Toz Bezi’nin anlattıkları

Bu yazımızda başrollerde Nazan Kesal, Asiye Dinçsoy’u gördüğümüz, Ahu Öztürk’ün yazıp yönettiği, Meryem Yavuz’un da görüntü yönetmenliğini yaptığı Toz Bezi’ni tanıtmak istedik. Kameranın önünü ve arkasını kadınların doldurduğu film, ev işçilerinin yaşam ve dayanışma hikayesine de ayna tutuyor.
Paylaş:
H. Sevim Işık Bäro
H. Sevim Işık Bäro
sevimisis@gmail.com
H. Sevim Işık Bäro

Bu yazımızda başrollerde Nazan Kesal, Asiye Dinçsoy’u gördüğümüz, Ahu Öztürk’ün yazıp yönettiği, Meryem Yavuz’un da görüntü yönetmenliğini yaptığı Toz Bezi’ni tanıtmak istedik. Kameranın önünü ve arkasını kadınların doldurduğu film, ev işçilerinin yaşam ve dayanışma hikayesine de ayna tutuyor. 

Toz Bezi filmi yaşamları pamuk ipliğine bağlı, geçinmek, hayatta kalabilmek için canla başla çalışan, birbirlerine yarenlik eden iki Kürt ev işçisinin öyküsünü paylaşır bizimle. Ama film, yalnızca Nesrin ile Hatun’un değil bütün ev işçilerinin hikayesidir.  2015’te Türkiye’de yapımı tamamlan film, 90’lı yılların ortasında başladığı kabul edilen ve hala devam eden ‘Yeni Türkiye Sineması[i]’nın iyi bir ürünüdür. Kadın filmidir, kadınlık hikayelerini anlatır, hem de kameranın önü arkası kadın doludur bu filmde.

Filmi yapmak için internet sitesi indiegogo’da[ii] destek ararken film ekibinin yayınladığı çağrı metni hem filmi hem de nasıl bir yaklaşımla yapıldığını çok güzel özetler.
“Bir film yapıyoruz, hep birlikte yapalım istiyoruz!
Maltepe Gülsuyu’nda, kentsel dönüşüm tehdidi altındaki bir mahallede yaşayan ve Kadıköy’deki evlere temizliğe giden, hayat onlara çok iyi davranmasa da, hayatla dalgalarını da geçmeyi bilen ama bir noktada dayanma güçlerini kaybeden iki kadının, Nesrin ve Hatun’un hikayesi Toz Bezi. Biri daha dirençli, biri daha kırılgan, biri daha gerçekçi, biri hayalperest iki kadın… Evlerine gündeliğe gittikleri kadınlarla kurulan ilişkinin yarattığı çelişkiler, kendi aralarındaki kız kardeşlik ilişkisinin yarattığı küçük ısırmalar, kötülükler…”
Bu metni, filmi izledikten sonra okumuştum ve kendi kendime bu filmin dirençlisi, hayalperesti Hatun (Nazan Kezal) demiştim, Nesrin (Asiye Dinçsoy) ise kırılgan gerçekçisi.

Nesrin ve Hatun altı üstlü bir binada otururlar. Aralarında bir akrabalık ilişkisi de vardır ama arkadaşlık ilişkileri o kadar güçlüdür ki, kan bağı değil de bu arkadaşlıktır onları iki kız kardeş yapan. Birbirlerinin dayanağıdırlar. Yemeklerini beraber yerler, balkonda çaylarını, kahvelerini sigaralarını içer, fasulye kırar dertleşir, şakalaşırlar. Bu dertleşmeler onları ayakta tutar, devam etme gücü verir.

Hayallerinin peşinde koşmak

İkisinin de bu dayanışmaya çok ihtiyacı vardır. Çünkü,  Nesrin küçük kızı ile bu koca dünyada yapayalnız hisseder kendisini. Nesrin’in ondan iş bulmasını istediğinde evi terk ettiğini öğrendiğimiz eşi Cafo’yu hiç görmeyiz. Nesrin de bilmez nerede olduğunu. Kızı Asmin (Asel Yalın) sorduğunda “İşe gitti kızım, işi bitince gelecek” der tatlı tatlı, gerçeği kızından gizlemek ister.  Nesrin geceler boyu, kızı uyuduktan sonra Cafo’ya telefon eder ve her seferinde ‘aradığınız kişiye ulaşılamıyor…’ kaydını dinler. Yüzünü yastığa gömüp hüngür hüngür tek başına ağlar. Çalışıyor olabileceği inşaatlara gider, sorar. Eşinin kardeşinin evini gözetler, evin bahçe kapısına kadar gider ama açıp giremez o kapıdan içeri… Nesrin, sanki terkedilmiş olmak onun suçuymuş gibi, utanır!..  O küçük evinde bir yatak odası vardır ama Nesrin o odada uyuyamaz da oturma odasında çekyatta kızının yanında uyur. Bütün bunlar onu kırılganlaştıran, gerçekçi olmaya itenler ve aynı zamanda yalnızlaştıranlardır. Hatun’dur bir tek onu biraz olsun anlayan, dert ortağı olan. Çünkü Hatun da yalnızdır aslında. Eşi Şero (Mehmet Özgür) evi terk etmemiştir, hatta kahvede çalışır, yani eve biraz para da getirir ama boş hayaller peşinde koşar, evde eser gürler. Onun dışında da yan gelir yatar. Hatun’un bir ev alma hayalini destekleyip kenara bir kuruş atmaz. Emlakçıların camlarına yapıştırdıkları ateş pahası ‘satılık daire’ ilanlarına bakıp da ev alma hayalini kuracak kadar güçlüdür, cesurdur Hatun. O hayal de onun direncini korumasına yardım eder.

Nesrin ile Hatun yalnızca akraba, komşu, arkadaş değil, meslektaştır da. İkisi de ev işçidir. İkisi de temizliğe gittikleri evlerde “hadlerini aşmazlar” (!) “evin hanımı” (!) ile konuşurken alttan alırlar. Ve ikisi de o evleri pırıl pırıl temizlerler. Yerler öyle viledayla falan silinmez, dört ayak üstünde eldivensiz ellerindeki paspaslarla kazırcasına silerler. Camlar saatlerce ovalanır. Dağ gibi bulaşıklar, çamaşırlar tertemiz edilir… Bu bitip tükenmeyen, her gün sanki daha önce hiç yapılmamış gibi, hem kendi hem de başkalarının evlerinde sil baştan başlayan iş güçten fırsat bulup da oturabildiklerinde, arada konuyu komşuyu çekiştirseler de, aslında başka başka yerlerde uğradıkları haksızlıkları konuşur, dalga geçer ve yeniden başlama gücü bulurlar.

Sigortalı güvenceli bir iş  

İkisinin de iş güvencesi yoktur, emeklilik primleri yatmıyordur, daha pek çok ev işçisi gibi. İşverenlerinin iki dudağı arasındadır kazanacakları iki kuruş para. Hangi etnik köken, meslek grubu, eğitim ya da gelir düzeyinden olursa olsun, çoğu kadının yaşadığı sorunlarla yüzleşir ikisi de, ‘öğretilen kadın olma hali’(!) çelişkilerini yaşarlar.

Nesrin’in çocuğunu bırakabileceği ne bir yakını ne de kreş, anaokuluna ödeyebileceği parası vardır, çalıştığı evlere Asmin’i de götürür. O evlerden yalnız birinde Asmin biraz olsun rahat hareket edebilir. Yalnızca orada masaya oturup yemek yiyebilirler. Diğer evlerde mutfakta, ancak ayakta, ağızlarına bir şeyler atabilirler.  Asmin annesinin gösterdiği odadan dışarı adım atmamalıdır. Küçücük bir şey kırılsa büyük bir olaya dönüşür Nesrin için.

Hatun, haftada üç gün temizliğe gittiği evde sevildiğini düşünür. Bir gün işvereni Ayten (Serra Yılmaz) ve komşusu (Meral Çetinkaya) için Türk kahvesi yapıp kahve servis eder. Ayten, ‘gel sen de otur’ deyince, sandalyede değil de iğne üstünde oturur adeta. Hatun için de bir kahve yoktur o tepsi de ama kıramaz işverenini, iğne üstünde de olsa oturur. Komşu Hatun’un güzelliği ve sarışınlığından dem vurup ‘Sen de bizim gibi Çerkez’sin, değil mi?’ deyince, bakakalır Hatun. Orada komşunun ağzının payını veren Ayten, Hatun ezile büzüle yevmiyesinin normal fiyata çıkartılmasını istediğindeyse çat diye günlerini ikiye düşürür.

Kapıya dayanan faturalar, kira vs. derken başka evler, işler arar Nesrin. Artık öyle bir noktaya gelir ki daha önce işi beğenilmediği için (hatırlatırım bu kadın kendini paralar çalışırken ve buna rağmen işi beğenilmemiştir(!)) kendisini kapının önüne koyan işverene ulaşır, onun rencide eden sözlerini bir kez daha sineye çeker. İşi alabilse aşağılanmaya da razıdır. Çünkü ne Cafo’dan ne kendi ailesinden, ne de akrabalarının destek alamayacağı kesindir onun için.

Hatun’un Ayten’in istemediğini bildiği için kabul etmeği Ferda’nın (Gökçe Yanardağ) evinde iş görüşmesi yaparken al sen de ye bir şey dendiğinde, ağzına o iki lokma şeyi bir atışı vardır, daha dudağına değmeden dizilir o lokmalar boğazında. O günden sonra ise Hatun Ayten’in evinde rahat yüzü görmez, hatta bir tür şiddete maruz kalır. Ama hepimizin içinin yağlarını eritecek bir karşılık verir işverenine. Buraya filmi izlemeyenleri düşünerek o karşılığı yazmak istemiyorum.

Nesrin kırmızı giyebilmeli  

Nesrin, bir dükkânda kırmızı bir pardösüyü çok beğenir, çok yakışır kırmızı ona. Pardösüye de ihtiyacı vardır. Dener, pek beğenir kendisini içinde ama içinin gittiği o kırmızıyı değil de siyah pardösüyü alır. Ne acı değil mi? Pek çok kadın gibi o da dilediğini giymeye çekinir. Sanki o dileğini giyince…

Hatun, film boyunca damlatan lavaboyu tamir ettiremez eşine bir türlü. Unutur Şero…

Nesrin sigortalı iş arayışına girmiştir çoktan. Güvencesizlikten kurtulmak, her çalışanın hak ettiği haklara sigortalı bir işle biraz da olsa sahip olmak ister. Kendi sigortalı iş arayışına Hatun’u da dahil etmek isterken, “Sigortam var benim” diye yanıtlar Hatun. Nesrin acı gerçeği hatırlatıp “Şero abiden sigortan var. Seni bir bıraksa…” deyince; Hatun “Bok bırakır Şero beni! Pişirdiğim yenir, diktiğim giyilir” der. Bu sekiz sözcüklü replik neler neler anlatmaz ki; Hatun’un evliliği aşka, sevgiye, saygıya, bir arada kendini daha iyi hissetmeye değil de, elinden gelen işlere bağlıdır. Hepimizin bir zamanlar duyduğu, hatta belki hala duyduğumuz kadın olmak (!), becerikli olmak (!), öyle olmak böyle olmak (!), öyle olunca diğer kadınlardan daha iyi olmak (!) (…) öyle işlemiştir ki içine, aynı işlerin elinden geldiği yareni Nesrin’in nasıl terkedildiğini düşünemez. Ya da kendisini Nesrin’den üstün mü görür? Aynı şeyin başına gelmeyeceğinden gerçekten o kadar emin midir?…

Bir şekilde birlikte gittikleri bir iş görüşmesinde, Hatun nerelisiniz soruna “Karslıyım, Çerkez’im” diye yanıt verince Nesrin’in ağzı bir karış açık kalır. Hatun kendi etnik kimliğinden mi utanır, başka etnik kültürleri daha avantajlı mı görür, üstüne düşünmek mi istemez yoksa etnik kimliğinin o işi almak için bir engel olabileceğini mi düşünür sorusunun yanıtını film versin sizlere.

Bütün ödüller bu filme olmalı

Bu yazıda filmden pek çok ipucu okudunuz bile. Filmi izlemeyenleri düşünerek daha fazla ipucu vermesem iyi olacak.  Çünkü, film seyircisine öyküsüyle ilgili ipucu vermez, Nesrin ile Hatun’un ilişkisini de, öykülerini de hop diye baştan açıklamaz. Başladığı andan itibaren bizi meraklandırır ve içine çeker. ‘Kim, kimin nesidir?’, ‘Neden oradadırlar?’, ‘Aralarındaki ilişki nedir?’ sorularının yanıtlarını filmi izledikçe öğreniriz. Sanki Hatun ile Nesrin’i her gün bir yerlerde görüyormuşuz, konuşmalarına, yaşadıklarına uzaktan, hiçbir şey yapmadan tanıklık ediyormuşuz, onlar sokakta yürürken biz de peşlerinden gidiyormuşuz da öyle anlıyormuşuz onların öykülerini gibi. İşte senaryosu o kadar iyi örülmüş, çekilmiş ve kurgulanmıştır.

Filmi daha da iyi yapan pek çok katmanı var, ne yazık ki yine her birine değinemiyorum. Bu iyi film sonunda, seyircisine bir burukluk bir de umut verir. Ve bu iyi film uluslararası birkaç festivalden ‘En iyi ilk film’, ‘En iyi film’, ‘En iyi senaryo’, En iyi kadın oyuncu’ ödülleriyle döner. Bence hakkı olandan azdır filmin topladığı ödüller. Çünkü benim aklım hala Meryem Yavuz’a en azından bu festivallerin birinde en iyi görüntü yönetmeni ödülünün verilmemesini almakta zorlanır. Benim, bizlerin verebileceği ödül(ler) olsaydı, hepsi bu filmin ekibine giderdi. Böyle güzel film ekipleri, böyle farklı işleri yapabilsin diye…

Yazıya, ‘kameranın önü arkası kadın doludur bu filmde’ diyerek başladım. Elbette yalnızca kadınlardan oluşmuyor ekip. Bu yazıda adına değinemediğimiz film ekibi ve oyuncuların isimlerine http://www.toz-bezi.com/ adresinden ulaşmak mümkün. Ayrıntılı listeyi yine filmin bitiş jeneriğinde görebiliriz. Filmin afişi ve filmden görüntüler de aynı web sitesinden alınmıştır.

 

[i] Konuya ilgi duyanlara; ‘Yeni Türkiye Sineması’ üstüne yazılmış tezler, kitaplar bulunmaktadır. Birkaçının bilgisi, linki aşağıda

  1. http://openaccess.dpu.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12438/1476/sev%C4%B1nc_zeynep.pdf?sequence=1&isAllowed=y
  2. https://dergipark.org.tr/tr/pub/dpusbe/issue/4782/65930
  3. Yakın Plan Yeni Türkiye Sineması, Zahit Atam, Cadde Yayınları, ISBN: 9786058824539

 

[ii] Destek çağrısının tamamını ve yönetmenin ‘Toz Bezi’nin senaryosunu nasıl yazdığını anlatan bir metni bu linkten okumak mümkün.

https://www.indiegogo.com/projects/dust-cloth-toz-bezi-pacike-toze#/

 

Paylaş:

Benzer İçerikler

1 Mayıs arifesinde kadınlara hâlâ emekçi değilmiş muamelesi yapılırken, kadınlar hâlâ evde, sendikalarda, iş yerlerinde bir sürü ayrımcılığa uğrarken sizlere kadın işçi tarihinden ilham veren, eğlendiren ve gerçek olayları aktaran bir filmden bahsetmek istiyorum: Türkiye’de gösterilen adıyla “Kadının Fenni”. 1968’de Ford’un Avrupa’daki en büyük fabrikasında çalışan kadınların ücret eşitliği için çıktığı grevi başarıyla anlatır.
Tüm bu filmlerin bir ortak noktası da –aslında gerçek hayattaki gibi- başrol oyuncusu kadınların yanında mutlaka dertlerini tasalarını paylaştıkları evdeki erkeğe ya da işyerindeki patrona karşı dayanışma gösteren kadın arkadaşlarının varlığıydı.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!