Türkiye’nin büyük süt markalarından biri olan Sütaş’ta, sendikalaşmaya çalışan işçiler yıllardır bu hak arayışlarında ısrar ediyor. Patron ise sendikadan alabildiğine rahatsız. Ona göre sendikasız işyeri ‘dikensiz gül bahçesi’ olacak. Bunun için sürekli örgütlü işçileri çıkarıp yerine yeni elemanlar alıyorlar… Sütaş’ın İzmit Tire ve Bursa Karacabey fabrikalarından çıkartılan iki kadın işçiyle görüştük. İşveren, sütünü tüketiciye ulaştırırken, “süt aşkı” sloganını kullanıyor. Ne var ki süte aşık patron, işçisine tam zıttı yaklaşıyor. Acımasız bir sütçü o. İşçiler arasında ayrım yapma, kötü muamele ve düşük ücretler “aşk”la ifade edilen o sloganın arkasında gizleniyor.
Sendika ile tanışma
Seda Eşbilen, 28 yaşında. Artık o kadar yılmıştı ki işyeri koşullarından. Eşi ile birlikte çözüm arıyordu. Sendikayı duymuştu ama fazla bilgisi yoktu. Hafta sonu, izinli oldukları bir zaman diliminde, eşi ile bir kafeye gidiyor. Orada fabrikadan tanıdıkları evli bir çifte rastlıyorlar. Aynı masada oturuyorlar. Çaylarını yudumlarken, işyerindeki bütün sıkıntılar, ne var en yoksa konuşuyorlar. İş arkadaşı Seda’ya diyor ki; “Neden sendikalı olmuyorsun? Bak biz üyeyiz. Orada bize ve bütün işçi arkadaşlarımıza karşı yapılan haksızlıklara karşı mücadele etmeye karar verdik. Bunun için de katıldık. Haydi siz de gelin.”
Odada sorguya çekme
Seda ve eşi bir an tereddüt etseler de karşılıklı büyük bir güvenin oluştuğu bu çay sohbetinde, tamamen ikna oluyorlar. “Üye olmaya karar verdik” diyor gülümseyerek. Ve ardından E-devlet sayfasına internetten girerek, gerekli işlemleri yapıp, üyeliği başlatıyorlar. Seda çok heyecanlanıyor bu yeni başlangıç için. Diyor ki; “Sadece biz değil, bizden sonra da bir çok çalışma arkadaşımız üye oldu. Biz bilinçli olarak haklarımızı savunmak için sendikaya girdik. Fabrikada o kadar büyük bir yıldırma davranışı var ki. Tespit ettikleri üye işçileri insan kaynakları odasına çağırıp, sorguya çekiyorlar örneğin. Bir mobbing uyguluyorlar. Ama bunlar bile engelleyemedi bizim örgütlenmemizi. Fabrikadan bir çok işçi inanarak ve güvenerek üye oldu”.
‘Hem beni hem de eşimi işten attı’
Genç kadın, yaşananları anlatırken her seferinde konuyu işverinin acımasız tutumuna getiriyor. Çünkü eşi de aynı fabrikada işçi. Hem kendisinin hem eşinin aynı anda atılması çok kötüydü. Çünkü çiftin yeni ameliyat olmuş altı yaşında hasta bir çocukları var! Çocuğun ayağı engelli. Süt işçisinin şu an evdeki bu hasta çocuğa süt alacak parası yok! SÜTAŞ ürünlerini almamaları için insanlara çağı yapan Seda, gelinen noktaya dair şunlara da dikkat çekiyor: “Mücadelemiz evimize ekmek götürebilmek, çocuğuma bir gelecek kurabilmek içindi. Ama bakın bunlar çocuğum tam ameliyat olduğunda hem beni hem de eşimi attı aynı anda. Sendikaya vebalı gibi davranıyorlar. Önce dört işçiyi tazminatsız olarak çıkardılar. Bu işten çıkarmalarla birlikte son iki-üç ayda toplamda 61 sendikalı işçiyi ekmeğinden ettiler.”
Ped değiştirmeye bile izin yok
Maaşlara iyileşme istemişler defalarca. “Çünkü biz asgari ücret dahi almıyorduk” diyor. 3.300 -3.400 TL gibi aylıklarla çalışmış. Ücret haksızlığı bir yana, molalarda da tam bir kölelik uygulaması var. Eğer bir işçi günde sekiz saat çalışıyorsa günde sadece yarım saat izni(mola) var. Bu izin tam olarak 30 dakika kullandırılmıyor. 10’ar dakikaya bölünerek, sabah, öğle ve akşam üzeri olmak üzere üçe bölünüyor. Regl olanların çok zorlandığına işaret ediyor. Çünkü ped değiştirmek için tuvalete gitmeye bu mollalar dışında izin yok! İşçi seda anlatıyor: “Saat 10’da çay molamız var. Ama bu 10 dakikada hem tuvalete gideceksin, hem de çayını ve sigaranı içeceksin. Kimse yetiştiremiyor tabii. 10 dakikayı uzatmış oluyoruz. Bir dakika fazla mı molada kaldın. O bir dakikayı bile ücretimizden kesiyor. İşçilik değil de sanki askerlik yapıyoruz!”
Aslen İstanbullu. İzmir’e gelmeden önce Bakırköy’de yaşıyormuş ailesiyle. Annesi ve babası farklı şehirlerde doğup büyümüş. “Annem Balıkesirli, babam Zonguldaklı. Yıllarca bankada çalışıp, emekli oldu babam. Yaşadığımız ilçeye biraz yakın olan Florya’da bir AVM’de çalıştım. Birkaç iş değiştirdim. Beymen’de tezgahtarlık yaptım. Kitap firmasında mağaza satış elemanı olarak görevliydim. Sonra başka alana geçtim. Yıl 2013 idi. Atasayar Kuyumcu’da tezgahtardım o zamanlar. Eşim Yiğit de Florya’daki AVM’de Starbucks vardı, orada işçiydi. Tanışıp evlendik. Genç yaşımızda evimiz olsun istedik. Taksitleri daha uygun fiyatlı olan ve ödeyebileceğimiz bir TOKİ’ye girmek istedik. Bize en uygun bölge İzmir Tire’deydi. Buraya geldik. Önce Sütaş’ın işçi aldığını öğrendik. Başvurduk ve alındık fabrikaya. Sonra eve yerleşerek ‘kira öder gibi’ ev taksitleri ödememiz başladı.”
Bir dakikanın hesabını soruyorlar
Sendika ve işçi örgütlenmesi hakkında, arkadaşları ile birçok yerde sohbetler etmişler. “İşçi sınıfı” kavramıyla küçük yaşta tanışmış, daha sonra bu konuda ilerlemiş Seda. “Bizi sendikalı olduğumuz için cezalandırdı patron. Ama işsiz kalmamıza rağmen içerdeki arkadaşlarımıza kesinlikle sendikal örgütlenmeyi öneriyoruz” diyor. Kendilerini kararlı hissettiklerini, işverenin yıpratmak için her şeyi denediğini, birçok yönden psikolojik saldırıya da uğradıklarını, buna rağmen fikirlerini değiştirmediklerini söylüyor. 10 yıl boyunca Sütaş’a yeni işçiler gelip giderken, patron da sendikaya karşı çıkmaya devam etti. Ama işçiler yılmadı. Tek Gıda-İş Sendikası bu kötü iş koşulları için örgütlenmenin tek şart olduğunun altını çiziyordu. Üç kuruş ücret veren ve molada fazla geçirdikleri bir dakikanın bile hesabını soran işverene karşı başka çareleri de yoktu.
‘Çocuğum kronik astım oldu’
Fatma Başaran da genç yaşında bu fabrikaya girmiş. Fakat farklı bir bölgede bulunuyor işyeri. Bursa Karacabey’de kurulu Sütaş’ta yıllarca çalışmış. Fatma da sendikalı olduğu tesbit edildikten sonra işten atılmış. Şu an 27 yaşında. O da evli ve iki küçük çocuğu var. “Ben buraya kreşi var diye girdim” diyor. Çocuğu olan insanlar bilir, çocuk hastalanmadan büyütülemez. Bütün çocuklu kadınlar gibi bunu kendisinin sık sık yaşadığını söylüyor. “Kızamık olur, ateşi çıkar. İlla ki hastalanır evlatlarımız. Benim en küçük çocuğumun özel bir durumu vardı. Kronik astımdı ve sıkça rahatsızlanıyordu.” Ne var ki, çocuğunu hastaneye götürmesi gereken zamanlarda şeflerden ve müdürlerden izin alamamış. “Ölsen de gebersen de o işin başında kalmanı, sürekli mal çıkarmanı, istiyorlar. Anlayışları bu. Çocuğumu doktora götürmek için izin almadığımdan dolayı hastalığı ilerledi. Çocuk daha altı yaşında ama bu yaşta kronik astım oldu onların acımasızlığı yüzünden” diyor.
‘Burası vahşi bir ortam’
Yaşamıyla ilgili bazı ayrıntılar veriyor; “Karacabey’de doğdum… Rahat büyüdüm.. Biz iki kızız ailede. İkimiz de liseyi bitirdik. Ben bir süre sonra evlendim. Eşim o zaman Sütaş’taydı. Ben de girdim onun yanına”. İşyerinde yaşadığı gebelik dönemi adeta kabus gibi geçmiş. Anlatıyor: “Hamile kadının doktorda rutin kontrolleri olur. O gibi kontoller için izin istediğimde vermediler. Bir başka kötü bir durum vardı sağlığım ile ilgili. Benim damar tıkanıklığı rahatsızlığım var. Bundan dolayı mı bilmiyorum ama sık sık baygınlık geçiriyordum. İzin istiyordum doktora gidip muayene olmak için. Bunu kabul etmeyip sadece işyeri revirindeki doktora yönlendiriyorlardı. Bayıldığım zamanlar o doktor öyle ilaçlar veriyordu ki. Daha da kötü oluyordum. Burası vahşi bir ortam”. Aynı zamanda ev işleri sorumluluğundan da söz ediyor; “Hem işe gidip geliyordum hem de ev işlerinden sorumluydum. İşten çıkıp eve vardığımda bütün işler beni bekler. Yemek, temizlik… Dinlenmek yok. Gene 01.00’a kadar evin bütün işlerini ancak tamamlayabiliyorum. Ha bu arada unuttum. Çocuğun okul ödevini yaptırmak da benim işim.”
“Süt aşkı” olan patronun bu söylemine karşı işçiler “ekmek aşkı”ndan söz ediyor. Vahşi bir ortama sahip olan Sütaş’ın işçileri, tazminatlarını alana kadar mücadeleye devam edeceklerini söylüyorlar.