Öznur Kaya oznurr.kayaa@gmail.com
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde tekstil sektöründe çalışan kadınlara ulaşarak yaşadıkları sıkıntıları ve 8 Mart’la ilgili düşüncelerini öğrenmek istedik. Dört farklı atölyede çalışan kadınların ortak sıkıntısı: Tacize, mobbinge maruz kalmak ve asgari ücretin bile altında kalan ücretler…
Ayşe ve Fatma isimli iki kardeş uzun çalışma saatlerinden şikayetçi. Ayşe asgari ücretin altında 4 bin liraya sigortasız çalıştırılıyor ve iş yerinde yıllardır çalışan diğer işçilerin de sigortasının olmadığını söylüyor. Molalarının yalnızca 15 dakika olduğunu sözlerine ekleyen Ayşe, uzun saatler ayakta çalıştıklarını vurguluyor.
Fatma ise beş yıldır aynı penye atölyesinde makineci olarak çalışıyor. “Çoğu tekstil atölyesinde kadın ve erkek işçiler arasında ayrım var” diyerek başlıyor sözlerine. Atölyelerin aşırı tozlu ve pis oluşundan şikayet eden Fatma, 11 saate yakın ayakta çalıştıklarını söylüyor. Kendilerine verilen mola sürelerinin ve maaşlarının yetersizliğinin altını çizen Fatma şöyle konuşuyor:
“İşimiz çok ağır. Bazı yerlerde sigara içilmesine izin veriliyor. Bu da ortamın havasızlığını ikiye katlıyor. Molalar ve ücretler asla yeterli değil. Asgari ücret 4 bin 250 lira oldu ama her şey zamlandığı için aldığım para yetmiyor. Beş yıldır aynı yerde çalışmama rağmen asgari ücretin biraz fazlasını alabiliyorum. Bazı iş yerlerinde asgari ücretle çalışan işçilerin ücreti bankaya yatıyor fakat patron işçilere 2 bin 850 lira verip paranın geri kalanını elden geri istiyor.”
Kadınlar her yerde özgürce gezebilsin
Ayşe ve Fatma’nın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için tek bir dilekleri var. O da kadınların sokaklarda ve her yerde özgürce gezebilmeleri. Ayşe tüm kadınların 8 Mart’ını kutlarken kadın cinayetlerine de vurgu yapıyor. “Umarım artık hiçbir kadın öldürülmez.”
Hicran ise yıllardır tekstil atölyelerinde çalışan ve Türkiye Komünist Partisi’nde örgütlü bir kadın işçi. Hicran tekstil atölyelerinde kadınların yaşadığı en büyük sorunu sömürü ve erkek şiddeti olarak tarif ediyor. Patron ve ustabaşı olan erkeklerin ‘vermek’ ve ‘sokmak’ gibi fiilleri bilerek kullandığını ifade eden Hicran, “Kullandıkları kelimelerle bizi taciz ediyorlar. En ufak hatamızda bizi ‘git evinde otur’ diyerek azarlıyorlar çünkü kadınların yerinin ev olduğunu düşünüyorlar” diyor.
Ustabaşı taciz etti
Hicran Gazi Mahallesi’nde bulunan merdiven altı bir tekstil atölyesinde çalıştığı sırada defalarca tacize uğradığını söylüyor. Herkesin bir arada yemek yediği bir vakitte ustabaşının ayaklarıyla kendi bacaklarına dokunarak taciz ettiğini söyleyen Hicran tacizi şöyle anlatıyor:
“Yemek yediğimiz sırada ayaklarını bacaklarıma sürttü. Onu uyardığımda bana ‘her şeyi yanlış anlıyorsun’ dedi. Dayanamayıp onun sırtına sandalyeyle vurdum. Beni işten atmakla tehdit etti. Yazıhaneye sokarak tehditler savurdu”
Hicran da Ayşe ve Fatma gibi molalarının yetersiz olduğundan, uzun çalışma saatlerinden, çalışma ortamının hijyenik olmayışından şikayetçi. Mesai ücretlerini eksik aldıklarını söyleyen Hicran, aldığı asgari ücretle kira ve faturalarını ancak ödeyebildiğini söylüyor.
Erkek ücretleri daha yüksek
Türkiye’de kadın olmanın zorluklarını her alanda yaşadığını vurgulayan Hicran, çalıştığı atölyelerdeki eşitsiz ücret dağılımını da dile getiriyor. Hicran şunları söylüyor:
“Erkek işçiler kadınlardan daha fazla maaş alıyor. Makineci olarak çalışan yani kıdem olarak daha üstün olan kadınlara erkek işçilerden daha az para veriyorlar. Kadınlar daha fazla çalışmasına rağmen erkeklerden daha az maaş alıyorlar.
Patron bile maske takmıyor. Biz kendi kendimizi koruyoruz. Temizlik malzemeleri yok. Tuvaletler çok pis. Bazı günler iş yerinde hiç tuvalet kullanmadan çıkmak zorunda kalıyorum. Muhasebecimize ‘maske var mı?’ diye sorduğumuzda ‘patron almadı’ yanıtını alıyoruz. İş yerinde Suriyeli kadınlara çok kötü muamele ediyorlar. 3 bin 300 lira para veriyorlar. Türkçeleri yetersiz olduğu için kendilerine söylenen hakaretleri dahi anlamıyorlar. Kadınları bütün işçilerin içinde azarlıyorlar.”
Kadınların gücünün hafife alınmaması gerektiğini söyleyen Hicran’ın 8 Mart mesajı ise şu şekilde:
“Kadınları 8 Martta gerçekleşecek olan etkinliklere katılmaya davet ediyorum. Hepsi benim gözümde tanrıça gibi. Bütün kadınların 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyorum.”
Mecidiyeköy’de bir handa makineci olarak çalışan Tuğba ise 11 yaşından beri tekstil sektöründe. Verdiği 20 yıllık aranın ardından yeniden bir abiye dikim atölyesinde çalışmak zorunda kaldığını söyleyen Tuğba, geçen sürede hiçbir şeyin değişmediğini aynı kalan tek şeyin sömürü olduğunu vurguluyor.
Bir kadın olarak tekstil sektöründe çalışmanın oldukça zor olduğunu söyleyen Tuğba, patronları tarafından taciz edilen kadınların kötü muameleye maruz kaldıklarını vurguluyor.
Günlük 11 saat ve sigortasız çalıştığını söyleyen Tuğba, sektörde kıdemli ve patronun yakını olanlar hariç hiç kimsenin sigortalı olmadığını ifade ediyor. Mesai ücretlerinin günlük yevmiyeleri üzerinden hesaplandığını söyleyerek şunları dile getiriyor:
“Cumartesi günü yaptığımız mesai, günlük ücretimizden hesaplanarak ödeniyor. Mesai adı altında ekstra sömürülüyoruz. Bir gün iş yerinde elektrik gitti. Öğlen 2’ye kadar elektriğin gelmesini bekledik daha sonra eve gittik. Bunun ücretini işçilerden kestiler”
İşe etek giyerek gidemiyorum
Tuğba, kendinden yaşça büyük eşinin iş yerine geldiği anda kendisine ‘farklı’ gözle bakıldığını hissettiğini söylüyor. Patron ve ustabaşı tarafından elle tacize maruz kaldıklarını söyleyen Tuğba, atölyede karşılaştığı sorunları şu ifadelerle açıklıyor:
“Her atölyede sigara içmek normalleşti. Atölyelerin içi içmeyen insanlar için çok kötü. Tuvaletleri kullanamıyoruz. Hijyen kuralları sıfır. İş yerine yemek gelmiyor. İşçiler dışardan yemek zorunda kalıyor ve bu da çok pahalı. Günlük işe gidiş geliş ücretim 22 TL. Ücretimin yarısını yol ve yemeğe vermiş oluyorum. Hava alacak yer yok, camlar açılmıyor. Tuvalet için restoranları kullanıyorum. Beş dakika dahi geç kalsak maaşımızdan kesiyorlar. İşe giderken ne giyeceğime dikkat ediyorum. Etek giyerek işe gidemiyorum. Kadınların tekstilde hiçbir özgürlüğü yok.”