Sorunların gölgesinde kutlanan bir hemşirelik haftası: ‘Bazen açız, görmüyorsunuz diye bağırasım geliyor’

12- 18 Mayıs arası Hemşirelik Haftası olarak kutlanıyor. Hemşireler, yıl boyu, düşük ücret, uzun çalışma süreleri, küçümsenme, bir sürü angarya, şiddet ve tacizle boğuşurken, bugünler için oluşturulan yapay kutlama törenlerinden rahatsızlar. Gerçek kutlama insanca çalıştığımız, emeğimizin değerinin verildiği gün olacak, diyorlar…
Paylaş:
İpek Deniz
İpek Deniz
ipekkdeniz@gmail.com
İpek Deniz    ipekkdeniz@gmail.com

12- 18 Mayıs arası Hemşirelik Haftası olarak kutlanıyor. Hemşireler, yıl boyu, düşük ücret, uzun çalışma süreleri, küçümsenme, bir sürü angarya, şiddet ve tacizle boğuşurken, bugünler için oluşturulan yapay kutlama törenlerinden rahatsızlar. Gerçek kutlama insanca çalıştığımız, emeğimizin değerinin verildiği gün olacak, diyorlar…

Sağlık alanında olan bütün mesleklerin ayrı ayrı özel günleri var. 12 Mayıs Florence Naitingale’nin doğum günü olması nedeniyle, dünyanın pek çok yerinde hemşirelik haftası olarak kutlanır. Türkiye’de ise 1964’den beri kutlanıyor, bugün.

Bakım emeğinin dolayısıyla hemşireliğin tarihinin çok eskilere dayandığını biliyoruz. Onların belirlediği ve benimsediği tarihin çok ötesine geçiyor bu geçmiş. Cadılar ve şifacılara kadar dayanıyor.

Hemşirelik haftası, koca bir hafta. Mesleğin hakkı ne kadar yeniyorsa ya da ne kadar görmezden geliniyorsa, kutlama da o kadar uzun sürüyor sanki. Sadece belirli günlerde hatırlanmaya da artık kimse tahammül edemiyor. Tanıdık gelecek herkese, yakın tarihli Pandemi. Günlerce siyasi iktidarlar alkış istediler, halktan. Kutsallık, minnet ve yığınla duygudan kurtulamayan bir mesleğe, vicdani yükü de kattıkça kattılar. Ama o dönemde de, önceden de hiçbir sorunu görmediler.

Bakım, düzen, tertip ve yığınla sorumluluk altında hemşirelerin kendilerini var etme, gösterme çabaları var. O kadar branş arasında en çok sesi çıkanlar da yine hemşireler oluyor.

Türkiye’de hemşireler Avrupa’da çalışan meslektaşlarından daha fazla hasta bakıyor, fazla mesaiye kalıyor. Mesai saatleri uzun, ücretleri komik denecek rakamlarla ifade ediliyor. Ortalama olarak onlardan 6 kat daha az maaş alıyorlar. Cinsiyetçi iş bölümü, olay mahalline dönen çalışma alanları, kreşi lütuf gibi sunan yöneticiler, liyakatsiz atamalar, mobbing, iktidar desteği ile yeni kurulan sendikalar da cabası….Tüm bunların gölgesinde yapılıyor bu kutlamalar… Bizim için ne zaman taleplerimiz duyulursa işte o zaman ancak gerçek bir kutlama olabilir! Talepleriniz hem çok, hem açık, hem de acil. Çalışma alanındaki hemşireler bugünlerde sesleri duyulsun istiyor kuşkusuz. Bakın neler söylüyorlar, hemşirelik haftası ile ilgili olarak…

Kutlamalardan bile içeri giriş ücreti alıyorlar

Deniz: Tebrikler, hakkınız ödenmez, sizin hayatınız çok değerli, palavraları, karanfil dağıtmalar- özellikle yandaş sendika atlamaz bunu- beni çok rahatsız ediyor. Evet, sizin hayatınız da çok değerli ve ben sizin hayatlarınıza değer vermekten vazgeçmek istemiyorum. Bu hissi yönetenler yaratıyor tabii ki, bizi görmeyenler de ekleniyor üstüne. Kısalan muayene süreleri, artırılan hasta yatakları, uygunsuz çalışma koşulları, gergin ve stresli hale geliyorsunuz, bu hastalara da yansıyor. Hastaların tam da, ben böyle sağlık hizmetini hak etmiyorum, şeklinde mücadele etmesi gereken zamanlardayız.

Durum bu denli vahimken, bizzat yaratanların, bugünü bize kutsallık atfederek kutlamalarından çok rahatsız oluyorum. Hemşireler günü kutlaması planlanıyor birçok hastanede; tabii ki giriş ücretli. Sonra çok iyiyiz, her şey çok güzel der, gibi fotoğraflar çekilip paylaşılıyor sosyal medyada. Yığınla şeye bütçe ayıranlar, sponsor bulanlar, söz konusu biz olunca para vererek, eğlenin, diyorlar. Ben hangi etkinlik hangi bütçeden yapılıyor, bilmiyorum ama ramazanda iftar sofrası kuruluyor mesela, semazenler getiriliyor, kimseden de para alınmıyor. Kendi ideolojileri söz konusu olunca her şey ücretsiz ve cafcaflı yapılıyor. Başka inançların da görülmesini talep edebilirim ben de, 12 Mayıs’ın ücretsiz bir kutlama ile kutlanmasını…

Yığınla sorun arasında bu sorun mu, diye düşünüyorum bazen, bazen de açız, ölüyoruz görmüyor musunuz, diye bağırasım geliyor. Abartmayın diyen binlerce insan çıkacaktır eminim. Şükredin, işiniz var diyen vs vs… Bunca hak kaybının gölgesinde herhangi bir kutlama yapmak gelmiyor içimden, benimkini kutlayanlara teşekkür ediyorum. Gerçekten rahat bir kafa ile evime huzurla gidebileceğim günleri görmeyi diliyorum, sürekli negatif bombardımandan çok yorulduk.

Hep insanlara zarar verme korkusu yaşıyorum

Yurdanur: Sürekli aynı şeyleri konuşuyorum gibi hissediyorum. Mesai saatlerinin uzun oluşu, yoğunluk, stresli alanlar. Yoruldum konuşmaktan ama hiçbir şey değişmiyor, hatta daha da kötüye gidiyor. Yaptığım iş vicdani doyum vermiyor artık. Özel olarak da; insanlara zarar verme korkusu yaşıyorum, hem de çok yoğun. Bu denli koşuşturma konsantre olmayı zorlaştırıyor, işini yapabilecek uygun zaman ve fiziki koşullar da yok. Bu da hata yapma payını arttırıyor ve bu durum beni sürekli geriyor, tetikteyim hep.

Bunlara ek olarak biz her klinikte, her işte, her kurumda rahatlıkla (zorla) görevlendiriliyoruz. Her sabah işe geldiğimizde bugün nerde, ne görev verilecek acaba, dediğimiz çok oluyor. Her yeni yer malzemelerin, ilaçların yerini öğrenmek, mekanı öğrenmek anlamına geliyor. Bu da yavaşlamak demek. Yavaşlık gelen hastaya göre önemli olur ya da olmaz. Ama ben sürekli benzer kaygıyı taşımaktan çok yoruldum, bu hal de hata yapma riskini arttırıyor.

Sağlık çalışanları ile ilgili yığınla iyileştirmeden bahsediyorlar. Mesela şimdi 3600 mevzusu var ve lisans mezunları dışındakiler muaf olacak, diye konuşuluyor. Yıllardır ne emekler harcadım. Ne yıpranma payı ne de başka bir hak verilmedi. Ben şimdi lisans tamamlıyorum, bir tık daha rahat emeklilik için.

Lisans eğitiminde, öğrendiğim şeyler, aldığım eğitimler karşısında çok şaşkınım. Aldığım eğitimin pratikle bir ilgisi yok. Hasta merkezli yaklaşım, hastayı merkeze koyar, biz hastaların yüzüne bakamaz hale geldik. En yoğun eğitimi bakım ile ilgili alıyoruz ama alanda yığılan onca angarya işten buna sıra gelmiyor.

Az çalışanla çok iş yapma, huyları hiç değişmiyor. Görev tanımının tam olmaması, olsa bile uygulamada bu koşullarda asla olamayacağı, kimlik bunalımına neden oluyor. Bazen evrimini tamamlamamış canlı gibi hissediyorum. Hala gelişim seyri içerisinde, gelişmek için çaba sarf eden… Sınırları belirli, insanca çalışma koşulları, ortamı, hak kayıplarımızın giderilmesi ile belki kutlanır gün veya hafta olur. Bu haliyle benim pek anlam yüklediğim bir durum yok ortada.

Cinsiyet eşitliğini savunan hemşireler yetiştirmek istiyorum

 Behice: Yaklaşık yedi yıl bir klinikte onkoloji hemşiresi olarak çalıştım. O dönemlerde de çok kıymet verdiğim mesleğimin sınırlarını, saygınlığını anlatmaya çalıştım ve nasıl hissettiysem öyle davrandım. Tabii ki yönetimsel krizler, sistemsel sıkıntılar çok can yakıcıydı, hala öyle. Ben mesleğe de kendime de olan saygımı onların belirleyemeyeceğini, bilerek yürüdüm. 2018 yılından beri de akademisyen olarak çalışıyorum. Bu işe canla başla gönül verdiğimi düşünüyorum ve bugüne kadar da inanarak yaptım.

Yığınla sıkıntımız var. Eğitim sisteminin değişmesi gerekiyor, hala meslekte eğitim bütünlüğü sağlanmış değil, lisans düzeyinde eğitim için mücadele eden çok fazla akademisyen arkadaşımız var, alanda çalışan arkadaşlarımızla dillerimizi ortaklaştırmak çok acil bir ihtiyaç. Bunun için etkileşim ve paylaşım olanakları yaratmaya çalışıyoruz. Bu konuda tüm meslektaşlarımızın elini taşın altına koyması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü büyük ve güçlü bir mücadele şart, çünkü bakım emeğine verilen değer ortada iken herkesin çok daha fazla mücadele alanında olması gerekiyor.

İleriye dönük hedeflerim de var. Birincisi mesleğine ve yaptığı işe saygı duyan, entelektüel duruşu olan, işini bilinçli ve hissederek yapan, iş bölümünde cinsiyet eşitliğini savunan güçlü hemşireler yetiştirmek. İkincisi de akademisyen ve klinik hemşireliği birleştirerek daha bilgili, ayakları yere basan bir meslek haline getirmek…

Hemşirelik mesleği bizlerin emekleri ve özverisi ile var olacak, bu denli değişimi de bu çabalara borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Buruk birçok hisle beraber olsa da haftamızı kutluyorum.

İş yıkmalardan en çok hastalar zarar görüyor

Demet: Sadece sosyal medyada değil, gerçekten yaşamımıza dokunacak iyileştirmelerle kutlayacağımız günleri görmeyi temenni ediyorum öncelikle. Sosyal medyada herkes bir şeyler tartışıyor ama hastanelerde değişen bir durum yok. Bir terslik var, ben işimi severek yapıyorum ama sevmeyelim diye özel çaba sarf ediliyor gibi. Meslek olarak bir angarya mevzusu var, anlata anlata bitirilmez. Klinik yeni yerinde açıldı, dış kapı zili, hemşire bankosu kuruldu. Hastalara gelen telefonlar, sekreterin yeri uzak diye bize kaldı. Herkes bir şekilde bir işi herhangi bir gerekçe ile çok rahat hemşireye yığabiliyor, sadece doktorlar değil.

Yani bu denli ayarsız, yönetmelik dışı iş yıkmalar, en çok hastalara zarar veriyor. Aslında kendi mesleki sınırlarımızda kalmadan yapılan işler arttıkça, robot olmadığımıza göre bir şeyleri atlayarak yapmak zorunda kalıyoruz. Bu atlanan kısımların çoğu hasta ile ilgili olunca, devamında başka sorunlar çıkıyor. Ama kim haklı mevzusu da bitmeyen bir tartışma. Hastane ve idareciler gerçekten çok ayrı bir kaos. Balık baştan kokar sözü sürekli zihnimde dönüyor bu sıralarda. Nerede iletişimden yoksun, bilimsel olmaktan uzak, sadece yalakalık yapan kişiler varsa onlar yüksek mevkilerde. Biz bütün sorunların gölgesinde kutlama yapmaya çalışıyoruz. Koskoca bir emeğe sahip çıkan bütün arkadaşlarımın haftasını kutluyorum, diye bitireyim ben.

Boşanmak bir ceza gibi her şeye katlan, diyorlar

Esra: İnsanlar birbirine teşekkür edince ya da karşılıklı özel günler kutlanınca tabii ki bir tebessüm kaplıyor yüzümüzü. Arkadaşlarımla sarıldık, tokalaştık, ufak tefek hediyeler getirenler oldu birbirine. Aslında bizler mutlu olabilmeyi bunca korkunç yöneticilere rağmen başarıyoruz. Onlar kutlamasın, bakanlar da kutlamasın. Gölge etmesinler yeter desem uygun bence. Bekar anneyim, çocuğum 8 yaşında. Bu yaşa nasıl getirdiğimi ben bilirim.

Yapayalnız bırakmış seni bu devlet, kreş tam zamanlı değil ama sen tam zamanlı çalışacaksın, hasta olsa rica minnet arkadaşlarına yüzün kalmıyor. Boşanmak ceza gibi katlan deniliyor sanki bana, ne yaşarsan yaşa. Maaş zaten belli, çocuğu düzgün bir yere vermeye yetmiyor, kira, mutfak, okul masrafları ve ihtiyaçları derken ay sonu gelmiyor bende. Biz kadın çalışma arkadaşlarımızla dayanışarak yol alıyoruz, sanırım bazen dayanarak. Yani ben o kadar rica da bulunmak zorunda değilim, çocuğu olmayanlar da beni idare etmek zorunda değil.

Daha insanca bir yaşam için daha iyi ücret çok rahatlatır evet, en acil talebimiz. Her şey bu denli zamlanırken biz eriyen maaşlara mahkum edildik.

Meslek hastalıklarımız çok fazla, varisler, maruz kaldığımız kimyasallar daha neler neler. Covid dahi meslek hastalığı kapsamına alınmadı biliyorsunuz. İyi hissetmek istiyorum, bu işi yaparken önemli olduğumu, hissetmek istiyorum, işimin iş olarak algılanmasını, bunun da karşılığının hayatıma yansımasını istiyorum. Hastanelerin daha güvenli ortamlar olmasını istiyorum. Performans değil tek kalemde maaş istiyorum. Başımızda kara bulutlar çok ama yine de hemşire arkadaşlarımın günü kutlu olsun, bize de ufak tebessüm olur belki…

Paylaş:

Benzer İçerikler

CarrefourSA Esenyurt depo direnişinin ikinci gününde kadın işçiler Gülşah, Emel, Perizade ve Esra ile konuştuk. Esra “Bugün onlara olanın bize de olacağını biliyoruz,” Gülşah “İçeride can güvenliğimiz yok” Emel “Bir beyaz yakalı bir kadın çalışanı taciz edebilir mi?” Perizade ise “Biz illallah ettik buradan, sesimizi duymaları gerekiyor” diyor.
Kadınların büyük bir bölümü örgütsüz işyerlerinde asgari ücretle çalışıyor. Dolayısıyla asgari ücrete zam yapılmaması en çok onları etkiledi. İstanbul ve Malatya’da çalışan işçi kadınlarla asgari ücreti konuşalım istedik. Ama ağır çalışma koşulları, meslek hastalıkları, ev ve bakım işleri, bitmeyen mesailer gibi ortak dertlere de girmeden edemedik.
Başakşehir’e bağlı Şahintepe mahallesinde, 400 günü aşkındır bir nöbet sürüyor. Çevre Bakanlığı ve bölge belediyesinin halkı mahalleden sürme girişimleri sonuçsuz kaldı. Kurdukları “Barınma Hakkı Meclisi” içinde örgütlenen Şahintepelilerin, fiili mücadelesinde kadınlar en önde. “Mahalle içindeki ve dışındaki kirli eller çekilene kadar oradayız” diyorlar.
Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’nı değerlendiren feminist sosyolog Berfin Atlı “Esnek çalışma modeli kadınların yoksulluk döngüsünü kırmak yerine, bu döngünün derinleşmesine neden olacak” diyor.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!