Ayla Önder onderayla@gmail.com
Artan yarı zamanlı işler, evden çalışma, sağlıksız iş koşulları ve düşük ücretler, kadınların sendikalarda örgütlenmesinin zaruri olduğunu gösteriyor. Bu hala istenilen düzeyde değil. Değişim şart. 1960’lı yıllarda Kadın Kolu kuran Lastik-İş Sendikası’ndan Ece Göktürk ve yıllarca KESK’te toplumsal cinsiyet çalışmaları yürüten Handan Çağlayan’la son dönem dinamiklerini konuştuk.
Kadın emeğinin genellikle kayıt altına alınmaması temel bir sorun. Bu nedenle sendikal örgütlülükte kadının adı dahi olmamış yıllar boyunca. Kadın emeğinin iş yaşamında görünür kılınması sonucunda da, sendikaların kapısı kadınlara öyle kolay kolay açılmamış. Örgütlülük kadın varlığı ile bağdaştırılmamış. Fakat bu gerçekliğe rağmen geride büyük bir talep var. Kadınların azımsanmayacak bir kısmı sendikalarda var olmak için ciddi bir çaba sarfediyor. Uzunca bir geçmişe doğru baktığımızda da durum daha farklı. 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren Avrupa’da sendikaların yarısından fazlasında kadın komisyonları yer almış! Fakat prensipte birçok işçi örgütünde kadınlara ancak “erkeklerin konumlarını tehlikeye atmadığı takdirde” kısmi bir söz hakkı tanınmak istenmiş. Sendika kadın komitelerdeki kadınların oranı üye sayılarına karşılık gelmese de, kadın varlığında önemli adımlar atılmış. Ne var ki o bilindik erkek kültürü nedeniyle kadınlar kapıyı daha fazla zorlamak zorunda kalmışlar.
Lastik-İş’e kurulan ilk “Kadın Kolu”
“Sendika üyeliği engelleniyor” şeklinde net bir veri yok fakat örgütlerin iç dinamikleri, kadınların erkeklerle eşit koşullarda sendikaya girmesine olanak vermiyor. Zaten somut durum da ortada. İki büyük işçi konfederasyonu olan Türk-İş ve Hak-İş’e yönetim kurulu, denetim kurulu ve disiplin kurulu düzeyinde bakıldığında hiç kadın yönetici bulunmadığı görülüyor. DİSK’te genel başkanın kadın olması büyük bir gelişme. Yönetim kurulu ile disiplin kurulunda birer kadın yönetici bulunması da umut verici. Günümüzde sendikal hak kısıtlamaları böyleyken, Türkiye’de gerilere iz sürdüğümüzde, 1960’lı yıllarda fiili olarak karşımıza Lastik-İş’te kurulan “Kadın Kolu” çıkıyor. Sendikalardaki erkek egemenliğine son vererek “sendikacılık erkek işidir” algısı nasıl yıkılmış. Kadın sendika uzmanları bu durumu nasıl değerlendiriyor? “Komisyon düzeyinde” de olsa sendikalarda elde edilen bu kazanım hakkında ne düşünüyorlar?
O dönemin güçlü kadın işçi hareketi
Tarih sayfalarında yer alan bu gelişmeyi Lastik-İş Sendika Uzmanı Ece Göktürk şöyle yorumluyor; “1960’lı yıllar, Türkiye sendikal hareketinin hız kazandığı ve sendikaların ilerici adımlarla her yerde var olduğu veya var olma savaşı verdiği yıllar. 1949 yılında kurulan Lastik-İş Sendikası’nın tarihinde de 1960’lı yıllarda ilerici sendikal politikalar ortaya konmuş ve bu doğrultuda adımlar atılmış. Bu adımların en kıymetli örneklerinden biri de sendikanın Kadın Kolunun kurulması. 16 Şubat 1961 tarihinde yapılan Genel Kurulda alınan kararla Lastik-İş Sendikasında örgütlenen kadın işçileri mücadeleye daha çok dahil etmek ve sendikal mücadeleye daha çok kadın işçinin katılmasını örgütlemek için alınan bu karar büyük önem taşıyor. Toplumsal cinsiyet kalıplarının oldukça katı olduğu böyle bir dönemde, kadın işçilerin mücadelesini örgütlemenin ve işyerlerinde açık bir şekilde uygulanan ayrımcı politikaların önüne geçmenin en dolaysız yollarından birinin sendikalarındaki kadın işçi hareketi olduğunu düşünüyorum. Söz konusu dönem, toplu iş sözleşmesi metinlerine dahi eş değer işlerde çalışan kadın işçilerin erkek işçilerden daha düşük ücretle çalışacağının açıkça yazıldığı bir dönem. Ancak sendikanın içinde örgütlenen bu politikalar sonucunda ‘eşit işe eşit ücret’ prensibi bütün işyerlerinde başarıyla uygulanmış ve işyerleri içinde kadın işçilerin sendikal faaliyetlere katılımı arttırılmıştı”.
Direnişlerde kadınlar en önde
Kadın işçilerin aslında sendikal mücadele içinde örgütlenerek bazı kazanımlar elde ettiğinin altını çiziyor Ece Göktürk. “Lastik-İş Sendikası da tarihi Türkiye’de ilk defa kadın kolunu kurarak yeni bir dönemin başlangıcına ön ayak oluyor. Özellikle 1970’li yıllara gelindiğinde kadın işçilerin de çalıştığı işyerlerinde yapılan direnişlerde ve grevlerde, Lastik-İş üyesi kadınlar ön saflarda yer almış” diyor. Tarihin akışında bu gelişimi görmenin çok kıymetli olduğunu anımsatıyor ve şunu da ekliyor: “Kadın işçilerin sendikalarının çatısı altında sınıf mücadelesini örgütlemesi ve bununla birlikte ortaya çıkan gelişmelerin aynı zamanda, bugün yaşadığımız sorunların çözümüne ilişkin de büyük bir ipucu olduğunu düşünüyorum.”
Eşitlik talepleri bugün daha yüksek çıkıyor
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ilişkin genel kabuller, kimi işyerlerinde uzun çalışma saatleri ve benzeri uygulamalar kadınların sendikal örgütlenmede yer almasını zorlaştırabiliyor. Sendika-kadın ilişkisinin bugün geldiği noktaya dair görüşlerini ise Lastik-İş Uzmanı Ece Göktürk şu cümlelerle ifade ediyor; “Bugün ortaya çıkan koşullar işçi sınıfının üzerinde oluşan baskıyı adım adım arttırıyor. Kadın işçiler bir yandan oluşan bu baskıyla mücadele ederken diğer yandan da toplumsal cinsiyet kalıplarıyla baş etmek durumunda kalıyor. Kadınlar bir yandan insanca çalışma hakkı, sendikalaşma hakkı, toplu sözleşme hakkı için mücadele ederken diğer yandan yaşamak için mücadele ediyor. Bu süreçte sendikal mücadele kritik bir önem taşıyor. Kadınların işyeri içinde dile getirdikleri eşitlik talepleri, son yıllarda çok daha yüksek sesle ifade ediliyor. Uzun çalışma saatlerinin, toplumsal cinsiyet kalıplarının ortaya çıkardığı zorlukların kadın işçilerin sendikalarda daha aktif rol almasını zorlaştırdığı yaşadığımız bir gerçek. Araştırmalar, işyerinde vardiyasını tamamlayarak evine gelen bir kadın işçinin en az altı saat evinde çalıştığını gösteriyor.”
İş’te taciz ve şiddet girişimleri
İşyerlerinde kadın işçilere yönelik taciz ve şiddetten, ücret eşitsizliklerinden de söz ediyor. Bunları yaşayan kadın işçilerin sendikal haklara ve sendikal mücadeleye daha sıkı sarıldığını özellikle söylüyor. “Çünkü tek çıkış yolunun örgütlü mücadele ile mümkün olabileceğini biliyorlar. Başka bir deyişle kadın işçiler sendikal mücadelenin gücünü kavradıkça ve etkisini hissettikçe, aslında kendi güçlerini yeniden hatırlıyor ve bütün zorluklara rağmen bu mücadeleye büyük katkılar sağlıyor” açıklamasını yapıyor
Bakım yükümlülüğü sendikal katılımı güçleştiriyor
Kadınların sendika ile ilişkisinin önünde engel olan ve örgütlemeye ket vuran gerçeklikleri ise uzman Handan Çağlayan anlatıyor: “Kadınların sendika üyeliklerinin erkeklere göre çok az olduğu doğru fakat sendika yönetimlerinde yer almamalarını veya aktif katılım göstermemelerini üyelik oranları ile açıklamak eksik kalır. Üyelik oranlarının neden düşük olduğunu da sorgulamak gerekir. İstihdama katılım oranlarının neden düşük olduğunu da. Hepsi birbirine bağlı ve esas olarak da kaynağını toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden alıyor. Aile içindeki eşitsiz iş bölümünden, istihdam yapısının cinsiyete göre ayrışmış olmasından, istihdama yönelik kamu politikalarının mevcut eşitsizliği yeniden üretecek ve pekiştirecek bir bakış açısının ürünü olmasından. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin çalışma yaşamındaki yansımaları, kadınların sendikal örgütlenmelerini güçleştiriyor. Mesela kayıt dışılık, güvencesizlik sendikal örgütlenme önündeki en önemli engellerden ve her ikisi de esas olarak kadın istihdamının özelliklerini oluşturuyor. Kadınların çalışma yaşamına katılımları önünde, hem kadın örgütlerinin hem de kadın emeği çalışan akademisyenlerin ısrarla vurguladığı gibi bakım yükümlülüklerinden kaynaklanan çok önemli bir engel var. Bakım yükümlülükleri, çalışma hayatına katılmayı bir şekilde başarmış kadınların sendikal katılım göstermelerini güçleştiriyor. Zaman kullanım anketleri, kadınlar ücretli bir işte çalışıyor olsalar dahi günde 4-5 saatlerini ev işlerine ve bakım yükümlülüklerine ayırmak zorunda kaldıklarını gösteriyor. Ev ve ücretli iş iki ayrı vardiya halinde aslında. Aktif sendikal çalışma da zaman isteyen bir şey. Sendika toplantılarına katılmak, sendika yönetimlerinde yer almak, kadınlar için üçüncü vardiya gibi bir şey oluyor. Aktif sendika üyelerinin, sendika yönetimlerinde yer alan kadınların çoğunlukla ya genç ve çocuk bakım yükümlülüğü bulunmayan ya da orta yaş üstü, çocuk bakım yükümlülüklerini geride bırakmış kadınlar olmaları bunun açık bir göstergesi gibi.”
Mesele sadece eksik temsil ile sınırlı değil
Sendika Uzmanı ve akademisyen Handan Çağlayan sendikaların yapısından, sendikal kültürden kaynaklı engellere de değiniyor. İşçi sendikalarında kadınların üyelik oranları düşük olsa da kamu sendikalarına bakıldığında öyle olmadığına işaret ediyor. Kamuda hem kadın istihdamı yüksek olsa da sendika yönetimlerinde, üyelik oranlarının çok altında temsil edildiklerini vurguluyor. Sözlerini şöyle sürdürüyor; “Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda, Türkiye sendikal hareketi içinde örnek oluşturacak bir duyarlılığa ve tutuma sahip olan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu-KESK ve bağlı sendikalara baktığımızda bile kadınların karar ve yönetim organlarında eksik temsil edildiklerini görüyoruz. Oysa kadın işgücünün yoğun olduğu sağlık işkolunda kadın üyelerin sayısı erkek üyelerden daha fazla, eğitim işkolunda üye sayıları eşit. Buna rağmen karar ve yönetim organlarında yüzde 25 civarında temsil ediliyorlar. KESK’li kadınlar bu durumu değiştirmek için ciddi uzun yıllardır yoğun çaba harcıyorlar ama yerleşik sendikal kültürü dönüştürmek o kadar kolay değil. Meselenin sadece eksik temsil ile sınırlı olmadığını da belirtmek gerekir. Kadınların çalışma yaşamındaki sorunları, ne ölçüde sendikaların gündemi haline gelebiliyor, toplu iş görüşmelerinin, toplu iş sözleşmelerinin konusunu oluşturuyor? Bunlara da bakmak lazım. Kendi sorunlarının sendikal gündemlerde yer almadığını gören kadınların, aktif katılım göstermelerini beklemek gerçekçi değil”.
Cinsiyet eşitsizliğini önemsemeyen güç kaybetmeye mahkum
Peki, toplumsal cinsiyet temelli eşitsizlikleri yok sayan sendika faaliyetleri zayıflamaya mahkum mu? Sendikal mücadeleye olan ihtiyacın eskisinden daha fazla olduğunu belirterek bu soruya yanıt veriyor; “Evet, toplumsal cinsiyet temelli eşitsizlikleri görmezden gelen sendika faaliyetleri zayıflamaya mahkûm şeklinde bir saptamada bulunmak mümkün. Her şeyden önce geleneksel anlamda sendikalar ve sendikacılık, küresel ölçekte çalışma yaşamında meydana gelen dönüşümün etkisiyle güç kaybediyor. Buna karşılık örgütlenmeye, sendikal mücadeleye olan ihtiyaç eskisinden daha fazla. Toplumsal cinsiyet temelli eşitsizlikleri görmezden gelen sendikal faaliyetler güç kaybetmeye mahkûm, çünkü yeni sistemin merkezinde toplumsal cinsiyet temelli eşitsizlikler bulunuyor. Kadınların güvencesiz, eşitsiz koşullarda çalıştırılmaları bulunuyor. Bu sadece Bangladeş’te, Pakistan’da değil, çalışma yaşamındaki toplumsal cinsiyet eşitsizliği küresel bir sorun. Güvenceli dediğimiz Batı Avrupa ülkelerine baktığımızda da, yarı zamanlı çalışmanın, kadın istihdamını tanımlayan temel özellik haline geldiğini görüyoruz. Kadınlar halen erkeklerden daha az ücret alıyor. Korona sürecinin çalışma yaşamında yol açtığı uzaktan çalışma gibi değişikliklerin bir kısmının kalıcı olacağı ve kadın çalışanların veya kadınların çalışmasının bu durumdan olumsuz etkileneceği dile getiriliyor. Tüm bunların sendikaların gündemi olması gerekir.”
Feminist akademisyenlerin de etkisiyle
“Sendika Kadın komisyonları kadınların örgütlenmesinde nasıl olumlu rol sağlıyor?” sorusuna da “KESK’teki otuz yılı aşkın deneyimime dayanarak yanıt vermek istiyorum” diyor Handan Çağlayan: “KESK, kuruluşundan itibaren politik motivasyonu oldukça yüksek çok sayıda kadının yer aldığı bir sendikal hareket oldu. Kadınların çok aktif olmalarına, sendikal mücadelenin bütün bedellerini erkek arkadaşlarıyla birlikte ödemelerine karşın, başlangıç yıllarında karar ve yönetim organlarında yok denecek kadar azlardı. Zaman içinde, kadın hareketiyle, uluslararası sendikal hareketle ve üniversitelerin Kadın Araştırma ve Uygulama Merkezlerinde yer alan feminist akademisyenlerle girilen ilişkinin de etkisiyle bu durumu değiştirmek için çaba harcamaya başladılar. Kadın komisyonları, bir araya gelip deneyimlerini paylaştıkları, birlikte iş yapma kültürünü geliştirdikleri, çalışma hayatında ve sendika içinde cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik düşünceler geliştirdikleri platformlar oldu. Kadınlar karma ortamlarda kendilerini yeterince ifade edemiyorlar. Komisyonlar, bu açıdan da ön açıcı oldu. Karma toplantılarda söz almayan kadınlar, komisyonlarda daha rahat kendilerini ifade ettiler. Özgüvenleri arttı. Sendikaların kadın politikalarının, kadınların birlikte iş yapma kültürlerinin, kadın dayanışmasının gelişmesinde kadın komisyonları önemli bir rol oynadı. Komisyonlar, genel olarak sendikal çalışmalara da olumlu yansıdı. Kadın komisyonlarında çalışan, motive olan kadınlar, genel sendikal çalışmalara da daha aktif katıldılar. Erkekler kadın komisyonlarının kurulması aşamasında ‘sendikal mücadeleyi bölüyorsunuz’ diye karşı çıkmışlardı fakat komisyonların sendikal çalışmaya ivme kazandırdığının açık bir şekilde görülmesiyle bu itirazlarından vaz geçtiler.”