Tarım işçisi Meryem: “Beş saat çalışmanın karşılığı 80 lira”

Meryem, Silifke'nin kırsal bölgelerinde çalışan, yediğimiz gıdanın emeğini üstlenen bir tarım işçisi…Bazen güneşin altında, bazen diz boyu çamurun içinde bütün gün çabalıyor. Bir belgeselci gibi tabiatın gizli köşelerini de fotoğraflıyor işini yaparken. Bir tarım işçisi olarak güvencesi olmadığı gibi emeği de sudan ucuz…
Paylaş:
Ayla Önder
Ayla Önder
onderayla@gmail.com

Meryem Çelik Avcı tarlada, tarım işlerinin göbeğinde, her gün sırtını bükerek, toprağı işleyen çiftçi kadınlardan biri. Alnındaki teri durmadan silerek, işine bütün gücüyle sarılıyor. 44 yaşında kuvvetli bir kadın… Her türlü sebzenin yetiştirildiği bu çiftlikte, beli bir eğilip bir doğrulurken, domates kasaları dolup taşıyor.

Tarım alanında, hayatını tarlanın ortasına koyan emekçiler için özellikle yaz sıcakları bir çeşit eziyet. Erkekler için de ekme-biçme zor elbette. Fakat kadınlar açısından çok daha ağır. Dayanılmaz sıcakta hücreden hücreye ter akarken, bedenleri 40 derecede kavrulurken çalışmak, kadınların ezeli uğraşı.

Bunlarla büyüdüm

Topraktaki ürünler, sofraya gelen sebzeler, her ne varsa tarımda çalışan kadınlarının eseri. Domatesi, biberi, patlıcanı ve onca besini bu emekçiler sayesinde tüketiyoruz. Daha onlarca yiyeceği o eller yetiştiriyor. Meryem Çelik Avcı onlardan biri. Toprağı, kazmayı, ekmeyi, biçmeyi seviyor. Kendisi de dâhil 10 dolayında tarım işçisi arkadaşıyla birlikte ekilenler olgunlaşana kadar gübreliyor, suluyor. Sonra hasat zamanı yine hep beraber ürünü topluyorlar.

“Bunlarla büyüdüm, çiftçilik hayatını küçük yaşta gördüm. Yetiştirdiğimiz sebzeler bizim için her zaman önceliklidir. Sağlıklı besin için uğraşıyoruz. İnsanları memnun etmek çok çaba gerektirir” diyen Meryem, sebze yetiştiriciliğinin inceliklerini paylaşıyor. Ona göre, kabakları, biberleri, patlıcanları tohumdan var etmek, geçimi sebzelerden sağlamak o kadar kolay değil. Diyor ki; “Gübresini ihmal edip, büyüdüğü toprağın bakımını iyi yapmadın mı bitkiler buna dayanamaz ve verim alınmaz. Getirisi de iyi olmaz. Bu işte çok kazanmak diye bir şey yok. Sadece geçimini sağlıyorsun. Maalesef bu kadar ağır emeğe değer bir ücret de almıyoruz.”

Sekiz kardeşin en küçüğü

Anamur ilçesine bağlı Sarıağaç köyünde doğmuş. Kalabalık bir aile. Meryem sekiz kardeşin en küçüğü. Dört ablası üç de ağabeyi var. Sekiz çocuğun bahçedeki sesleri ve koşturmacaları ile geçen günlerini anımsıyor. Baba, orman muhafaza emekçisi. Şehir dışında olurmuş genellikle.

“Biz köyde babaannemin evindeydik. Çoğunlukla annem olurdu yanımızda. Kendi yiyeceğimiz kadar sebze ve buğday gibi ürünleri yetiştirirdi ailem. Meyve ağaçlarımız da vardı. Sarıağaç’taki bütün çiftçilik işlerinde annemle birlikte biz de çalışırdık. Süt ve yumurta için üç-dört ineğimiz, tavuğumuz olurdu.”

Köyün cazibesi ile büyüyen Meryem, şehirde yaşama fikrini çok düşünmemiş. “Dünyaya gözlerimi köyde açtım. O yüzden buraları çok seviyorum” diyor. Gerçekten de Sarıağaç kendi ritmi, çok muhteşem doğası ve gelenekleri ile harika bir köy.

Birkaç ay yaylalarda yaşıyorlar

Burada hayat durmuyor. Köy erkenden uyanıyor. Çilek toplamak, patates kazmak veya samanları hayvanlara taşımak gibi çeşitli kırsal işler birkaç ay yön değiştiriyor. Sarıağaç köylülerinden bir kısmı, bahar mevsimini ve sonraki üç-dört ayı, göç ettikleri Kaş ve Abanoz yaylalarında geçiriyorlar.

Doğduğu ve çocukluğunun geçtiği yerde, sonsuza kadar kalbinde kalacağını anladığım şiddet günlerinden de söz ediyor. Kimilerinin “otantik, hoş bir hayat” olarak aklında yer edebilecek anıları içinde, abisinin ona olabilecek en kötü şekilde davrandığı zamanlar da var. Kendisinden iki yaş büyük olan bu abisi tarafından sürekli şiddet görmüş! “Neden?” diye soruyorum. Hiçbir gerekçe söz konusu olmamış (ki dayağın asla gerekçesi olamaz zaten). Sık sık her tarafı morarana kadar dövmüş abisi.

Yaşadığı şiddet ve “Kurtuluş” köyü!

Sormak istedim. Eşiyle nasıl tanışıp evlendi? Kaç yaşındaydı o sırada? Anlatıyor:

“Eşim bizim köye çalışmak için geldi. Postanenin dış şebekesinde bir işti. Yani telefon direklerini dikiyor ve telleri çekiyordu. Bir şekilde tanıdım onu, çünkü abim de aynı işteydi. İki yıl falan çalıştı. Sonra beni sevdiğini söyledi. Daha karar vermemiştim, düşünüyordum. Dürüst bir insan. Yalan söylemeyen ve çalışıp parasını kazanan biriydi. Bunlar iyi özelliklerdi benim için. Ama yine de evlilik konusunda kararsızdım. Diğer yandan sürekli şiddet vardı evde. Söz etmiştim size o abimden. Ve maalesef bütün köyde, böyle şeyler ‘normal’ görülüyordu. Kız şımarmasın diye!

Ve bir gün ‘konuşalım’ dedi o telefon işçisi. Ben de ‘tamam’ dedim. Ama bir gün önce hiçbir suçum ve sebep yokken abim beni kürekle öyle kötü dövmüştü ki… O da tam bana ertesi gün için ‘görüşelim’ demişti. Görüştük ve ilk sözü ‘kaçalım’ oldu. Düşündüm, eve gidince hiç neden yokken beni döven kişi şimdi ne yapacaktı? Ve o şekilde hiç tanımadığım bir ailenin yanına gittim. Anamur’dan Silifke ilçesinin Kurtuluş köyüne kaçtım.”

Şiddeti bir daha yaşamamak için evliliğe doğru yol alan Meryem’in kaçtığı köyün adının “Kurtuluş” olması da manidar!

Baraj inşaatından sonra göç ettiler 

Bu arada evliliğinin ardından, hayatında coğrafi bir değişim oluyor. Yaşadığı bölgedeki (Silifke) akarsulardan biri olan Dragon çayı üzerine “Alaköprü Barajı” inşa ediliyor. Üç köy sular altında kalıyor (Farklı yerlerde, çok sayıdaki baraj projeleri inşaatlarına bağlı olarak, baraj gölü altında kalan bütün yerleşim yerleri gibi).

2014’te baraj faaliyete geçiyor. Evler, anılar ve tüm yaşam sulara gömülünce oradaki bütün halk aynı kaderi yaşıyor. Genç kadın Silifke’ye taşınıyor ailesi ile. O köy evini merak edince, sular içindeki taş binanın fotoğrafını gösteriyor bana. “İşte, yarısına kadar suyun içinde kalan ev,  kayınvalidemlerin evi. Evlendikten sonra yıllarca orada yaşadım” diyor içini burkarak.

Baraj, hayatı altüst etmiş bir yandan da. Anılar suların dibinde kalmış. Meryem, “Ama insanlar da suya kavuştu. Bence bu da çok önemli” diyor ve ekliyor; “Artık bizim için sadece hatıralar kaldı. Müstakil bir ev. Ve içinde pek çok meyve ve sebze yetişen 12 dönümlük arazi yok oldu.”

Evlenince liseye kayıt yaptırdı

İki çocuğu var. İkincisi kız ve birinci doğumdan tam 10 yıl sonra dünyaya getirmiş. İki kardeş arasında 10 yaş farkı çok rastlanılan bir durum değil, o nedenle soruyorum. Şunları paylaşıyor:

“Maddi imkânlar çok kısıtlı olduğu için ikinci çocuğu düşünemedim. Ama benim çocuk ısrarla kardeş istediği için bu evladım dünyaya geldi. Ve oğlum kızıma çok güzel bir ‘abi’ oldu. Şimdi iki kardeş bazen fikir farkı olsa da birbirlerine çok bağlılar.”

Meryem’in bir başka yönünü daha öğreniyorum. Sadece ilkokula kadar okutmuş onu ailesi. Evlendikten sonra ortaokul ve lise öğrenimini tamamlamaya karar vermiş! Açık lisede “Çocuk Gelişimi” bölümüne yazılıyor. Ama daha sonra fikir değiştiriyor. Üç yıl bu bölümde okuduktan sonra devam etmiyor. Bu kez de Açık Öğretim’de, Silifke Anadolu İmam Hatip Lisesi’ne kaydını yaptırıyor. Azimle, hevesle bu okulu tamamlıyor. Mahallesinde evlendikten sonra liseyi bitirip diplomasını gururla duvarına asan tek kadın!

Okumaya çok önem veren toprak emekçisi Meryem, oğlunu dört yıllık üniversitede eğitim alması noktasında yüreklendirmiş. Şimdi mezun. Kızı Sakine ise henüz lise öğrencisi.

Şimdi pirinç zamanı

Tarım işçisi olmanın zorlukları malum. Peki, bir günleri nasıl geçiyor? Bu soruma şöyle yanıt veriyor:

“Her çeşit sebzenin, meyvenin ekimini ve hasadını da yapıyor benim içinde bulunduğum işçi ekibi. Şu dönemler özellikle yayla köylerine aklınıza gelen ve yetişmiş olan her türlü sebzenin hasadına gidiyoruz. Şimdi pirinç ekiyoruz. Ağustos ayı ise nar toplama zamanımız. Sabah çok erken gidilir işe. Yaz aylarında örneğin 04.30’da yola çıkılacak evden. 05.15’te işbaşı yapıyoruz. Hava çok sıcak olmadan geri dönüş yapabilmek için bu kadar erken kalkıyoruz. Buraların sıcakları felaket çünkü. İşe başladıktan yaklaşık üç saat sonra kahvaltı yapıyoruz hep birlikte. Tarla sahibi için her şey dakik olmalı. Arada 10 dakika verirler dinlenmemiz ve su içmemiz için. Grup halinde çalıştığımız için bir kişi işini hatalı yaparsa patron çavuşa kızar. Biz de en iyisini yapmak için çabalıyoruz. Ekip kendini iyi hissederse zaten güzel çalışır. Ve de öyle olduğu için çok tercih edilen bir tarım işçisi ekibiyiz. Bizim günlük beş saat çalışmamızın yevmiyesi 80 TL!”

Tarlada Meryem ve ekibi…

Sarı çizmeler

Günlük hayatını sosyal ağlarda paylaşmaktan mutlu. İnsanlar köyü, çiftliği, orada yaşananları farklı görüyor. Çiftlik hayatına ve toprak kadınlarının günlük yaşamına farklı bir şekilde bakmamızı sağlıyor Meryem. Çiftlikteki işler çok çeşitli. Her türlü iklimde, bazen çok sert hava koşullarında lastik çizmelerle çamurda çalışmaları gerekiyor. Ofiste tarz giyinmek ayrı anlam taşır kimileri için. Tarlada ise lastikli çizmenin delik olmayan modeli önemli!

Tarım işçilerinin çoğu zaman çok farklı yaşam deneyimleri söz konusu. Bazen başka bir dil konuşanlar da olsa, ekipteki farklılıklar sadece zenginleştiriyor onları. “Çiftlikte çalışmak genellikle kirlidir, bazen tehlikelidir. Toz içinde olur üstümüz başımız. Burada çok yağmur yağdığı da olur ve diz boyu çamurun içinde çalışırız. Bu yüzden iş arkadaşlarımı cesaretlendirmem, moral vermem gerektiği anlar olabiliyor” diyor.  

Yılanla imtihan

Adeta bir belgeselci gibi tabiatın gizli köşelerini de fotoğraflıyor işini yaparken. Artan hava sıcaklığıyla beraber tarlalarda yılan görmek sürpriz değil. Serin yer aramak için yuvalarından çıkan hayvanlar, nemli toprağı tercih edebiliyor. Görünce bazı kadınların çığlık attığı bu hayvana o sevgiyle yaklaşıyor. Kazmayı indirirken, karşısına çıkan yılanı yakalayıp tarlanın dışına çıkarıyor.

Herkes bilir, onlardan kaçmayan çok azdır. Çoğuna göre fareler korkunç yaratıklar ama Meryem ekip biçerken bir tarla faresine rastladığında eline alıp seviyor. Soğuk bir zamansa ve hayvan üşümüşse, onu avucunda ısıtıp tekrar çıktığı deliğe bırakıyor.

Sarı limon, kırmızı nar

Hasat hiç bitmiyor. Bir çeşidi bitirip ötekini toplamaya başlıyorlar. Limona sıra geldiğini söylüyor ve şu bilgileri paylaşıyor:

“Limon toplama eylül ayında başlar ve devam eden yıldaki nisana kadar devam eder. Ayrıca küçük olan ve ağacın üzerinde kalan limonlar temmuz ve ağustos aylarında hasat edilir. O limona ‘şataf’ diyoruz.  Günlük tüketim içindir, bekletmeye gelmez. Eylül ayında başlayıp şubat ayına kadar sürecek olan hasada ise ‘yatak’ deriz. Yani ambalaj yapılarak uzun süre bekleyebilir anlamında.”

Peki, kıpkırmızı narlar nasıl toplanıyor ağaçlardan? Onu da anlatıyor: “Narlar yaz bitimi olgunlaştığı zaman toplanır. Temizlenip kesilir ve taneleri çıkarılıp dökülür kaplara. Sonra suyu sıkılır ve büyük bir kazanda yedi-sekiz saat kaynatılır. Koyu kıvama gelene kadar… Daha sonra soğutup, temiz ve kuru bidonlara aktarırız. ‘Nar ekşisi’ olarak saklamaya hazır hale gelir. Yalnız şunu belirtmek isterim: Biz çiftçiler hiçbir şeyi atmayız. Narın kabuğunu da güneşte kurutur, kavanozlara koyarız öksürük için, çayını demlemek üzere… Bizim için doğal ilaçtır. Kabukların fazlasını ise sobada yakıt olarak kullanmak üzere saklarız.”

Paylaş:

Benzer İçerikler

Gösterilecek içerik bulunamadı!
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!