Sosyal politika dediğin…

Yoksulluğun, özellikle kadın yoksulluğunun perçinlendiği hanelerde, sosyal politikaların sadece yardım politikasına indirgenmesi ve yardımlarla “yönetilebilir” yoksulluğun yaratılması, sosyal politika alanında devlete düşen görevin suiistimal edilmesidir. Ağır şartlara bağlanan bu geçici yardımlar, yok edilemeyen yoksulluğun itirafıdır.
Paylaş:
Emel Memiş - Şemsa Özar
Emel Memiş - Şemsa Özar
emel.memis@gmail.com, ozar2007@gmail.com

Ekonomi Bizim (de) Meselemiz köşesinde bu haftaki konuğumuz Gülçin Özge Tan.

Hepimizin bildiği gibi, içinde yaşadığımız kapitalist sistem, yapısı ve işleyişi gereği sürekli farklı farklı eşitsizlikler ve adaletsizlikler yaratır ve onlardan beslenir. Bu eşitsizlikler ve adaletsizlikler, yoksulluk ve yoksunluk açısından bazen öyle boyutlara varır ki gıda, barınma, sağlık, eğitim gibi insanın yaşamını sürdürülebilmesi açısından elzem olan temel gereksinmelere erişimi yok eder. Bu durumda devletten beklenen, sosyal politikalar yoluyla insanları sosyal koruma altına almak ve temel ihtiyaçların karşılanması için kamu hizmetleri sunmaktır. Devletin toplumda refah ve sosyal koruma sağlamak amacıyla uyguladığı politikalar bütününe sosyal politika denir.

Yurttaşlarını ekonomik ve sosyal olarak destekleyen, onlara asgari bir gelir güvencesi veren, olası ekonomik risklere ve toplumsal adaletsizliklere, eşitsizliklere karşı onları koruyan; onların sağlıktan gıda tedarikine, barınmadan eğitime kadar temel ihtiyaçlarını karşılamakla kendisini sorumlu addeden devlet anlayışına sosyal devlet denir. Bu işleviyle sosyal devletin faaliyet alanı içerisinde son derece geniş bir yere sahip olan sosyal politikalar, 1929 Büyük Buhran’ın yıkıcı etkisini en aza indirmek, kitlesel işsizlik ve yoksullukla mücadele ederek bu denli korkunç ekonomik yıkımların bir daha yaşanmamasını sağlamak adına tasarlanmış kamu hizmetleridir. Sosyal politikalar, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemden bu yana, refah devletinin, eşitsizlikleri gidermek için kullandığı önemli bir araç olarak görülür ve çoğu kez sosyal devlet olmanın gereğince yasalarca düzenlenirler.

Refah rejimleri yaklaşımı

Gøsta Esping-Andersen’ın 1990 yılında çıkardığı Refah Kapitalizminin Üç Dünyası başlıklı eserini takiben ortaya çıkan “refah rejimleri” yaklaşımı, farklı refah rejimleri arasındaki temel ayrımın, toplumsal refah hizmetlerinin kamu, piyasa ve aile/hane tarafından nasıl üretildiği ve paylaşıldığı olduğunu ileri sürer.

“Refah rejimi” yaklaşımına gelen eleştirilerin en önemlisi, toplumsal cinsiyet temelli eşitsizlikler ve sosyal politika ilişkisi üzerine çalışan akademisyenler tarafından yapılır. Eleştirilerin temelinde şu yatar: “Refah rejimi” yaklaşımı “toplumsal cinsiyete duyarsız”dır. Bu yaklaşım, analizlerini bireylerin istihdam içindeki yerinden hareketle yaptığı için sadece kadınlara yüklenen çocuk, yaşlı ve engelli bakımı gibi hane içi sorumluluklarını ihmal etmekle kalmaz, aynı zamanda kadın ve erkeklerin istihdam piyasası içerisindeki farklı konumlarını da göz ardı eder.

1980’lerde ise, sosyal devlet yaklaşımı oldukça eleştiri almış, sosyal politika harcamalarının devlet bütçesini sarstığı, kapitalist sistem içerisinde verimsizlik yarattığı, insanları tembelliğe sevk ettiği, o nedenle bu hizmetleri azaltmak gerektiği anlayışı hâkim olmaya başlamıştır.

Kadınları nasıl etkiliyor?

Eşit yurttaş olmak sivil, siyasi ve sosyal hakların kullanımında sınıf, statü, etnik köken, dini inanış/inançsızlık gibi farklılıkların yok sayılmasını gerektirir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişen ve yaygınlaşan sosyal refah devleti anlayışı da aslında söz konusu farklılıkları korumayı vadederken, feminizm gündeme bir eşitsizliğin daha alınmasını başardı. Kadınlar sosyal haklardan çoğunlukla bir erkek aracılığıyla (baba, koca, erkek kardeş gibi) yararlanmaktadır. Bu da, kadınların erkeklere göre eşit yurttaş sayılmaları için yeterli olmadığını gösterir.

Ekonomik hayata katılımları aile içinde kısıtlanan ve hem özel hem de kamusal ekonomik alanlardan -günümüz dâhil- uzunca süre dışlanan kadınlar, söz konusu alandan uzak tutuldukça sosyal politika haklarının da dolaylı kullanıcısı olmuşlardır. Eşitlik vurgusu etrafında gelişen bir politika olmasına rağmen kadınları dışlar yapıda olması, aslında sosyal politika alanının da ataerkil bir düzenin parçası olmaktan kurtulamadığının kanıtıdır.

Devletin yoksullukla mücadelede kullandığı sosyal politika uygulamaları, ev içi eşitsizliklere müdahale etme gücünü de içerir. Ancak bu güç, kadınların aleyhine çalışmaktadır. Kadınlar bir birey ve özerk bir yurttaş olarak değil, aile içindeki rolleriyle yani anne, eş, kız çocuğu olarak görülürler. Böylelikle ev içi eşitsizlikler kutsal aile nitelendirilmesiyle, iktidarlar eliyle gizlenir.

Refahı sağlayanlar kadınlar

Sosyal politikaların oluşturulmasında karar alanlar arasında kadınlar daha az yer bulurlar. Kadınlar sıklıkla refah politikalarının yararlanıcıları olarak sosyal politika kapsamına girerler. Oysa hem ev içinde hem de ev dışında emek harcayan kadınlar, refah hizmetlerinin sadece yararlanıcıları değil, aynı zamanda ücretli ya da ücretsiz refah sağlayanlarıdır. Ancak bu, yasalar önünde eşitliği kabul edilen kadını fiiliyatta yine de sosyal politikaların eşit yararlanıcılarından biri haline getirmek için yeterli değildir.

Devletin yoksullukla mücadele ederken kullandığı sosyal politika uygulamaları, ev içi eşitsizliklere müdahale etme gücünü de içerir. Ancak bu güç hemen her koşulda kadınların aleyhine çalışmaktadır. Kadınlar bir birey ve özerk bir yurttaş olarak değil, aile içindeki rolleriyle yani anne, eş, kız çocuğu olarak görülürler. Böylelikle, kadınların sosyal politikalardan faydalanma hakkı da aynı ataerkil bağlamda ele alınırken, ev içi eşitsizlikler kutsal aile nitelendirilmesiyle, iktidarlar eliyle gizlenir.

Kadını sınırlandıran sosyal politikalar

Hükümetler, kadın-erkek eşitsizliğine uzunca süre kör kalmış; kadınları ağır piyasa şartları altında refahı artırılacak bir grup olmaktan ziyade oy devşirebileceği bir yardım sahası olarak görmüştür. Ayrıca toplumsal rolleri üstünden gerçekleştirmesini beklediği bir takım “sorumlulukları” kadından devralmayarak (kreş ve anaokulları açmak, yaşlı bakım merkezleri oluşturmak, engelliler için özel kuruluş yapılanmalarına gitmek gibi) kadınların kesintisiz mesleki faaliyetlerini gerçekleştirmesini engellemiş; sosyal devlet olarak üstlenmesi gereken görevi çoğu zaman kadınlara bir lütuf olarak sunmuştur.

Özetle devletler, politikaları aracılığıyla düzenleme ve denetleme yaparken bunu cinsiyetçi önyargıları pekiştirerek yapar ve politikaları ile sıklıkla ataerkil yapıları destekler.

Bu bağlamda sosyal politikalar, geleneksel cinsiyet ilişkilerine meydan okuma ve değişimi teşvik etme yönünde sunulabilecekken, özellikle muhafazakârlaşma eğilimi gösteren toplumlarda geleneksel olana paralel biçimde, kadınların özgürleşmesinden ziyade sınırlandırılmasına yol açar.

İçinde yaşadığımız ataerkil düzende sosyal politikalar, erkeklerin istihdam edildiği, kadınların ise öncelikli olarak ev kadını ve anne (bakıcı) olduğu varsayımına göre biçimlendirilir. Kadınlar sosyal politika bağlamında ele alınacakları zaman bu varsayım devreye girer ve kadınların refah sunucu rolleri görmezden gelinir. Kadınlardan, ailenin diğer bireyleriyle birlikte ortak paylaşılması gereken ev işleri ve bakım yükümlülüğünü, işgücü piyasasına girmeyerek ücretsiz olarak tek başına üstlenmesi beklenir. Bu ücretsiz işleyiş, ataerkil sistemin devamlılığı için zaruridir.

Anayasal bir tanımlama olarak sosyal devlet anlayışını kabul etmek, devlet için sosyal politika geliştirme ve uygulama konusunda sorumluluktur. Sosyal politika talebi ise yurttaşlar için temel bir haktır.   

Kamunun sorumluluğunu kadınlar sırtlıyor

Kamunun merkez ve yerel yönetimler aracılığıyla ve anayasal bir zorunluluk olarak gerçekleştirmesi gereken işleri, hane içinde kadına devretmesi ve bunun çoğu kez ücretsiz (tek başına yürütülen ebeveynlik gibi) kimi kez de kısıtlı bir ücret karşılığı (engelli bakımında son derece ağır şartlara bağlanarak verilen yetersiz nakdi ödemeler gibi) yaptırması, kadının aynı anda hem hanenin diğer bireylerinin hem de devletin sorumluluğunu tek başına sırtlanması anlamına gelmektedir.

Bu, esas itibariyle kadınların emeğinin yok sayılması ve devletin destekleme politikalarını kadınlar lehine bilinçli olarak kullanmamasıdır. Hatta kadınlar ücretli işlerde çalışıyor olsa dahi onlardan ev işlerini yerine getirmeleri beklenir.

Yoksulluğun, özellikle kadın yoksulluğunun perçinlendiği hanelerde, sosyal politikaların sadece yardım politikasına indirgenmesi ve yok edilmeden yardımlarla “yönetilebilir” yoksulluğun yaratılması ise sosyal politika alanında devlete düşen görevin suiistimal edilmesidir. Ağır şartlara bağlanan ve geçici olma özelliği taşıyan yardımlar, yok edilemeyen yoksulluğun itirafı olarak okunmalıdır.

Yine söz konusu yardımların “anne” ya da “eş” rolleri üstünden yapılması, kamu desteğinin aile olmak gibi belirli ölçekler temeline indirgendiğini göstermektedir. Bağımlı sosyal güvence ve şartlı sosyal yardımlardan ibaret hale getirilen sosyal politikalar, cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesi için büyük bir mücadele aracı olarak kullanılabilecek iken aksine eşitsizlikleri derinleştirir ve perdeler.

Sosyal politikalar kapsamında eşitsizlikleri giderici ülke politikaları çok çeşitli. Zaman zaman bu örneklere yer vereceğiz. Politika yapım süreçlerinde aktif olarak yer alalım ve cinsiyet eşitliği güden politikaların takipçisi olalım. Demokratik bir toplumda son derece elzem roller üstlenen sivil toplum kuruluşlarının da feminist bir bakış açısıyla sosyal politikaları gündeme ve dile getirmelerine destek olabiliriz. 

Anayasal bir tanımlama olarak sosyal devlet anlayışını kabul etmek, devlet için sosyal politika geliştirme ve uygulama konusunda sorumluluktur. Sosyal politika talebi ise yurttaşlar için temel bir haktır.   

Fotoğraflar: Yoksulluğa Feminist İsyan

Paylaş:

Benzer İçerikler

Ekonomi Bizim(de) Meselemiz köşesindeki yazıları zaman zaman öğrencilerimiz, meslektaşlarımız ve feminist yol arkadaşlarımızla birlikte kotaracağız. Bu hafta kadınların emek piyasalarında en sık karşılaştığı sorunlarından birini, ücret ayrımcılığını ele alacağız. Konuğumuz Ayşe Bayram
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!