Tekstil sektörünün değişmeyeni: Kadınlar hâlâ kayıtdışı, güvencesiz ve düşük ücrete çalışıyor!

Araştırmacı Saniye Evren ile tekstil işçisi kadınlarla yaptığı araştırmayı konuştuk. Evren’in anlattıkları gösteriyor ki sektörde değişen pek bir şey yok. Kadın işçiler hâlâ kötü koşullarda ve güvencesiz çalışıyor, erkeklerden düşük ücret alıyor. Kadın oldukları için sürekli ayrımcılığa maruz kalıyorlar.
Paylaş:
Sare Öztürk
Sare Öztürk
ozturksare48@gmail.com

“Yemek molasını 1 saatten 45 dakikaya indirdiler. Yarış atı gibi çalışıyoruz. Bazen neredeyse yemeği yetiştiremiyoruz. Tuvalete girsek ki hemen çıkamadığımız dönemlerimiz oluyor… Her şeyi herkese açık açık anlatamam ya. Tuvaletimize bile karışıyorlar.”

Bu cümleleri okuduğumuzda geçmişteki bir zamandan ve çalışma koşullarından söz edildiğini düşünebiliriz. Hayır, bu sözler 2021 yılında yapılan bir araştırmada yer alan ve tekstil sektöründe çalışan bir kadına ait. Evet, altını çizmek istiyorum: 2021 yılında yaşanıyor bunlar! Üzgünüz ama daha fazlası da yer alıyor Saniye Evren tarafından yapılan Cinsiyete Dayalı Ücret Eşitsizliği Temelinde Tekstil İşçisi Kadınların Yaşadıkları Sorunların İncelenmesi” başlıklı araştırmada.

Esenyurt, Sefaköy, Bağcılar, Tuzla, Sarıgazi, Ümraniye’deki tekstil sektöründe çalışan işçilerle yapılıyor araştırma. 29 kadın, 5 erkekle yapılan derinlemesine görüşmelere ve gözlemlere dayanıyor araştırmanın verileri. Ve ağırlıklı olarak işyerinde, çay molalarında gerçekleşiyor görüşmeler. Araştırmacı Saniye Evren ile araştırma sürecini, tekstil sektöründe kadın işçilerin yaşadığı hak gasplarını, cinsiyete dayalı ayrımcılığı, kadın işçi sağlığı iş güvenliğini (İSİG) ve sendikalaşmayı konuştuk.

Mülakata katılmak isteyen patronlar

Araştırma için fabrika ve atölyelere girip kadınlarla işyerinde görüşmeler gerçekleştiriyorsunuz. Bu noktada nasıl sorunlar yaşadınız, ne gibi engellerle karşılaştınız, araştırma sürecinizden bahseder misiniz?

Saniye Evren

Bu araştırmayı yapmaya karar verdiğimde atölyelere girme, buraları görüntüleme, işçilerle görüşme yapma konusunda zorluk çekebileceğimi düşünmüştüm. İşyerlerinde böyle bir araştırma ortamının sağlanmasının işçi ve patron tarafları arasındaki gerilimin artmasına yol açması son derece normal aslında. Görüşmeye katılmak isteyen kadın işçilerin işten çıkarılma kaygısı taşımaları da bir o kadar normal ve beklediğim durumlardı. Araştırmam esnasında mülakatlara işverenlerin de katılmak istemesi de zorlandığım konulardan biri oldu. Görüşmecilerin kendilerini asla özgür hissetmeyecekleri bir ortam olacağından işverenlerin beni kadın işçilerle baş başa bırakmaları gerekiyordu. Bu konuda biraz ikna kabiliyetimi kullanmam gerekti.

Yine araştırmamı yaptığım süreçte dünyada Covid-19 pandemisi ilan edilmişti. Türkiye’de ve dünyada evlere kapandığımız o dönemde bir tek işçiler üretime ara vermeden çalışmak zorunda kalan dezavantajlı grupta yer aldılar. İşyerlerine gittiğimizde ne sosyal mesafe kurallarına ne koruyucu önlemlere rastladık. İşçiler kalabalık atölyelerde, yeterli havalandırması olmayan bu işyerlerinde hastalığa yakalanma riskiyle birlikte çalışıyordu. Kalabalık yemekhanelerde birlikte yemek yiyip, küçücük mola yerlerinde karşılıklı sigara içiyorlardı. İşçiler hastalığa yakalanma risklerini “Çalışma yaşamının zorlukları ve geçim sıkıntısıyla başımız dertte” diyerek önemsemiyorlardı. Maske dağıtılsa bile bu kadar uzun saat maskeyle çalışmanın çok zor olduğunu ve takamadıklarını söylüyorlardı. Üstelik servisi olmayan işyerlerinde toplu taşımayla eve ulaşmaya çalışmak da cabası.

Görüşmecileri ikna etmek için bazen aynı yere birden fazla kez gitmeniz gerekebiliyor. Görüşmecileri araştırmaya katmak için derdinizi iyi anlatmanız gerekiyor. Ve samimi cevaplar alabilmeniz için samimiyetinizi ispatlamanız gerekiyor ve bence en önemlisi, tekstil işçilerinin çalışma koşullarının görülmesi ve iyileştirilmesi bakımından faydalı bir çalışmaya katıldığına inanması gerekiyor. 

İşyerlerinin birbirinden uzak ve kentin ücra diyebileceğimiz kısımlarında yer alması ise İstanbul gibi keşmekeşi bol şehirde bazı riskler barındırıyordu. Bunu sonradan işçilerle yaptığım görüşmelerde de gördüm ki kadın işçiler hem bu atölyelere ulaşma esnasında hem de çalışırken taciz, tecavüz ve şiddete açık durumdalar. Ve mesaili bir çalışma olduğu için bu konu ayrıca güvenlik açısından son derece önemli bir hale geliyor.

Tekstil sektöründe çalışan kadın işçiler en çok “Madem bu kadın işi, neden erkekler daha fazla ücret alıyor?” diye soruyorlar.

En önemli sorun cinsiyet ayrımcılığı

Araştırmanıza göre, tekstil sektöründe çalışan kadınlar en çok hangi sorunları yaşıyor?

Bu sorunların en önemlisi, cinsiyet ayrımcı uygulamalar ve ücret eşitsizliği olarak karşımıza çıkıyor. İstihdama katılırken, işe girme süreçlerinde, üretim sırasında yani çalışırken ve işten çıkarma süreçlerinde cinsiyet eşitsizlikleri ile karşılaşıyorlar. Tekstil sektöründe çalışan kadın işçiler en çok “Madem bu kadın işi, neden erkekler daha fazla ücret alıyor?” diye soruyorlar. Aynı işi yapıp, aynı sayıda ürün çıkartmalarına ve aynı süre çalışmalarına rağmen erkekler tekstil sektöründe daha fazla ücret alıyorlar.

Cinsiyetçi iş bölümü yine kadınların en sık karşılaştıkları sorunlar arasında. Erkeklerin yaptıkları işler zor ve nitelikli, kadınların yaptıkları işler ise basit ve niteliksiz olarak kategorize ediliyor. Bu da doğrudan ücretlere yansıtılıyor. Örneğin sevkiyat, kesim, boya gibi işleri daha çok erkekler yaparken, kalite kontrol ve paketleme, mutfak bölümlerinde daha çok kadınlar çalışıyor. Erkekler daha hızlı makineci olurken, kadınlar ara kademelerde daha uzun kalıyor ve erkeklere göre makineye daha geç oturuyor.

Vardiya amiri ya da ustabaşı olması ise oldukça zor bir süreç. Kadın işçiler yöneticilik vasfının kadınlara yakıştırılmadığını ve bu sebeplerle bu görevlere daha çok erkeklerin getirildiğini söylüyorlar. Tekstil ve dokumada kadın işçilerin 19’uncu yüzyıldan beri kitlesel olarak yer almasına rağmen hâlâ üretimin asli unsuru erkekler, kadınlar ise gelir getirici bir pozisyonda görülüyor. Yine bu konumlanış ya da bizzat konumlandırış, kadının asli görevinin ev işleri, ait olduğu yeri de ev olarak tarif eden erkek egemenliğinden alıyor gücünü. Bu anlayış aynı zamanda ücret eşitsizliği konusunda “Ama onlar ev geçindiriyor” ezberini dayatıyor.

En çok dile getirilen konulardan birisi de atölyelerin ve tuvaletlerin temizliği, ortamın toplanması, gelen giden müşterilere çay ikramı yapılması gibi ev işlerinin devamı gibi görülen işlerin kadın işçiler tarafından yapılmasının istenmesi.

Uzun çalışma saatleri boyunca ve bıktırıcı bir tempoda, ergonomik olmayan tezgâhlarda çalışmak, İSİG önlemlerinde erkekleri esas alan düzenlemeler yüzünden bu konuda da cinsiyete takılmak, kadın işçilerin en fazla yaşadıkları sorunlar olarak karşımıza çıkıyor.

Tekstil sektöründe kadın işi-erkek işi gibi cinsiyete dayalı ayrımcılık işyerlerinde nasıl yaşanıyor?

Ayrımcılık; daha işin başında tekstil sektörünün kadın emeğini “ucuz emek” olarak görüp istihdamı buna göre biçimlendirmesiyle başlıyor. Sanayi devrimiyle başlayan kitlesel dahil oluşlardan bugüne değin kadınlar tekstil sektöründe ucuz iş gücü olarak görülmüşlerdir. Ve kadınların yaptıkları işler niteliksiz iş olarak kategorize edilmektedir. İşe alımlarda erkeklerden daha düşük ücretlere, daha kayıtdışı alanlarda güvencesiz bir şekilde çalışmaya zorlanmaları da cinsiyet ayrımcılıklarının devamıdır. Belirgin bir şekilde ortaya çıkan “ücret eşitsizliği” doğrudan cinsiyet temellidir. Patriyarkal kapitalizmin toplumsal cinsiyet kodlarıyla çalışma yaşamında kadınların konumunun gelgeç bir pozisyonda tanımlanması bizatihi cinsiyete dayalı ayrımcılıktır. Erkeğin çalışma yaşamındaki konumu “evi geçindiren erkek” söylemleriyle üretimin asıl sahibi olarak pekiştiriliyor ve ücret eşitsizliği meşrulaştırılmak isteniyor. Kadınlar uzun süreler aynı görevlerde kalırken erkeklerin önü her zaman açık. Bu bakımdan ücret ayrımcılığı ve kadın işi/ erkek işi gibi cinsiyet temelli yatay ayrımcılığa ve literatürde cam tavan olarak ifade edilen, yöneticilik gibi vasıflara yükselememe gibi durumlardan oluşan dikey ayrımcılığa işyerlerinde tanık olduk.

Medeni duruma göre ayrımcılık biçimleri farklılaşıyor

Kadınların evli ya da bekâr olması işyerinde yaşadıkları ayrımcılıkta fark yaratıyor mu?

Bu sorunun cevabı net olarak evet. Bekâr kadınların yaşadığı ayrımcılık biçimiyle evli kadınların yaşadıkları ayrımcılık biçimleri arasında farklılıklar oluyor. Sosyal haklar ve ücret pazarlıklarında tek yaşayan ve kendini geçindiren kadınlar daha dezavantajlı duruma düşüyor. Örneğin literatürde merdiven altı atölyeler diye tabir edilen ve tamamen kayıtdışı, güvencesiz alanlarda çalışan kadınlar, sağlık ve emeklilik haklarından bu sebeple hiç faydalanamıyorlar. Ücretlerin de son derece düşük olması, geçim olanaklarını neredeyse tamamen ortadan kaldırıyor. Hayat pahalılığının konut kriziyle birleştiği bu durumda evli olmayan, evlenmeyecek ve eşinden ayrılmış olan kadınlar, çok daha güvencesiz bir konumda kalıyorlar. Çocuğuyla birlikte yaşayan kadınlar tam da bu noktada “Ben kendi evimi geçindiriyorum, çocuğumu tek başıma yetiştiriyorum ama erkek olmadığım için yine de ‘Ev geçindiriyor’ dedikleri erkeklerin aldıkları maaşı bana hak görmüyorlar” diyerek isyan ediyorlar.

Evli olan kadınların da ister aynı işyerinde eşiyle birlikte çalışsın isterse başka bir işyerinde çalışsın, sosyal güvence hakkının eşinin üzerinden tanımlanıyor olması yine bir ayrımcılıktır. Yaptığımız görüşmelerde eşiyle birlikte çalışan bir kadın işçi, maaşını eşinden aldığını paylaşmıştı. Bu örnek, kadın emeğine patron ve kocanın birlikte el koyduğunu gösteriyor. Aynı özel alan olan evlerde olduğu gibi işyerlerinde de kadın emeği görünmez kılınıyor. Üstelik kadının emeğiyle kazandığı maaşı patronun kadının evli olduğu kişiye vermesi, patronun kocayla aitlik ilişkisi kurması bakımında da son derece problemli bir durum yaratıyor. Evli olan ve eşiyle birlikte çalışan kadın işçilerin yaşadıkları bir diğer ayrımcılık ise işverenin “Bir evden bir kişiye sigorta yeter” diyerek kadınları sigortasız çalıştırması. Bu bir seçenek olarak görülüyor.

En esnek çalışan kesim günlükçüler

Çalışmanızda “günlükçülerden” bahsediyorsunuz; kim bu günlükçüler, biraz anlatır mısınız?

Güvencesiz, kayıtdışı çalışma tekstil sektöründe oldukça yaygın. Neoliberalizmin kadın emeğini esnek, eğreti biçimlere dönüştürmeye çalışması, tekstil sektöründe de bir karşılık bulmuştur. Neoliberal döneme özgü esnek, eğreti, geçici çalışma modelleri tekstil sektöründe oldukça yaygın bir şekilde uygulanmaktadır. İşte günlükçüler için tekstilde en esnek çalışan kesim diyebiliriz. Hiçbir işyerine bağlı olmadan tamamen kendi ihtiyacına ve zamanına göre kendini planlayan ve çoğunlukla kayıtdışı çalışan işçiler. Çoğunluğu, onlara aracı olup iş bağlayan kişilerle çalışıyorlar. Günlük çalışmaya gidiyorlar ve gün sonunda yevmiye alıyorlar. Konuştuğum çoğu kadın günlük çalışmanın avantajlarını anlatırken “Eve de çocuklarıma da zaman ayırabiliyorum, istediğimde gidiyorum, istemediğimde çalışmıyorum” diyerek aslında genel olarak toplumsal yeniden üretim dediğimiz işlerin yarattığı basınç altında kaldıklarını bize hissettiriyordu. Çünkü bir yandan çalışmak bir yandan da ev ve çocuk bakımı ile ilgilenmek zorunda kalıyorlar.

Bizim görüşmecilerimizin büyük çoğunluğu aylıklı ve asgari ücret koşullarında çalışsa da geçici usulde ya da haftalık/ günlük çalışma usulüne göre çalışanlar da mevcuttu. Bunlardan biri, Esenyurt’ta bir tekstil atölyesinde çalışan bir kadın işçi. Üç yaşında bir çocuğu var. Dokuz yıldır çalışıyor ve “Bize günlükçü deniyor” diyor.

“Dokuz yıldır tekstilde çalışıyorum ama ne doğru dürüst sigortam oldu, ne de sendikam. Ben günlük usule göre çalışıyorum burada. Bize günlükçü deniyor. Aslında haftanın hemen her günü gelmeye çalışıyorum, geldiğim günün yevmiyesi 160 TL. (Bu araştırmanın yapıldığı 2021’de bu ücret 21,5 dolara tekabül ediyor.) İzin almak kolay oluyor böyle çalışınca da iyi yönü de bu sanırım ama sigortam olsaydı primlerim epey dolmuş olacaktı. Böyle geleceğe bir yatırım yapamıyorsunuz. Eşimin sigortası olmasa sağlıktan faydalanamıyorum.”

Kadınlar genel olarak herhangi bir iş kazası geçirmediklerini söyleseler de çoğunun en az bir iş kazası geçirdiklerini, en az bir meslek hastalığına yakalandığını söyleyebiliriz.

Kadınlar İSİG önlemleri hakkında fazla bilgi sahibi değil

İşyerlerini yakından görüşmüş biri olarak girmiş olduğunuz fabrika ve atölyelerde kadın işçi sağlığı ve iş güvenliğine dair ne gibi önlemler alınmıştı? Kadınların anlatılarında ve sizin farklı olarak gördükleriniz neler?

Öncelikle kadın işçiler bireysel olarak ya da işyerlerinin alması gerektiği önlemler hakkında fazla bilgi sahibi değillerdi. Ve geçirdikleri iş kazalarını, yakalandıkları meslek hastalıklarını tanımlama konusunda zorlanıyorlardı. Bu konuda kadın bakış açısıyla cinsiyet temelli daha fazla araştırma yapmaya ve daha fazla bilgi üretmeye ihtiyacımız var. İşyerlerinde sendikalar olarak daha fazla mücadele vermeye ihtiyacımız var. Kadınlar genel olarak herhangi bir iş kazası geçirmediklerini söyleseler de çoğunun en az bir iş kazası geçirdiklerini, en az bir meslek hastalığına yakalandığını söyleyebiliriz.

Gezdiğimiz işyerlerinin çoğunluğunda havalandırma sisteminin olmadığını söyleyebiliriz. Boyahane, taşlama gibi insan sağlığını önemli oranlarda etkileyecek kimyasal işlemlerin yapıldığı bölümlerde yeterli koruyucu ekipmana rastlamadık. Kullanılan maskeler koruyuculuk bakımından yeterli değildi. Yine kullanılan tezgâhlar, kesim makineleri, ütüler ve kaymaz terlikler erkeklerin boylarına uygun olarak tasarlanmıştı. İSİG önlemleri de cinsiyete takılmıştı. Son olarak kolonları çatlak, hasar almış, depreme dayanıklı olmayan binalarda üretim yapıldığını gördük.

Daha büyük ölçekli, sendikalaşmanın da olduğu işyerinde ise kullanılan iş makinelerinin iş kazalarını önleyici sistemleri ve havalandırma sistemi mevcuttu. 

Kadın işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerin alınmaması ne gibi kazalara ve meslek hastalıklarına yol açıyor? Görüştüğünüz kadınlar bu konuda neler yaşıyor?

İşyerlerinde pek çok kaza geçirdikleri halde “İş kazası geçirmedik” diyen işçiler olmuştu. Ya da işçilerin geçirdikleri kazaları küçümseme yönünde davranışları vardı. İş kazası geçirdiğini söyleyen işçiler de oldu elbette. “Onlar da kayıt altına alınmadı” diyenler oldu. Bant sisteminde çalışan bir fabrika işçisi, kullandığı iş makinesinin imdat kolu sayesinde büyük bir kazadan döndüğünü anlatmıştı.

İşçiler en fazla kas, boyun, bel ağrısı çekiyorlar. Sürekli aynı makinede, hep aynı hareketleri yapmak zorunda kalmak bu ağrıların başlıca sebepleri arasında gösterilebilir. Yine yeterli havalandırma sistemi olmadığı için alerjik astım, akciğer hastalıkları gibi meslek hastalıkları ile karşı karşıya kalıyorlar.

Kayıtdışılık sendikalaşmanın önünde en büyük engel

Araştırmanız kapsamında olan işyerlerinde sendikalaşma oranı nedir? Sizce kadınların, özellikle de tekstil sektöründe çalışan kadınların sendikalaşmasının önündeki engeller neler?

Sendikalaşma oranları son derece düşük. Bizim araştırma sahamızda altı bölgeden yalnızca bir tanesinde yetkili bir sendika vardı örneğin. Farklı ölçeklerdeki işyerlerinde bulunduk. Büyük ölçekli daha büyük fabrikalardan, daha orta ölçekli işyerlerine ve merdiven altı atölyelere kadar üç farklı ölçekten bahsedebiliriz.

Sendikalaşmanın önündeki engellerden birisi, kayıtdışı çalışmak ve güvencesizlik. Büyük oranda kayıtdışı alana kayan tekstil sektöründe sigorta yoksunluğu yasal olarak sendikalaşmanın önünde de bir engel teşkil ediyor.  Sigortalı ve daha güvenceli işyerlerinde ise daha çok sendikalar hakkındaki olumsuz düşünceler ile işten çıkarılma korkusu öne çıkıyor. Sendikaların onların haklarını savunmadığını, sendikacıların zenginleşmek için patronlarla bir olduğunu söylüyorlar. İşten çıkarılmak ise en büyük kâbus. Duyulur duyulmaz işten çıkarılacaklarını düşünme oranları çok yüksek. Geçmiş tecrübelerinin de böyle düşünmelerine yol açtığını söylüyorlar.

Sendikalaşma girişimleri daha çok büyük ölçekli işyerlerinde mümkün olmuş. Böyle bir işyerinde sendikalı olan bir kadın işçi, “İlk toplu sözleşmeli yılımızda yine ücret eşitsizliği yaşamıştık” diye anlatmıştı örneğin. 

Çalışma sürelerinin kısalmasını istiyorlar

Görüştüğünüz kadınların nasıl bir işyeri tahayyülleri var?

Kadınlar öncelikli olarak çalışma sürelerinin daha kısa olduğu ve mesai yapmak zorunda kalmayacakları işyerlerinde çalışmak istiyorlar. Türkiye’nin ekonomik koşullarından kaynaklı olarak maaşlarının çok düşük olduğunu, açlık ve yoksulluk sınırının altında kaldığını söylüyorlar. Düşük ücret gerçeği bir de ücret eşitsizliği ile buluşunca, tablo kadınlar için daha da vahimleşiyor. İşçiler ücretlerin artık yükseltilmesi gerektiğini söylüyorlar.

Kadın işçiler cinsiyetçi iş ayrımına vurgu yaparak aynı işi yaptıkları erkek arkadaşlarıyla ücret farklarının olmasını kabul edilemez buluyorlar. “Biz de ustabaşı, vardiya amiri olabiliriz” diyorlar. Kadınlara karşı önyargıların olmaması gerektiğini düşünüyorlar. “Kırılgan, narin değiliz, biz de yöneticilik yapabiliriz” diyorlar.

Nitelikli işleri erkeklerin ipotek ettiğini söylüyorlar. Cinsiyetçi iş ayrımına da karşı çıkıyorlar.  Kesimhane, ütü vb. işlerin salt erkeklerin işi gibi algılanmasına ve bu ayrımlara karşı çıkıyorlar.  Küfürden, kaba saba konuşmalardan, tacizden arınmış, giydikleri kıyafetlerin konu olmadığı işyerleri istiyorlar. Kadınlar ev işleri, çocuk ye yaşlı bakımı gibi işleri evlerdeki erkeklerle bölüşmek istiyorlar.

Son söz olarak, bizim görüşme yaptığımız işyerlerinde kadınların yakınmacı ve çaresiz değil, talepkâr ve mücadeleci olduğunu görmek, cinsiyet eşitsizliğinin karşısında umudumu daha da büyüttü diyebilirim. 

Fotoğraflar: Saniye Evren

Paylaş:

Benzer İçerikler

Dünya genelinde kadınlar, kendileriyle aynı veya eşdeğerde iş yapan erkeklerden az kazanıyor. Giderek daha fazla sayıda ülke, cinsiyete dayalı ücret farkını kapatmak için ücret şeffaflığı önlemlerini hayata geçiriyor. Peki nedir bu önlemler, ne işe yarar? Bu dosyada farklı boyutlarıyla ücret şeffaflığı konusunu ele alacağız.
SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi İlknur Başer, partisinin kadın emeği politikalarına dair Kadın İşçi’nin sorularını yanıtladı…
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!