‘Tatil yapmak bizim için lüks’

Bütün yıl çalışıp didindikten sonra tatil yapmak işçilerin en doğal hakkı. Yıllık izin bunun için var. Kadın işçilerin kimisi için izin, bacaklarını uzatıp yatmak, kimisi içinse ertelenmiş işlerini yapmak anlamına geliyor. Daha çok memleketlerine gidiyorlar. Para verip de bir yerde üç günlüğüne denize girmek ise artık hayal…
Paylaş:
Bahar Gök
Bahar Gök
bihargok1982@gmail.com

Yaz mevsimi geldi, tatil mekânları dolup taşıyor. Tatil için oldukça zengin seçenekleri olan bir ülkede, biraz dinlenmek ve eğlenmek için epey bir para harcamak gerekiyor. Tatil beldelerindeki cıvıl cıvıl görüntülere bakarak insanların alım gücünün düşürülmediğini kanıtlamaya çalışan bir güruhun aksine, “Herkes tatil yapabiliyor mu?” sorusunun peşine düştük. Önceki yıllarda tatile çıkabilen ama bu yıl çıkamayacak olan kadınlarla bu durumun nedenleri üzerine konuştuk.

İnsanları ekonomik, sosyal, siyasal ve psikolojik olarak yıpratan bir dönemde tatil yapmak, işçi kadınlar için ne anlama geliyor? Yıllık izinlerini, bayram tatillerini yaz mevsiminde nasıl değerlendiriyorlar? Bütün bir yıl hayalini kurdukları bu hakkı kullanabiliyorlar mı ya da kimler kullanabiliyor?

“Tatile çıkacak mısın?” diye sorduğumuz işçi kadınların kimisi 15 günlük yıllık izin hakkını memleketindeki tarımsal ürünleri toplamak için, kimisi yakın akrabalarının düğünleri için, kimisi izin dönemine ertelediği işlerini halletmek için değerlendiriyor. Kimisi ise yalnızca ayak ayak üstüne atıp dinlenmek istiyor. Yıllık izin hakkı henüz oluşmayan kadınlar ise bayram ve resmî tatiller bittiği için seneye dair planlarını anlatıyor.

“Taşınma masrafı, birikmiş kiralar, avukat parası derken elimde para kalmadı hiç. Param olsa bile gidemem bu sene. ‘Boşanır boşanmaz gezmeye başladı’ diyecek herkes. Hele de akrabalar…”

Fidan

‘Yakın yerlere gidebiliyordum, bu sene gidemem’

Metal işçisi Fidan*, ayak ayak üstüne atıp evde dinlenmek isteyenlerden. Neredeyse bütün bir yıl full mesai ile geçtiği için gürültü olmayan bir yerde yatmak istiyor sadece. Taze boşanmış bir genç kadın olarak ailesinin evine geri dönmesiyle birlikte özel bir alanı da kalmayan Fidan, birkaç yıl daha tatile çıkamayacağını biliyor.

“Sanki daha önce tatile çok gitmişim gibi konuşmayayım ama birkaç günlüğüne de olsa yakın yerlere gidebiliyordum. Bu sene gidemem. Taşınma masrafı, birikmiş kiralar, avukat parası derken elimde para kalmadı hiç. Zaten birkaç ay oldu ailemin evine geleli. Param olsa bile gidemem bu sene. ‘Boşanır boşanmaz gezmeye başladı’ diyecek herkes. Hele de akrabalar… Yedi yıldır gözümü açmadan çalışıyorum metalde. Her yerim bu yaşta dökülmeye başladı. Dinlenmeye benim de hakkım olduğunu anlatamıyorsun işte.”

Fidan’ın yakın dediği yerler, İzmit’e bağlı Kefken, Kerpe gibi yerler. Haftalık bir gün olan tatilini günübirlik denize girerken kullanmış geçtiğimiz yıllarda. 36 yaşında olmasına rağmen hayatını evlilikten sonrasına göre tarifliyor:

“Evliyken iki kere tatile gittim. Bir kere Marmaris’e, bir kere de Avşa Adası’na…  Kendi imkânlarımızla gitmedik tabii. Yurtdışındaki kuzenlerime tatil rezervasyonu yaptığımda onlarla gitmiştim. Geçen yine internetten baktım buralara. Ateş pahası. En düşüğü günlük beş bin lira. 15 günlük maaşım yani… Mümkün değil gidemeyiz artık. Çok istesem de gidemem. TL’nin değeri düştükçe düşüyor ama benim için bir o kadar kıymetli. Yarın ne olacak bilmiyorum. Bir lirayı bile lükse harcayamam artık. Anlayacağın, tatil benim için lüks.”

Dayanacak gibi değil bu sene

Daha önce metal sektöründe çalışırken sendikal hakkını kullandığı için işten hukuksuz şekilde atılan ve fabrika önündeki direnişte yer alan Gülay ise şimdi bir lojistik firmasında işe başlamış. Başlayalı sekiz ay olmuş. Daha önce deneyimlemediği bir iş olduğu için yeni işini öğrenmek kendisini epey zorlamış. Bir de üstüne full mesai… “Dayanacak gibi değil bu sene” diye başlıyor söze. Direniş sürecinde yaşadığı ekonomik sıkıntılar, aile baskısı, fişlendiği için iş bulamamak derken bir de üstüne seçim sürecindeki stres, çok yormuş kendisini.

“Biz seçimle bazı şeyler değişir, zamanla kaybettiğimiz hakları da alırız diye umutlanmıştık. Çoğumuz umutlanmıştık. Davayı kazanıp işe geri başlarız ya da iyi maaşlı yerlerde çalışmaya başlarız diye hayal kuruyorduk. Olmadı.”

“Eve dönüyorsun, savaş çıkmış. Eşim 15 günde evi darmadağın etmiş. Kirli bulaşıklar yığılmış, makineye bile atmamış. Kirli sepeti dolmuş taşmış… Bir hafta da evi temizlemekle geçiyor zaman. Bize tatil matil yok…”

Gülay

Dinlenmeye çok ihtiyacı olduğunu söyleyen Gülay, hemen her yıl memleketi Samsun’a gidiyormuş. Ailesinin fındık bahçeleri varmış. Fındığın yanında Karadeniz bölgesinde yüksek verim alınan tarımsal ürünleri yetiştiriyormuş. Daha önce çalıştığı fabrika ağustos ayında kapanıyormuş ve tüm işçilerin yıllık izni bu şekilde kullandırılıyormuş. Tam fındık dönemine denk geldiği için izin tarihleriyle ilgili bir sorunu olmamış şimdiye kadar. O yüzden rahat gidebiliyormuş. Fındığı topladıktan sonra kendisine verilen payı Gebze’deki çevresine satıp ek gelir yaratıyormuş. Bu yıl gidemeyeceği için payı yokmuş.

“Tatil dedim ama tatil değil. Fındık toplamak öyle kolay değil. Yamaçlarda daha yağlı olur fındık. Bizim bahçe de yamaç. Düşe kalka topluyoruz. İki çocukla uğraş, yemek yap, temizlik yap, akraba ziyaretleri, bir de bahçe… Gecenin yarısı yatıyorsun, sabah 05.00’te ayaktasın. Daha fazla yoruluyorum yıllık izinlerde. Olur da hızlı çalışır bir iki gün erken bitirirsek sahile iniyoruz işte. Çocuklar denize giriyor, biz de mangal yapıyoruz. Bizim tatilimiz başka nasıl olur ki? Eve dönüyorsun, savaş çıkmış. Eşim 15 günde evi darmadağın etmiş. Kirli bulaşıklar yığılmış, makineye bile atmamış. Kirli sepeti dolmuş taşmış, banyo ve tuvaleti hiç anlatmayayım. Bir hafta da evi toparlamakla, temizlemekle geçiyor zaman. Bana ne kaldı? Pazar günleri… Her hafta aynı. Bize tatil matil yok.”

Çok sayıda kadın, yıllık izinlerinde fındık toplamaya gidiyor. (Fotoğraf: DHA)

Tatilde daha çok yoruluyorum

Her yıl memleketi Dersim’e giden Sevgi de bu yıl gidemeyecek olanlardan. Bir çocuğu var, 15 yaşında. Tek başına üstleniyor tüm masrafları. Bir tekstil atölyesinde çalışıyor yıllardır. Kirada oturuyor ve asgari ücretle çalışıyor.

“Aslında asgari ücret değil, 1000 lira fazlası. O da vergiye gittiği için asgari ücret diyorum. Asgari ücret alsam daha kârlıyım valla. Vergiye gitmeyecek en azından. Mesai üstüne mesai yapıyorum, yine de aldığım 15-16 bin lira oluyor. Bu paraya yaşamaya çalışıyorsun, bir de liseye giden bir çocuğu yetiştirmeye çalışıyorsun.”

Bu sözlerle anlatmaya başladığı çalışma yaşamı oldukça zorluyormuş kendisini. Makine seslerinin arasında çalıştığı için kulağı az işitmeye başlamış.

“Kulaklığı kim kaybetmiş ki bize versinler. Çok söyledik ama ‘500 kişiye her gün kulaklık ne kadar ediyor, biliyor musun?’ diyorlar.”

Henüz 40 yaşında olmasına rağmen bel/boyun fıtığı, sinir sıkışması, omzunda yırtık, varis gibi hastalıklarla boğuşurken çok yaşlandığını ekliyor. Sabahın erken saatlerinde başlayan günü, gece yarısına kadar tempoyu düşürmeden devam ediyormuş.

“Allah’tan oğlum bana yük olmuyor, arkasını toplamak zorunda değilim. Ama yemek yapamaz, yapmasın, derslerini çalışsın istiyorum. Eve gelir gelmez yemek, bulaşık, banyo derken bir bakıyorum saat gece yarısı olmuş. Nasıl geçiyor anlamıyorum bile. Zaten eve 21.00’den önce gelemiyorum. Erken gelebilsem belki bu kadar hızlı geçmez bilemiyorum. Mesaiye kalmasam diyorum ama izin vermiyorlar ki. Sonra ‘İzin istediğinde biz böyle nazlanmıyoruz’ diyerek alttan alttan laf sokuyorlar işyerinde. Mecbursun kalmaya. Zannediyorlar ki makine başında oturuyorsun diye yorulmuyorsun. Ben eve 21.00’den önce gelemiyorsam bir anlamı yok ki. Neyse işte, hep bir koşturmaca…”

“Sabah-öğlen-akşam yemeği, bulaşıklar, bahçe işi derken bir gözünü açıyorsun, hava kararmış. O gün hiçbir şey anlamıyorsun. Bu dünyaya erkek olarak gelmek varmış. Tatil o zaman tatil olurdu herhalde…”

Sevgi

Her yıl, yıllık izinlerde memleketine gidiyormuş gitmesine ama orada daha fazla yoruluyormuş. Dersim’i ve doğasını çok sevdiğini söyleyen Sevgi, artık eskisi kadar keyif alamadığını belirtiyor.

“Gençken bana mısın demezdim. Ama şimdi yapamıyorum. Yazları yurtdışından, diğer illerden insanlar geliyorlar köye. Öyle bir iki kişi de değil. Sülale toplanıyor resmen, biliyorsun. Sabah-öğlen-akşam yemeği, bulaşıklar, bahçe işi derken bir gözünü açıyorsun, hava kararmış. O gün hiçbir şey anlamıyorsun. Daha önce yazları köyüne gelmeyip tatile çıkan kadınlara kızıyordum. Burunları kalkmış, buraları beğenmiyor diye düşünüyordum ama öyle değilmiş işte. Bir kere Munzur Gözeleri’ne, bir kere Düzgün Baba Dağı’na gidebiliyorsun. Onun dışında orada da hep iş hep iş. Hele kurban kestiysen ya da lokma veriyorsan gelen giden bitmiyor. Çok güzel eğlenceli sohbetlerimiz olduğu için belki önceden çok koymuyordu ama şimdi ağır geliyor. Bu dünyaya erkek olarak gelmek varmış. Tatil o zaman tatil olurdu herhalde.”

Kadınlar, halk plajlarının da çok pahalandığına dikkat çekiyor. (Fotoğraf: En Kocaeli)

İşe girmeden tatile gidemeyiz

Yine bir metal işçisi olan Yağmur, bir süredir işsiz. Yıllardır çalıştığı fabrikadan çıkarılınca başka bir metal fabrikasında işe başlamış. Çocuğu rahatsızlandığında bir hafta izin istemiş işyerinden. İzin vermişler. Ama kadroya kalma günü geldiğinde bunu önüne koyarak “işe gidiş gelişleri istikrarsız” olduğu için kadroya bırakılmamış. Kendisine böyle söylenmiş.

Her yıl olmasa da memleketi Ardahan’a gidiyormuş yaz tatillerinde. Birkaç kere de Antalya, Muğla gibi illerde bir haftalık tatil yapabilmiş. O zamanlar fiyatlar biraz daha uygunmuş, dediğine göre.

“Bu yıl gidemeyiz bir yere. Bir tek eşim çalışıyor. Ben işe girene kadar plan yapamayız. Bu sene geçti artık. Instagram’dan videolara bakıyorum, cam gibi sularda serinliyor insanlar. Çocuklar da habire gösteriyor ‘Anne buraya gidelim mi?’ diye. ‘Gideriz oğlum’ deyip geçiştiriyoruz. Biz gene idare ederiz de çocukları zapt etmek zor. Hafta sonları Bayramoğlu sahiline götürürüm herhalde. Bu hafta çok sıcak diye korkuyorum götürmeye. Güneş çarpar marpar maazallah. Gerçi Bayramoğlu’nda da bir tek halk plajı var giriş ücreti düşük olan. Giriş ücretleri uçmuş. Kişi başı 200 lira olmuş en kötüsü. Sarma yapsam, karpuz peynir alıp gitsek, en az 500 lira da öyle… 1000-1500 lira bir gününe gidecek. Kaç kere götürebilirim, bilmiyorum.”

“900 liradan başlıyor Ardahan. İki çocukla ben, 2 bin 700 TL. Bunun bir de dönüşü var. Oradayken yemesi içmesi, hediyesi desen en az 15 bin TL olması lazım elimde. Ama yok. Hadi diyeyim ki kısıp kısıp gittim. Eylülde ne olacak?

Yağmur

Son birkaç yıla göre asgari ücrete temmuz ayında yapılan zammın düşük tutulması canını çok sıkmış Yağmur’un. “Hiçbir şeyin yanına yaklaşılmıyor” diyor. Temel ihtiyaçlarını karşılamakta bile çok zorlanmaya başlamışlar. “Her şeyden kısmaya başladım artık” derken eşinin asgari ücret almadığını ama asgari ücret zammının diğer maaşlara yapılacak zamda da belirleyici olduğunu söylüyor. Sendikalı bir işyerinde çalışan eşinin maaşı 14 bin küsur olmuş.

“Asgari ücret 15-16 bin lira olur diye düşünüyorduk. Her şeye yüzde 300 zam gelmişken bizi de düşünürler diyordum. O zaman eşimin maaşı da 20 bin lira civarı olurdu bir ihtimal. Biraz daha rahat ederdik. Onun yerine elektriğe yüzde 50 zam yaptılar. Faturalar, ev kredisi, yeme içme derken kıyafet almaya para kalmıyor. Kardeşimin düğünü dışında iki senedir tişört almadım kendime yeminle. İnsanlar nereden buluyor bu parayı? Günlerce nasıl tatil yapıyorlar, anlamıyorum. Biz bir hafta zar zor gidebilirdik.”

Ardahan’a her gittiğinde peynir, kaz, kurutulmuş sebzelerle geri döndüğünü, böylece bir süre kendilerini idare ettiğini söyleyen Yağmur, bu yıl bunlardan da mahrum kalacağını ekliyor. “Gerçi annem bana da pay ayırır mutlaka ama gidip kendin yapınca daha başka oluyor” diyerek bu özlemini de dile getiriyor. En azından memlekete gidebilse kafasının biraz dağılacağını belirten Yağmur, otobüs fiyatlarını görünce ondan da vazgeçmiş.

“900 liradan başlıyor Ardahan. İki çocukla ben, 2 bin 700 TL. Bunun bir de dönüşü var. Oradayken yemesi içmesi, hediyesi desen en az 15 bin lira olması lazım elimde. Ama inan ki yok. Hadi diyeyim ki kısıp kısıp gittim. Eylülde ne olacak? Kim bilir bu sene okul masrafı ne olacak? Bir kuruş kalırsa köşede eylül için saklayacağız mecburen.”

Kaç aile yok olup gitti, tatil mi düşünür insan?

Bir fabrikanın yemekhanesinde çalışan Züleyha, yıllardır antidepresan kullanıyor. Çocukken yaşadığı travmalar, ağır çalışma koşulları, ekonomik zorluklar derken zamanla dengeyi kaybettiğini anlatıyor. “Bakma, aslında çok güçlü biriydim ben ama bir yerde artık kendi başıma halledemedim” diyor rahatsızlığı için. “Vardiyalı çalışırken başlamıştı. Belki gece çalışması yüzünden de olabilir. Doktor da ihtimal dahilinde demişti, bir de kızımın hastalığı…” diye de ekliyor.

Eşi uzakta çalışıyormuş. Birkaç ayda bir, birkaç günlüğüne gelebiliyormuş eve. Görüntülü aramalarla evliliğini yürütmeye çalıştığını anlatıyor gülerek. En küçük çocuğu 12 yaşındaymış. Üç çocuğu kendilerine bakabilecek yaşta olduğu için çalışırken aklı evde kalmıyormuş genelde. Kızının kalp rahatsızlığı zihnindeymiş hep. “Ama her şey onlar için” diyerek içten içe yaşadığı vicdani rahatsızlığı bu şekilde dindiriyormuş.

“Çocuklarımın başında kalıp ben yapmak isterdim her işlerini. Mecbur n’apalım. ‘Biz de böyle büyüdük’ deyip kendimi avutuyorum.”

Aslen Antakyalı olan Züleyha, bir akrabasının Kefken’deki yazlığında iki senede bir tatil yapıyormuş. Yazın sıcağında denize girip serinlemek, psikolojik olarak da iyi geliyormuş kendisine.

“Kefken sessizdir. Ormanın dibinde kuş sesleriyle dinlenebiliyorsun. Her taraf bağ bahçe. Bahçeden toplayıp kahvaltıda yiyorsun. Tencere tava sesini unutuyorsun orada. Bazen bayram tatillerinde de gidiyorduk. Şanslıyız bu konuda. Çocuklar da çok seviyor Kefken’i. Benimkiler öyle zamane gençleri gibi hevesleri olan çocuklar değiller. Bu konuda da çok şanslıyım. ‘Anne onu al bunu al’ demiyorlar kesinlikle. Konaklama ücreti vermemiz gerekmiyor. Versek altından kalkamazdık zaten. Bir haftalık, on günlük evler tutanlara sormuştum oradayken. Biz karşılayamazdık, ne yalan söyleyeyim.”

Çocukları götüremeyeceğim. Hepsi çadırda çünkü, bir de biz yük olmayalım kimseye. Babaları izin alıp geldiğinde çocukların başında duracak. Geç de olsa ailemin yanına gideceğim. İmkânlar el verse çoktan gitmiştim de işte…”

Züleyha

6 Şubat depreminde akrabalarından kaybettiği insanlar olmuş Züleyha’nın. Ailesinden haber alamadığı ilk günleri “Kafayı yedim, kendimi bitirdim burada” sözleriyle anlatıyor Züleyha.

“Kardeşlerim, dayılarım, teyzelerim, kuzenlerime ne oldu, niye kimseye ulaşamıyoruz, diye bağırıyordum artık. Bir hafta işe gitmedim. Atlayıp gidecektim, eşim izin vermedi. ‘Her yer yıkılmış, gitsen de kimseyi bulamazsın, aklımız sende kalmasın’ deyince kaldım mecburen. Bir hafta sonra teyzem Mersin’e geçtiğinde haber alabilmiştim. Aklıma geldikçe ağlama krizine giriyorum hâlâ.”

Biraz kendine gelince mahallede, işyerinde yardım toplama işlerine katılmış aktif olarak. Yardımların adreslere doğrudan ulaştırılmasını sağlayabilmiş olmanın kendisini iyi hissettirdiğini görmüş. O yüzden gitmekten vazgeçmiş ve Gebze’de kalmış. Ağustos ayındaki yıllık iznini bekliyormuş şimdi. Hatay’a, ailesinin yanına gidecekmiş.

“Çocukları götüremeyeceğim. Hepsi çadırda kalıyor çünkü. Bir de biz yük olmayalım kimseye. Babaları izin alıp geldiğinde çocukların başında duracak. Geç de olsa ailemin yanına gideceğim. İmkânlar el verse çoktan gitmiştim de işte… Bu sefer de böyle olsun, ne yapayım… Tatil yapmak gelir mi insanın aklına bu sene? Kaç aile yok olup gitti, ne acılar çekiyor insanlar… Bunun hesabını kim nasıl verecek? Çocukluk arkadaşlarımdan, komşularımdan kim kaldı, bilmiyorum bile. Ev zaten yıkılmış. Ağaçlar gitmiş. ‘Samandağ, Samandağ olmaktan çıkmış’ diyor annemler. Öyle görsem dayanabilir miyim bilmiyorum ama gitmem lazım.”

*İşçilerin talebi üzerine isimleri değiştirdik.

Manşet fotoğrafı: Ekmek ve Gül

Paylaş:

Benzer İçerikler

Gösterilecek içerik bulunamadı!
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!