Emine 52 yaşında, yevmiye usulü çalışan bir tarım işçisi. Maraş depremleriyle yerle bir olan Hatay’ın bir köyünde, çadır bulamadıkları için satın aldıkları incecik naylonun altında eşiyle birlikte yaşam mücadelesi veriyor.
Tüm hayatı çalışarak geçmiş Emine’nin, hâlâ da çalışıyor. En büyük arzusu emekli olmak; bunun için 11 yıldır sigorta primlerini kendisi ödüyor. Ama hem bu yılın başında prim ücretlerine yapılan zam hem de depremler nedeniyle artık bu primleri ödeyebilecek durumda değil. Ve böyle giderse, yıllarca sosyal güvenceden yoksun çalışmış yüz binlerce kadın gibi Emine için de emeklilik yalnızca bir hayal olarak kalacak.
“Koşturarak” geçen bir hayat
Emine evlenince geliyor Hatay’a. Geldikten kısa süre sonra eşi hastalanıyor. Böylece oldukça zorlu bir hayat başlıyor onun için. O güne dek yalnızca tarlada çalışma deneyimi varken önce bir belediyede çaycılık, ardından bir okulda hizmetçilik yapıyor, sonrasında boya satan bir dükkânda çalışıyor, bir yandan da “mutfak işleriyle” uğraşıyor.
“Hep koşturdum durdum” diye anlatıyor o günleri; “İki kızım var, onları okutuyordum. Derken çocuklar büyüdü. İngilizce öğretmeni oldu büyük kızım. Küçük kız da okudu iki sene. Sonra ikisi de evlenince… Eşimin rahatsızlığı devam ediyor ve hâlâ ayakta durmaya çalışıyoruz. Hâlâ koşturuyoruz işte, yevmiyeye gidiyoruz.”
Emine, sözünü ettiği bu işlerin hepsinde sigortasız çalıştırıldığını söylüyor. Bu yüzden emekli olabilmek için 41 yaşındayken isteğe bağlı tarım sigortası yaptırıyor:
“Kendim 2012 yılında Ek 5 Tarım Sigortası’na yazıldım. Kendi çabamla koştura koştura yatırıyordum sigortamı. Ama yılbaşında zam geldi; 2 bin 150 liradan 3 bin 450 liraya çıktı primler. Üzerine de deprem oldu. Ben nereden bulayım da ödeyeyim bu parayı şimdi? Donduracağım mecburen, öyle kalacak, ödeyebilmem mümkün değil. Emeklilik benim için hayal oldu artık.”
İki zeytin, bir parça ekmek
Ev, çoğunlukla Emine’nin yevmiyeli işlerden kazandığı parayla dönüyor. Eşinin bir geliri yok, o da bazen Emine’yle işe gidiyor. Kışın da çıkıyor yevmiye işleri. En son bir sezon mantar işiyle uğraşmışlar, şimdi kamış zamanıymış. Topladıkları kamışlardan hasır yapılıyormuş. Bir de küçük fideler ekilince yanına bir metrelik kamış da ekiliyormuş ki ona bağlansın, böylece fide düz çıksın.
“Zor bir iş mi bu?” diye soruyoruz; “Zor tabii, hemen ele batıyor dikenleri” yanıtını veriyor. Kamış işi eldivensiz yapılacak iş değil, ama eldiveni patronları vermiyor, kendisi alıyor. “Zaten bir iki günde yırtılıyor o eldiven, yırtıldı mı gitti yevmiyenin 35 lirası” diyor gülerek.
Bahçeye kahvaltı yapıp gidiyorlar. Öğle yemeğini patron veriyorsa yevmiye 200 lira oluyor, işçi kendisi getiriyorsa 250 lira. Emine, “Ben buradan iki zeytin bir parça ekmek alıyorum o 50 lirayı bırakmamak için” diye konuşuyor.
Bir ayda 10-15 gün yevmiye işine gidebiliyorlar, hatta bazen daha az. Sürekli iş çıkmıyor. Bazen saatlik işlerin de çıkabildiğini anlatıyor Emine:
“Mesela bahçe sahibi diyor ki, ‘Emine bugün gel şu odunları diz, kır.’ İş bitiminde bakıyorsun saate, iki saat olmuş. Saati 25 liradan 50 lirayı alıp geliyorsun eve. Şimdi siz gittikten sonra birinin bahçesine gideceğiz eşimle mesela. Bir saat çalışırız, dört beş sandık mantar toplarız. Bize anahtarını vermiş, kendisi Samandağ’da, biz gidip bakıyoruz ürünlerine. Bize çok güveniyorlar; çünkü hiçbir hata yapmadık onlara karşı. Çok severler bizi, biz de onları severiz.”
350 liralık naylondan çadır
Emine’yle eşinin zaten zor olan hayatları, depremlerin ardından iyice zorlaşmış durumda. İlk depremde Antakya merkezde oturan çok sayıda yakınlarını kaybetmişler ama oraya gidememişler bile, çünkü araçları yok. Evlerine korkudan giremiyorlar. Üstelik hâlâ çadırları da yok:
“Muhtara defalarca söyledik ama yok, çadır alamadık. İki kişiyiz diye vermediler. Kalabalık ailelere veriyorlar. Biz de bir serada kalıyorduk 17 kişi. Çok kalabalık yatıyorduk, minderler yapışıktı birbirine, neredeyse üst üste. Artık eşime dedim ki, ‘Gel, biz ayrı bir yer yapalım.’ Şu küçük naylonu koyduk, oldu sana çadır…”
350 liraya almışlar bu naylonu. “Benim kaç günlük yevmiyem gitti yani” derken gülümsüyor yine. Ama naylon öyle ince ki rüzgârda uçup gitmesinden korkuyor:
“Dün biraz hava çıktı, irkildim. Ya uçurursa bunu, ne yapacağız? Çok zor durumdayız yani, hayat çok zor. Keşke evime geçsem, evimde uyusam. Güzel mutfağıma şöyle bir baksam. Nereden nereye geldik…”
Çadır ya da erzak için AFAD’a ya da Kızılay’a hiç başvurmamışlar. Nedenini soruyoruz, “Nereyi arayacağım, ne yapacağım, bilmiyorum ki… Aklıma gelmedi. Zaten telefonum depremin ikinci gününde yağmurda gitti” diyor.
Devlet sigortamızı yatırsa…
Hatay’daki pek çok kadın gibi Emine de yardımların yarın öbür gün kesileceği korkusunu yaşıyor:
“Mesela şimdi erzak aldım, her çeşitten iki kilom var. Allah razı olsun ama yarın öbür gün bunlar biterse ben ne yapacağım? Her şey parayla olacak. Onu düşünüyorum, korkuyorum. Eşim ‘Korkma’ diyor, ‘Allah büyüktür.’ Tamam, doğru, Allah büyüktür ama ben nereden bulacağım bunları?”
Bazı ihtiyaçlarını dile getirmekten çekindiğini de söylüyor Emine; örneğin geçen haftalarda pede ihtiyacı olmuş ama kimseye söyleyememiş. “Bize yemek de getirdiler ama bana asıl o lazımdı, diyemedim işte. Çok kötü günlerdi. Allah kimseyi düşürmesin” ifadelerini kullanıyor.
Son olarak Emine’ye, acil ihtiyaçların yanı sıra, kendisiyle aynı durumda olan kadınların hayatını kolaylaştırmak için devletin ne yapması gerektiğini soruyoruz, şu yanıtı veriyor:
“Bir aylık bağlansa mesela, faturalarımız ödense, sigortamız yatırılsa… Benim taleplerim bunlar. Bunların yükü benden gitse ben istediğim yemeği de yerim, istediğim giysiyi de giyerim. Ama sigorta bana çok ağır yük. Yatırdığım tüm parayı geri alabilsem hemen kapatırım o sigortayı. Zaten 60 yaşından sonra emekli maaşı alacağım ben. Niye veriyorum ki o parayı, kime veriyorum?
Devletten hiç memnun değilim, kurallarından da memnun değilim. Hiçbirini sevmiyorum, fakirleri eziyorlar. Benim neyim var ki 3 bin 500 lira yatırıyorum sigortaya? Çekilsem giden paraya yazık, ödesem emeğime yazık. Öyle sıkışık bir durum.”
Fotoğraflar: Bahar Gök (Temsilidir)