“ILO 190’ı kamuoyuna net şekilde anlatmalıyız”

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF), ILO’nun da desteğiyle, çalışma yaşamında şiddet ve tacizin önlenmesine ilişkin bir başvuru rehberi hazırladı. TKDF Başkanı Güllü, ILO’nun 190 sayılı sözleşmesini kamuoyuna net şekilde anlatmak ve uygulamada kolaylık sağlamak amacıyla bu rehberi hazırladıklarını söylüyor.
Paylaş:
Öznur Kaya
Öznur Kaya
oznurr.kayaa@gmail.com

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF) ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye Ofisi’nin işbirliği ile Çalışma Yaşamında Şiddet ve Tacizin Önlenmesine İlişkin Başvuru Rehberi yayımlandı. TKDF Başkanı Canan Güllü ve TKDF Hukuk Danışmanı Av. Umut Çiftçi tarafından hazırlanan rehber, ILO’nun 190 sayılı İş Yaşamında Şiddet ve Tacizin Önlenmesi Sözleşmesi ile bu sözleşme kapsamında atılması gereken adımları, patron ve işçi örgütleri başta olmak üzere tüm kamuoyuna anlatmayı amaçlıyor.

TKDF’nin sitesinde paylaşılan ve 30 sayfadan oluşan rehber, şiddet ve şiddet türlerinin (fiziksel şiddet, psikolojik şiddet, mobbing, cinsel şiddet, ekonomik şiddet vb.) ayrıntılı biçimde tanımlanmasıyla başlıyor. Rehberin ‘Giriş’ bölümünde, şiddet ve tacizin çeşitli şekillerinin tüm sektörler, işler ve mesleklerde ortaya çıkabildiğine dikkat çekilerek, “Çalışma yaşamında şiddet ve tacizin önlenmesi, çalışma yaşamı dinamiklerinin güçlendirilmesi, işgücü piyasasına erişim, iş hayatında ilerleme, ekonominin sürdürülebilirliği, mesleki ve cinsiyet temelli ayrımcılığa son verilmesi açısından son derece önemlidir” ifadeleri kullanılıyor.

Rehberde, şiddete maruz bırakılan çalışanlara yaklaşımın nasıl olması gerektiği, iş yaşamında şiddet ve tacizin etkin soruşturulması ve önlenmesi için yapılması gerekenler ile yasal mevzuat anlatılıyor. Şiddete ve tacize karşı şikâyet mekanizmaları, başvurulabilecek resmi makamlar ve aralarında TDKF’nin acil yardım hattının da bulunduğu destek mekanizmaları hakkında bilgiler yer alıyor.

ILO 190 önemli bir araç

Rehberin son bölümünde ise ILO 190’ın içeriği ve önemine ilişkin maddeler sıralanıyor. Bu maddelerden bazıları özetle şöyle:

  • “ILO’nun 190 Sayılı Sözleşmesi (C190), 206 Sayılı Tavsiye Kararı ile birlikte çalışma yaşamında şiddet ve taciz risklerinin ortadan kaldırılması ve önlenmesi için sahadaki tüm paydaşlara yol göstermektedir. Ayrıca oluşturulacak koruyucu önlemler için de bir rehber niteliğindedir.
  • Çalışma yaşamında şiddet ve tacizden arındırılmış bir çalışma düzeninin kurulması, insana yakışır işlerin yaygınlaştırılması ve cinsiyet eşitliğinin sağlanması, ulusal öncelikler arasındadır. Bu doğrultuda tüm çalışanlar için güvenli, sağlıklı ve insana yakışır çalışma koşullarının yaygınlaştırılması adına harekete geçilmelidir.
  • Sözleşme, çalışma yaşamının da ötesinde genel olarak şiddet ve tacizle mücadelede önemli bir araçtır.
  • Sözleşme, özel ve kamu ayrımı yapılmaksızın, kentsel ve kırsal alandaki tüm kayıtlı ve kayıtdışı sektörleri içermektedir. Şiddet ve taciz olgusunu sadece işyeri ile sınırlı tutmayıp, işle ilgili tüm alanları kapsayacak şekilde genişletmektedir.
  • C190, ev içi şiddeti de çalışma yaşamıyla ilgili bir sorun olarak değerlendirmektedir. Bu doğrultuda çalışma yaşamında şiddet ve tacizle ilgili düzenlemelerde, ev (hane) içi şiddeti önleyici unsurlara da yer vermiştir.
  • C190’da çalışma yaşamındaki statülerine bakılmaksızın işçiler, çalışanlar, stajyerler, çıraklar, istihdamı sonlandırılan işçiler, gönüllüler, iş arayanlar, iş başvurusunda bulunanlar, işverenin yetkisini, görev ve sorumluluklarını yerine getiren bireyler ve diğer kişiler sözleşme kapsamında değerlendirilmektedir. Kayıtlı, kayıtdışı, özel, kamu, kentsel, kırsal fark etmeksizin çalışma yaşamındaki tüm sektörlerde uygulanacağı belirtilmektedir.”

“Türkiye’de daha eşit, daha güvenli ve cinsiyete duyarlı bir toplum ve çalışma yaşamı için 190 sayılı Sözleşme’yi DESTEKLE!” çağrısıyla sona eren rehberi, TKDF Başkanı Canan Güllü ile konuştuk.

‘İzlenecek yol haritasını anlattık’

Canan Güllü

Güllü, 2019’da yürürlüğe giren ILO 190’ın henüz Türkiye tarafından onaylanmadığına dikkat çekiyor. Federasyon olarak geçen yıl ILO Ankara ile bir protokol imzaladıklarını hatırlatan Güllü, sözleşmenin imzalanması ve içeriğinin kamuoyuna anlatılması için ILO ile işbirliği yaptıklarını belirtiyor.

Rehberin de bu işbirliği kapsamında yayımlandığını söyleyen Güllü, rehberin hazırlanma sürecine ilişkin şu bilgileri veriyor:

“Uzun yıllardır kadına yönelik şiddet konusunda çalıştığımız için maruz kalanın izleyeceği yol haritasının özel sektör, sendikalar ve kamuoyu ile paylaşılmasının, konunun anlaşılması adına yardımcı olacağı inancıyla bir rehber hazırlama kararı aldık. Hem hukuki hem destek mekanizmalarına ulaşma adına izlenecek yol, adım adım anlatıldı.

Bunun için önce ILO’nun Cenevre’deki merkez eğitimcilerinden sözleşmenin detayları konusunda sertifikalı eğitim aldık. Eğitim verenlerin konuya hâkim olmamız sebebiyle duyduğu şaşkınlığı burada söylemem lazım. Daha sonra sendikalara, iş dünyasına, markalara eğitimler düzenledik. DİSK, Hak-İş, Tez-Koop-İş, Öz İplik-İş sendikaları ve iş dünyasından Boyner, bu eğitimler sonrası kendi alanlarında sözleşmenin uygulanması adına politika belgelerini kamuoyuyla paylaştı.

Bu süreç devam ederken sözleşme daha net anlaşılsın ve uygulamada kolaylık olsun diye bir rehber oluşturmamız gerektiğine inandık.”

DİSK’li kadınların ILO 190 eyleminden… Fotoğraf: DİSK

İstanbul Sözleşmesi ve 6284’ün rolü

Rehberde yasal mevzuat aktarılırken 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi’ne Dair Kanun’a da değiniliyor. Güllü, bu yasanın ve yasaya dayanak oluşturan İstanbul Sözleşmesi’nin iş yaşamında şiddet ve tacizi önlemedeki rolünü şu sözlerle anlatıyor:

“Bir gecede hukuksuz bir şekilde çekildiğimiz İstanbul Sözleşmesi, ülkemizde her alanda şiddetin önlenmesi adına bir devlet politikasının varlığını garantiliyordu. Ondan alınan güçle iç hukukta 6284 sayılı kanun yapılmıştı.

Önleyici, koruyucu ve kollayıcı politikalar üretmesi gereken devlet İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğinde ve vazgeçtiğinde, kadınların yaşam hakkından da vazgeçmiş oluyor. Ancak çok güçlü bir argüman olmasa da 6284 sayılı kanunda şiddet uygulayıcının ceza almasını sağlayacak hükümler mevcuttur. 6284 sayılı kanun, İstanbul Sözleşmesi’nden farklı olarak ulusal bir kanundur.

Bu kanun, işyerinde şiddet uygulayan için de geçerlidir. Burada işyerinin tavrı ve sendikaların sözleşme metinleri, şiddeti önleyici politikalardır.”

‘Eşitlik yerelde başlar’

Güllü, çok sayıda kadının çalıştığı, kurumsal olmayan küçük işletme ve işyerlerinde ILO 190’ın nasıl hayata geçirilebileceğine, bunun için nasıl bir yol izlediklerine ilişkin sorumuza şöyle yanıt veriyor:

“Küçük ölçekli işyerlerinde sendikalaşma olmadığı için örgütlü bir mücadele yok buralarda. Buralara da mahalle muhtarları ve medya kanalıyla kadınları, hak aramaları için sözleşme hakkında bilgilendirmeye çalışıyoruz. Onların, şiddet ve tacize maruz kaldıklarında nereleri nasıl araması gerektiği konusunda donanımlarını yükseltmeye çabalıyoruz.”

İşbirliği yaptıkları özel sektör yetkililerine konuyu anlatan eğitimler verdiklerini de belirten Güllü, “Onlara ILO 190’ı uygulamanın, kadınların sürdürülebilir istihdamda kalması adına yararını anlatıyoruz. Ayrıca İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçen iktidarın sorumlu olduğu mekanizmaları belediyeler üzerinden hayata geçirmek adına, ‘Eşitlik yerelde başlar’ diyerek işbirliği yaptığımız 55 belediye ile sözleşme maddelerinin hayata geçirilmesine dönük çalışmalar yapıyoruz” diyor.

“Kriz, eşitsizliğin kadın üzerindeki yıkıcılığını artırıyor”

DİSK üyesi Meral ile bildiri dağıtımının gerçekleştiği alanda konuşsak da söyleşimiz sonraya kaldı. Sorulara şu şekilde yanıt verdi:

– DİSK bir süredir “Vergide, gelirde ve ülkede adalet” talebiyle eylemler gerçekleştiriyor. İlk olarak çalışan bir kadın olarak bu adaletsizlikleri nasıl hissediyor ve yaşıyorsunuz?

– DİSK’in bu talepleri gerek çalışan kesim için gerek emekliler için günlük hayatı doğrudan etkileyen konular. Bir kadın çalışan olarak, bu adaletsizlikleri elbette çeşitli boyutlarda hissediyorum. Vergi yükü ve vergideki adaletsizlik benim gibi düşük gelirli kişilerin kazançlarının daha büyük bir kısmını vergi olarak ödemesine neden oluyor. Bir kadın olarak, özellikle aile bütçesini yönetirken temel ihtiyaçlar (gıda, giyim, eğitim) için ödenen vergiler bütçeyi zorluyor elbette. Dolayısıyla vergideki adaletsizlikten bahsederken tam da bu noktada gelirdeki adaletsizliği unutmamak gerekir. Kaldı ki kadınların iş gücüne katılımı hala erkeklerden çok daha düşük. Ekonomik bağımsızlık herkes için çok önemli ama kadınlar için daha da önemli. Yeterli gelir düzeyine ulaşamayan bir kadının ekonomik bağımsızlığa ulaşması da mümkün olmuyor. İşyerlerinde gebelik, doğum gibi kadınlık süreçlerinin bir dezavantaj gibi görülmesi sonucu kadın istihdamı da sekteye uğruyor. Kadının iş hayatında değersizleştirilmesine sebep oluyor. Kayıt dışı çalışma oranları da kadınlarda daha yüksek dolayısıyla sosyal güvenlik ve emeklilik süreçleri de olumsuzluklar silsilesine ekleniyor. “Yoksulluğun kadınlaşması” kavramı neredeyse normal kabul edilecek bir halde karşımıza çıkıyor. Çocuk sahibi olmanın getirdiği çifte mesai yükü, tek ebeveyn olmak, toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklı eşitsizlikler ve halihazırda yaşanılan ekonomik krizlerin kadınlar üzerindeki yıkıcılığını arttırdığını söylemek yanlış olmaz yani.

Kadınlar, iş gücüne katılım, ücret politikaları ve sosyal haklar konusunda daha adil bir sisteme ihtiyaç duyuyor. DİSK’in yaptığı “gelirde, vergide, ülkede adalet istiyoruz” çağrıları tam da bu noktada hem farkındalık yaratmak hem de politika yapan ve uygulayanların bir aksiyonda bulunmasını sağlamak adına çok önemli açıkçası.

“İşçi hareketinde kadının görünürlüğü yetersiz”

– DİSK’in işçi buluşmalarında kadın işçiler nerede? Kadın işçilerin talepleri neler?

– Genellikle işçi hareketlerinde kadınların görünürlüğü ve seslerinin duyulması için yetersiz diyebiliriz. Aslında bu bir kısır döngü. Hâlbuki tarihsel süreçte kadın hareketine baktığımızda sonuçları büyük değişikliklere sebep olan başarılar olarak nitelendirmek yanlış olmaz. Konfederasyon başkanı bir kadın, işyeri örgütlenmelerinde kadınlar daha aktif olmaya başladı. Bunlar çok önemli değişimler. Kadın işçiler ne istiyor, dersek eğer elbette onlar da erkek işçiler gibi her şeyden önce ekonomik ve sosyal hakları gündemine alıyor ancak kadınların özel olarak karşılaştığı sorunlar da oluyor. Dolayısıyla bu sorunlar kadınların ek taleplerinde belirleyici oluyor. Eşit işe eşit ücret istiyor kadın, iş yerinde cinsiyet ayrımcılığı, mobbing ve tacizin önlenmesini istiyor. Kayıt dışı çalışmanın ve sosyal güvencesizliğin önüne geçilmesini, kreş ve diğer bakım hizmetlerinin sağlanmasını, güvencesiz esnek çalışma saatlerinin (kadını ev yaşantısına daha fazla yönlendirecek uygulamaları) olmamasını, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve toplumsal eşitliği istiyor kadın işçi.  Kadın mücadelesi her alanda varlığını sürdürüyor.

DİSK’e tekrar dönecek olursak kadın komisyonları, bu buluşmalarda kadın işçilerin örgütlenmesi ve sorunlarının dile getirilmesi için önemli bir rol oynuyor. DİSK’in kadın işçilerin taleplerine ve sorunlarına duyarlı olmaya çalıştığını düşünüyorum. Erkek egemen işçi hareketi içinde kadın işçiler hem cinsiyet eşitliği hem de genel işçi hakları bağlamında seslerini daha fazla duyurdukça, işçi buluşmalarında ve sendikal mücadelede daha aktif bir rol oynamaya devam ettikçe geleneksel erkek egemen sendikacılık anlayışı yerini eşitliğe uzanan bir değişim sürecine bırakacaktır.

“Güçlü bir sesle ‘artık yeter’ demek gerek”

– Konfederasyonlar ve sendikalar; işçi ve emekçiler bu denli ağır ekonomik koşullar, iktidarın kemer sıkma politikaları altında yaşarken gerektiği kadar sorumluluklarını yerine getirebiliyor mu? Bu kapsamda DİSK’in işçi buluşmalarını yeterli buluyor musunuz?

– Çok önemli ve kapsamlı bir soru aslında. Ben de bir işçiyim. Ve işçilerin mevcut sorunları temelinde sendikaların ve konfederasyonların taleplerinin ve eylemlerinin yeterliliği hem ekonomik hem de politik bağlamda değerlendirilmelidir. Örgütlülük kavramı da çok önem kazanıyor bu noktada. O yüzden kapsamlı bir cevap verilmesi gerekiyor. Sendikalar kanunu, 1980’li yıllarda yaşanan süreçler ve bunun sonrasında sendikalar üzerinde artan baskılar… Sendikal hareketleri, örgütlenme bilincini zayıflatan süreçler. Şu an ise derinden yaşanan ekonomik darboğaz, tasarruf tedbirleri, ağır vergiler, her gün maddi yükün kontrolsüz bir şekilde ağırlığının artması hem çalışanları hem sendika ve konfederasyonları daha da baskı altına alıyor. Ben DİSK’in yaptığı çağrıları çok önemli buluyorum. Üç birbirine benzemez aynı söylemle alanlarda sesini duyurmaya çalışıyor bunu da çok önemli buluyorum. Belki de tam eleştirdiğim noktada bu hareketlerin ülke çapında planlanması ve eyleme dökülmesi sendikalara yönelik içsel eleştirimi bir nebze de olsa sakinleştirecek bir zamanlamayla ortaya koyuldu diyebilirim. Bana bireysel olarak iyi geldi yani. Güçlü bir sesle artık yeter, geçinemiyoruz demek gerekiyor çünkü.

Elbette yeterli mi değil mi, bu tartışmaya açık bir konu. Sonuçta DİSK, geçmişte de işçi hakları için önemli mücadeleler yürütmüş tarihsel bir mirasa sahip ve DİSK’in “Vergide, Gelirde ve Ülkede Adalet” talebiyle düzenlediği işçi buluşmaları, bu mücadelelerin bir parçası olarak öne çıkıyor. Bu buluşmaları çok değerli buluyorum. Katılımlar, belki seçilen noktalar ya da başlangıç eylemlerinde sınırlıydı bilemiyorum ancak Türkiye’nin her yerinde ve dalga dalga yayılan bir eylem olarak farkındalık yaratan buluşmalar olduğunu düşünüyorum. İstediğimiz bir sonuç yaratacak mı, politikalarda bir karşılığı olacak mı hep birlikte deneyimleyeceğiz. Sonuçlara göre de elbette yeni stratejiler belirlenmeli. Daha büyük daha kitlesel neler yapılabilir? Belki bu noktada ulusal ve uluslararası dayanışmalar kurularak politika üreticiler üzerinde etkili olabilecek hareketler planlanabilir, örgütlülüğünü de besleyerek sendikaların da daha güçlü savunmalarını sağlayabilir.

Paylaş:

Benzer İçerikler

ILO’nun 3.007 kişinin katılımı ile gerçekleştirilen “İşyerinde Şiddet ve Taciz Algıları ve Deneyimleri” araştırması sonuçlarının açıklandığı toplantıya katılan kadın sendikacılar, şiddetin tırmandığına dikkat çektiler: “Şiddetin azalması için sendikalaşmanın, örgütlemenin önündeki her türlü engelin kalkması lazım. Araştırma sonucu da bunu ortaya koyuyor.”
Farklı illerden, sektörlerden 31 kadındık. Beş gün süren kamp boyunca bilgilendik, eğlendik, deneyimlerimizi paylaştık. Zeytin ağaçlarının altında ücretli ve ücretsiz emeğimizi, kadın işçi sağlığı ve iş güvenliğini, ILO 190’ı, örgütlenmeyi ve daha pek çok şeyi konuştuk. Bazen güldük, bazen ağladık, birbirimize sımsıkı sarıldık. İyi ki bir aradaydık.
“Yan yana, omuz omuza” diyor yol arkadaşlarımız, 25 Kasım Kadın Platformu’nun Taksim’e çağrı metninde. Bizi toplumsal hayattan dışlayıp, etkisizleştirmeye çalışan sistemik erkek şiddetine karşı fabrikalardan, ofislerden, ev içlerinden gelerek hep birlikte isyanımızı haykırıyoruz; susmuyoruz, hayatlarımızdan vazgeçmiyoruz…
Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası yeni kurulmuş bağımsız sendikalar içinde eylemleri ile dikkat çekiyor. Sendika uzun bir hazırlık sürecinden sonra geçtiğimiz günlerde kadın komisyonunu da oluşturdu. Kreş, eşdeğerde işe eşit ücret gibi patronları zorlayacak somut talepleri başlangıçtan itibaren sendikal mücadelenin konusu haline getirerek, önemli adımlar atıyorlar.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!