlenen bu adamların, artık, başını yastığa huzurla koymamaları lazım. Ses yükselten işçileri “baş ağrıtan” diye tanımlayan sendikacıların başını ağrıtmak için kadın işçilerin yaşadıkları deneyimleri aktarması çok önemli bir yerde duruyor.
En başta dediğim gibi 26 yıldır fabrikalarda çalışan kadın bir işçinin Gebze’de tek başına var olma çabasından daha zordur onu anlatmaya çalışmak. Ama anlatmaya başlayınca hem öfkeleniyor, hem yıllar içinde “alıştığım” ya da “unuttuğum” ayrıntılar geliyor aklıma. Yazdıkça açılıyor, açıldıkça yeni hatırlamalar çıkıyor ortaya. O yüzden burada noktalamak değil ama kalemi eline alıp bu hikayeyi devam ettirecek, yaşadıkları tecrübelerle zenginleştirecek kadın işçiler için burada bir virgül koymak istiyorum.