“Toplum bizi görmüyor, yaşlıysanız evinizde oturun diyor”

Şiddetin neredeyse her halini yaşamış Gülcan.* Çalışma hayatı çocukken başlamış. 50 yıldır ücretli işlerde çalışmasına rağmen emekli olabilmek için dışarıdan prim ödemiş. Bugün bastonla yürüyor ve hala çalışıyor. Çünkü emekli maaşıyla geçinemiyor.
Paylaş:
Bahar Gök
Bahar Gök
bihargok1982@gmail.com

68 yaşında olan Gülcan’ın hayatı boyunca erkek şiddetine karşı mücadele ederek geçmiş. Ortaokul ikinci sınıfa kadar okumasına izin veren babası, çocuk yaşında gelin etmiş Gülcan’ı. “Biz Anadolu çocuğuyuz. O zamanki adetler, anne-baba evlendirirse, kızlar evleniyordu” derken belirtmeden geçemiyor, “Çok başarılı bir kız çocuğuydum, çok istedim okumayı ama babam çok korktu İstanbul’da.” Babası yalnızca Halk Eğitim’de biçki-dikiş kursundan mezun olmasına izin vermiş. Ücretli çalışma yaşamı da aldığı bu eğitim sayesinde şekillenmiş.

Kendisinden 15 yaş büyük bir adamla evlendirilen Gülcan, bu evlilikten iki kız çocuğu dünyaya getirmiş. Evlendiği adamın sürekli içen ve kumar bağımlılığı olan bir adam olduğunu iş işten geçtikten sonra öğrenmiş. Yaşı tutmadığı için nikah yapılmamış ama adı artık evlendi olduğu için bu yolun geri dönüşünün olmayacağı öğretilmiş o yaşlarda.

“İçkici-kumarcı ve evlenmiş boşanmış bir adama verilmiş oldum. Ve çok mücadele ettim. Kumardan, içkiden, dayaktan belirli bir süreye kadar evli kaldım. 19 sene. Hep çalıştım. Tekstilde işçilik yapıyordum. Kendi atölyem oldu. Fakat rahatlık vermediğinden başaramadım hiçbir şeyi. Kendime bir ev alamadım, çocuklarımı kendim büyütemedim, okutamadım. Ortaokula kadar okutabildim. Kızlarımı elimden alır, diye hep mücadele ettim. Kira öde, çocuklara bak… Kolay bir şey değil ki. En son dayanamadım artık dayak ve içkisine. Bir gün mesaiden çıktım eve geldim. Ustabaşılık yapıyordum o zaman. Bana ‘Sen bu çocukları kaça satıyorsun’ diyerek kapıyı açmadı. İçkiliydi. Merdivende oturdum, herkes çağırıyor evine ama kimsenin evine gidemedim. Kapıda beklemek zorundaydım. O sırada açtı kapıyı. Sabah 05.00’ti. Çocuklarım altına dahi işemişti. Ve onlarla kapının önünde sabahladık. O gün şiddete başvurdum. Adamın elini yüzünü parçaladım. Bizde örf, adet, gelenek… Annem-babam hiçbir zaman boşandırmaya yeltenmeyen insanlardı. Eşimin ablası kardeşiyle birlikte geldiler, aldılar götürdüler beni, elimi kana bulamayayım diye. Ve iki kız çocuğumu tek başıma büyüttüm, evlendirdim. Adamı bir daha görmedim. Böyle devam etti benim hayat hikayem yıllarca.”

“Boşanmış kadın olmak zor”

Başta da anlattığı gibi çok büyük zorluklarla devam etmiş yoluna Gülcan. Ağırlıklı olarak tekstilde çalışmış. El işi ürünler yaparak pazarlarda satmış. Market çöplerinden atık gıda toplamış. Bu arada bir atölye de açmış ama “adam” dediği eski eşi gelip atölyenin camlarını, kapılarını kırıyormuş sürekli. Mecburen kapatmış atölyeyi. Yine başka atölyelerde ustabaşı olarak çalışmak zorunda kalmış. “Çaresizlikten” küçük kızını reşit olmadan evlendirmiş. “Adamın” huzur vermemesi nedeniyle kızlarının başına daha kötü bir şey gelmesin istemiş. Yine bir gün canına tak etmiş Gülcan’ın.

“Bir gün şikâyet ettim, camları-kapıları kırdı diye. Polisler aldılar, sonra saldılar. Bu arada çok şiddet görüyordum. Dayak, ölüm korkusu… Bize bir şey yapacak diye çocukları uzaklaştırdım fakat kendimi uzaklaştıramadım. Çünkü İstanbul’da çalışıyordum.”

Bu olaylardan sonra kendi ailesiyle birlikte yaşamaya başlamış Gülcan. Babası vefat edince annesiyle baş başa kalmışlar. Annesi Gülcan’ı yeniden evlendirmek için çokça konuşmuş. “Çok çile çektim, düşünmüyorum anne” cevabıyla annesi geri dursa da; mahallede, işyerinde “evlen” baskısıyla karşılaşmış sürekli.

“Gerçekten İstanbul’da veyahut da Türkiye’de dul yaşamak çok zor. Hele biraz faal isen, hele biraz gösterişliysen. Herkes kötü gözle bakıyordu. İş hayatında patronlar elde etmeye bakıyorlardı yani. O sıralar fason bir işyerinde çalışıyordum. Bir arkadaşım ‘Sana birini bulalım evlen, böyle olmaz hayatın. Ortak iş yapıyorsun, karısı kocasını kıskanıyor. Kocası geliyor sana göz dikiyor.’ Arkadaşımın önerdiği evliliği yapayım da belki kendimi kurtarırım böylelikle, dedim. Tanıştık, adamı hiç gözüm tutmadı. İki kere yemeğe çıktım. Hiç peşimi bırakmadı. ‘Evli misin’ dedim. Nüfus kağıdını çıkarttı, boşanmış yazıyor. Kandım. Ama şöyle yaptım. Öbür evliliğimden çok çektiğim için bir müddet nikah yapmadım. Zaten babamın parasını alıyoruz, annemle beraber. Çalışıyorum da. Geçimimiz güzeldi. Bunun da işine geldi herhalde. O’nun da iki çocuğu vardı. Getirdi. Baktık, büyüttük. Bu arada nikahı yapayım edeyim derken ondan da zulüm görmeye başladım. Çocuklarından eziyet görüyordum. Bu arada bir tane çocuk verdi Allah bana, yok ettim. Onun günahını çok çekerim herhalde. 4-5 ay sonra bir daha hamile kaldım. Kadın hastalıklarından adet kesilmesi oldu sandım. Çocuk 4 aylık olmuş karnımda. Bu adam da sabaha kadar sokaklarda, eve gelmez. Ben mücadeleye devam. Çalışmaktan hiçbir şey görmüyorum. Geliyor gidiyor, kasada ne kadar param varsa kafama vuruyor, alıyor. Kafamda mermer sandalyeler, mermer sehpaları kırıyor. İşyerimi iflas ettirdi bu şekilde. Çocuk karnımda 7 aylık oldu. Firma beni bırakmayacağını söyledi ama hamile olduğumu söyleyemiyorum işten atacaklar diye. Çocuğu bir şekilde doğurdum. 99’da depremde doğdu. O sıralar mama bulamıyorduk, 4 yaşına kadar emzirdim çocuğu. Şu an anlatırken bile sanki yeniden yaşıyormuşum gibi geldi gözümün önüne. Film şeridi gibi geçiyor yaşantım. Ve bunu da ilk defa size anlatıyorum.”

“Çalışıyorum çünkü emekli maaşım yetmiyor”

Gördüğü şiddetten psikolojisinin bozulduğunu fark eden Gülcan, sonrasında gelişen pek çok sarsıntıdan sonra annesiyle birlikte ayrı eve çıkmış. Rahatsız olan annesine bakacak kimse olmayınca tekerlekli sandalyeyle her gün işe götürmüş mecburen. Yaşlı bedeni çok fazla dayanamamış yaşanılanlara. 2015’te vefat etmiş. Gülcan yine işini kaybetmiş, ikinci eşi kızını elinden almış, borçlarını kapatmak için tefecilere bulaşmış… Hayat acımasız yüzünü Gülcan’dan esirgememiş özetle. Bir çıkış yolu ararken kanser hastası bir kadına iki yıl yatılı olarak bakmış ve maddi olarak kendini toparlayabilmiş. Tekrar bir işyeri açmış. 1980 yılında geçirdiği bir trafik kazasına bağlı olarak dizindeki rahatsızlıktan ameliyat olması gerekmiş ve atölyeyi bir tanıdığına emanet etmiş. Tanıdığı işi yürütemeyince yeniden kapatmış Gülcan. Kolay değil her defasında yeniden ayağa kalkmak elbette. Geçmişin yüküyle birlikte yaşarken her girişimin hüsranla sonuçlanması Gülcan’ı intihar noktasına getirmiş artık. Denemiş de. Modelist bir kadın arkadaşı el uzatmış kendisine.

Yıllarca deneyip yanılan Gülcan bu kez ‘Ahretliğim’ dediği arkadaşıyla yeniden sıvamış kolları. “Cebinden kirama kadar verdi. Çok yardımcı oldu, çok minnettarım ona. Kendisini çok seviyorum. O’nun sayesinde iki tane işyeri sahibi oldum. Şu anda devam ediyor hayatım. 68 yaşına girdim ve hala çalışıyorum çünkü emekli maaşım yetmiyor” diyor.

2004 yılında emekli olabilecekken primi eksik olduğu için dışardan ödeme yapmış Gülcan. Böylece 2010 yılında emekli olabilmiş. Bunun dışında herhangi bir güvencesi yok. Şiddetin her biçimini ağır yaşayan biri olarak yaşı da ilerledikçe daha fazla sağlık sorunu yaşamaya başlamış.

“Bu yaşta bile haksızlığa uğruyoruz”

“Ekonomik zorluklarla da artık bütün hastalıklar vücuduma vurdu. Fakat mücadele etmek zorundayım. Çalışıyorum. Çalışırken de yetmediği için mecburen çalışıyorum yani. Bacağımda platin var, boyun fıtığı-bel fıtığı var. Her gün iğnelerle ilaçlarla yaşıyorum. Sağlığım el vermezse mecburen bir emekli maaşımla kirada oturacağım. Zaten emekli maaşım, kızımın düğünüydü, okumasıydı… Krediye kesiliyor tamamen. Gücüm yettiği kadar çalışmak zorundayım. Bizim maaşımız var diye bize hiçbir yardım yok. Aldığım maaş çok düşük. O maaşı bile çok gördüler. Babamdan bile bağlamadılar beni. Sadece bir emekli maaşım var. Buradaki iki eski makine hiçbir para etmeyen makine. Biz alırken çok pahalıya alıyoruz. Verirken 500 lira bile vermiyorlar. Bir emekli maaşıyla 8 bin TL kira veriyorum. Elektriğim, suyum, yiyeceğim-içeceğim, doğalgazım… Ve bunlardan hiçbir yardım yok devletten bana. Ve artı benim eczane param kesiliyor. MR param kesiliyor ve kalıyor bana 7 bin TL. Gözüm görmüyor, iğne vurduruyorum, 5 bin TL iğne parası veriyorum. Artı muayene parası kesiyorlar. Hayat nasıl devam etsin?”

Yaşlı kadınların iş bulamayacağını söyleyen Gülcan, kendisinin bu yanıyla biraz şanslı olduğunu düşünüyor. “Artık gençleri alıyorlar, bizleri almıyorlar” dedikten sonra sağlık hizmetlerindeki yetersizliklere dikkat çekiyor: “Sağlık hizmetlerine randevu almadan ulaşamıyorum. Hastaneye gittiğimiz zaman diğerleri nasılsa bize de aynı. Yaş hizmeti yok. Eskiden bir ara 65 yaş üstüne öncelik tanınırdı. Şimdi o da kalktı. Reçetelerimiz hep parayla. Tedavilerimiz parayla. Yardımsız.”

50 yaş üstü kadınlar için neler yapılabilir dediğimizde sosyal yardımların artması gerektiğine işaret ediyor Gülcan. Toplumda yaşlılara karşı gün geçtikte artan ayrımcılıklardan da oldukça şikayetçi.

“Bu yaşta bile haksızlığa uğruyoruz. Toplum bizi görmüyor. Neredeyse belediye otobüsünden aşağı atmaya kalkıyorlar bizi. Bunları yaşıyoruz. Bir tek biletimiz var bedava, devletten. O hakkı da İBB’nin elimizden alabileceği söyleniyor her gün. Alabilirler yani. Vallahi bizim emekli maaşımızın yetmediğini anlamaları lazım. Emekli maaşıyla kira mı vereyim, elektriği, suyu, doğalgazı mı yatırayım? Sağlığa mı harcayayım? Bekliyoruz yani artık. Bizim gibi kadınlar için de düzenleme yapmasını bekliyoruz. Devletimizden bekliyoruz. Tek yaşayan insanlara, bize bir konut yapıp da cüzi miktarlarda emekli maaşından ödeme imkanları yapılsın. Avrupa ülkeleri bunu yapıyor. Ama yok, icraat yok. Sadece bedava bir İETT, orda da bize küfrediyor şoförler. ‘Oturun evinizde’ diyorlar. Biz insan değil miyiz? Bizim yaşamaya hakkımız yok mu?”

*50 yaş üstü kadınların ücretli emek alanında karşılaştıkları cinsiyet temelli ayrımcılıklar ve çözüm önerileri, başlığıyla yayınladığımız raporumuz için görüşme yaptığımız kadınların hikayelerini anlatmaya devam ediyoruz.
Bu portre Rosa Luxemburg Stiftung desteği ile hazırladığımız Yaşlı Kadınların Çalışma Koşulları araştırmasının çıktılarından hareketle yazılmıştır.
* İsteği üzerine ismi değiştirilmiştir.
Fotoğraf: İStock

Paylaş:

Benzer İçerikler

53 yaşında hem de evde yaptığı iş hiç bitmeyen Gülşen’in hikayesini ele aldık bu kez. (*) Gülşen çalıştığı işyerlerinde görev tanımında olmayan pek çok işi yapmak zorunda bırakılırken ev geçindirmiş, iki çocuk büyütmüş, hasta babasına bakmış, taciz ve mobbinge maruz kalmış, emekli olabilmek için dışardan prim ödemiş.
Nilgün, Malatya’da yaşayan bir depremzede. Onunla konteyner kentte tanıştık. 20 yaşında evlenmiş, iki çocuğu var. Evlendiği günden beri koca şiddetine maruz kalmış. Baba evine dönmek imkânsız; orası da koca evinden farksız. Fakat kararlı; boşanacak, çocukları yanına alacak, bir iş bulacak, hayatını yeniden kuracak. Biraz desteğe ihtiyacı var.
“Yani neyi anlatayım abla? Lüks bir hayatım yoktu benim önceden, şimdi iki katı zorlanıyorum. Depremden sonra Mersin’e bir kampa gittik ya, ay dedim, keşke burada kalsak. Suyum sıcak, yatağım var, her şeyim vardı. Yemek sıkıntım yoktu. Mesela şimdi oturduğumuz çadır bizim evden daha sıcak. Yaz kış çadırda yatarım ben artık…”
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!