Tuğla fabrikalarında kadın olmak

Dört duvar arasından çıkarak, duvarları kaplayan kırmızı tuğlaların işçisi oldular. Bu üretim için kurulmuş fabrikalarda işi öğrendiler. Nasıl yapıyorlar, neler yaşıyorlar? Tuğla işçisi kadınlar anlattı.
Paylaş:
Ayla Önder
Ayla Önder
onderayla@gmail.com

Kaskları, koruyucu gözlükleri, eldivenleri yok. İşçi Hurican, ilk kez böyle bir işi yapıyor. Böyle olduğu halde bu konuda eğitim görmedi. Şimdiye kadar pek çok işe girdi. Yaşamını idame ettirmesi için yeni bir sektöre daha geçen Hurican’a göre, hiçbir şey dışardan görüldüğü gibi değil. Tuğla işçisi bir kadından söz ediyoruz. Bize dikkat çekici gelse de Hurican için sıradan. Üç çocuğu olan 38 yaşındaki genç kadın, günlük ev işlerinin sorumluluğunu da elbette yüklenmiş durumda. Ev işinin de tuğlada çalışmanın da güçlükleri çok. Çalışma saatleri 8 ile 12 saat arasında değişiyor. İşinin zorluklarını anlatıyor Hurican: “En yorucu işlem, aşırı sıcaklarda tuğla kurutan fırınlarda çalışmak. Genellikle herkesin yakındığı konu, ağır kaldırmak. Bir de yüzlerce kez eğilip kalkıyoruz. Belimizde ağrılar yaratıyor bu. Bir seferinde 8 tuğla birden alıp banta yerleştiriyoruz ve zorlanıyoruz.” Kendisi gibi tuğla işçisi kocası ve en büyüğü 10 yaşında olan üç çocuğu ile zorlu bir yaşam süren Hurican, “mecburum” diyor. “Yoksa üç çocuk ne giyecek ne içecek?” Bu sorunun yanıtı tabii ki toprak şirketlerine emeğini satmak.

Ekmek neredeyse aile orada

Ekonomik sorun yaşamayan, bu “mecburiyeti” taşımayan aile yok. Tuğlaları iletmek üzere otomatik çalışan bantlar tıkır tıkır işliyor. Eline geçen paranın geçime yetmeyeceği açık. Ama o “hiç olmazsa” diye başlayan cümleler kuruyor. İşyeri Muş’ta ama Hurican bu şehirde yaşamıyor. O bir Karadeniz kadını. Buraya, eşi ve çocuklarıyla birlikte Sinop’tan “emek göçü” gerçekleştirerek geldi. “Ekmek neredeyse” aile oraya gidiyor. Her yıl bu işçiliği tam 10 ay sürdürüyorlar. Şirket, 2 aylık zorunlu olarak “sezon arası” verince köylerine dönüyorlar. Genç kadın işçinin en küçük bir katkıya bile muhtaç bir yaşamı var. Bugün daha da muhtaçlar. “Her şeye çok yüksek zamlar yapıldı bu sene. Biliyorsunuz sadece tek ücretle geçinilmiyor. Çocuklar yese biz açız” diyor…

Günde yüzlerce tuğla ellerinden geçiyor

Yaptıkları külfetli çalışmalar, tuğla işçisinin tam anlamıyla belini büküyor. Ağır el ve beden emeği söz konusu. Perihan da bu işkolunun çalışanı. Sektörün üretim bölümünde genellikle kadınlar yer almıyor. Tuğla yapımında gerekli olan en önemli hammaddeyi yani kili elde etmek için erkek işçilerin önce kuru toprağı kazmaları gerekiyor. Ardından işlenecek killi toprak, saatlerce yoğruluyor. Malzemeyi sağlamlaştırmak amacıyla hamura başka maddeler de katılıyor. Toprağın sürekli işlemde olduğu işyerine yoğun bir toz hâkim oluyor. Bütün bu bilgileri paylaşan Perihan Aşçı, Sinop doğumlu. 47 yaşında. Boyabat ilçesine bağlı Yeşilyurt köyünde yaşıyor. O biraz daha şanslı. Çalıştığı fabrika yaşadığı şehirde. İşe eşi Mehmet Aşçı’yla birlikte servisle gidip geliyor. Yaptığı işi ayrıntılarıyla anlatıyor Perihan: “Önce tuğlayı meydana getirecek harçlar hazırlanır. Sonra kalıplarda şekil verilir. Fırında kurutulup çıkarıldıktan sonra makinelerde işlenip tuğla haline gelir.” Sonra o tuğlalar bantlardan geçiyor. Buradan nakliye edilecek araçlara taşınması gerekiyor. Devam ediyor anlatmaya: “Fabrikalarda bu işi biz kadınlar yapıyoruz. Çalışma saatlerimiz 8 ile 12 saat arasında değişiyor. Sürekli eğilmek ve ayağa kalkmak belimizi hasta ediyor.” Günde yüzlerce tuğla üretiliyor. Bu kadar fazla ürünün ve bedensel hareketin olduğu bir durumda, bel bölgesinde aşınma ve yıpranma yaşanmaması zaten imkânsız.

Fotoğraf: pazar53.com

Tozlu ortam astıma neden oluyor

Fabrikaların vardiyalı olduğunu söylüyor Perihan. Fırınlardan çıkan tuğlaları bantlara yükleyenler genellikle kadınlar. Eşleriyle birlikte üretim yapmaları noktasında da sorular soruyorum. Kural öyleymiş. Kadınların tek çalışması riskli görülüyor olmalı. Eşleriyle birlikte işe gidebiliyorlar. İş koşullarını anlatmaya devam ediyor. Çalıştığı şirketi yazmamamızı talep ediyor. Üretim makinalarının çok büyük bir gürültü ile çalıştığını, bunun da sorunlar yarattığını vurguluyor. Ve toz kirliliği. Emekçilerin gününü çok olumsuz etkileyen bir durum. Ortama yayılan toz bulutları nedeniyle de sağlıkları tehdit altında. Astıma yol açıyor. Maske takarak tozdan biraz da olsa kurtulmak mümkünken takmıyorlarmış. “Çünkü maskeyle nefes almamız zorlaşıyor” diyor. Fabrikanın yol açtığı toz kirliliği, çevreye yakın evlerde ya da işyerlerinde yaşayanları da olumsuz etkileyebiliyor. Köyündeki bütün kadınların tuğlacı olduğunu, 30 yıldır yığınla toz yuttuğunu anlatıyor. Solunan bu hava astıma neden oluyormuş. Birçok arkadaşının astımdan mustarip olduğu bilgisini paylaşıyor.

‘Bütün param bebek tedavisine gitti’

Perihan 1992’de, 18 yaşındayken evlenmiş. Yine Yeşilyurt köyünde yaşamışlar eşiyle. Genç yaşlarda tuğlacı olmuş. Sarıağaççayı ve Durağan gibi köylerin kadınları da aynı durumda.  Herkes silme tuğla işçisi bu yerlerde. Anneden kıza, babadan oğula geçen bir gelenek adeta. Her genç kadın ilk iş olarak toprak emekçiliğine adım atıyor. Perihan eşiyle geçinip gidiyor ama bir süre sonra bir sorunla karşı karşıya kalıyor. Çok istiyor bir bebeğinin olmasını fakat hamile kalamıyor. Çare olarak devlet hastanelerine başvurup tedaviye başlıyor. Çözüm bulamayınca özel doktorlardan yardım istiyor. Kazandığı bütün parasını bu yönde tedavi için harcamış. “Gitmediğim doktor kalmadı” diyor Perihan. Çocuğu olmayan kadına köyde hep olumsuz tavır sergilenmiş. Çalışması ile kısırlığı arasında tersten bağ kurmuşlar: “Ne çalışıp duruyorsun ki?  Kime çalışıyorsun ki? Çocuğun mu var ki? Kime kalacak ki çalışıp ettiğin?” Böyle sorularla, alttan alta laf giydirenlerle o kadar karşılaşmış ki.

‘Çocuğum olmuyor diye kocamı evlendirmeye kalktılar!’

Patriyarkal sistem, çocuk doğuramamanın kusur olduğunu kadınlara öyle belletmiş ki. Bazıları eski köy kurallarının gerektirdiği gibi hareket ediyorlar. Kimi zaman imalarla, bazen de daha kötüsü yapılarak Perihan’ın anne olamayışı gündeme getiriliyor. Yaşadıkları bölgede kendi ahlâk kurallarına aykırı başka hikayeler varken, O’nun çocuğunun olmamasını dert ediniyorlar. O günlere dönüp bazı yaşanmışlıkları paylaşıyor Perihan: “Öyle bir hal aldı ki, çocuğum olmuyor diye kocamı evlendirmeye kalktılar! Sonuçta dualarım kabul oldu. Mucize gibi bir haber verdi doktor. Hamile olduğumu söyledi. Tam 14 yıl sonra bir oğlan bebeğim dünyaya geldi. İnanır mısınız, doğurdum ve bütün ağızlar bıçak gibi kapandı.”

Kırmızı toprak sayesinde

Boyabat fabrikalarına dönersek tekrar, buralarda sadece yerli halk çalışmıyor. Son yıllarda birçok bölgede olduğu gibi Suriyeli göçmen kadınlar da istihdam ediliyor. Sıkıştırılmış toprak harçların inşaat malzemesine dönüştüğü bu dev mekanlarda kadın işçiler, üretim ve fırınlama hariç tuğlanın her aşamasında bulunuyor. Boyabat’ın bu üretimde ilginç bir konumu var. Birçok şehirde kadın işçiler “erkek işi” olduğu dolayısıyla tuğla fabrikalarında çalıştırılmıyor. (Kadınlar istiyor ama aileler izin vermiyor.) Dolayısıyla farklı şehirlerde kadın işçi bulamayan patronların bu talebini Sinop halkı karşılıyor. Tokat, Aydın ve Muş vb. birçok şehre akın akın kadın emekçi gidiyor Boyabat’tan. 42 yaşındaki Sinoplu tuğla işçisi Zekine bu konuda bilgi veriyor: “Başka bölgelere çalışmaya gidersen nerede barınacaksın? Patronlar kalacak yer verdiği için gidiyoruz biz uzaklara.” Zekine, işin inceliklerini de anlatıyor: “Günlük hayatın zorlukları çok. Geçim imkânsız. Bu kırmızı toprak sayesinde ayakta durabiliyoruz. Boyabatlı kadın o nedenle kendi ekmeğini kazanan ve ayakları üzerinde tek başına duran kadındır. İş çok zor fakat tecrübeli kadın arkadaşlarımız yenilere öğretiyor. En önemlisi de bu.” Bir de ipucu veriyor. “Tuğlayı çok kişi tercih ediyor inşaatta. Evleri bu malzemeyle inşa etmişseniz çok ısıtmaya gerek kalmıyor. Odun ya da kömür ne yakılıyorsa fazla yakıt kullanılmıyor bu sayede.”

Tek tuğla fiyatı 107 kuruş!

Elverişli toprağı hamur haline getirerek işleyen bu sektörde, kadın işçilerin üzerinden meraklı gözler eksik olmuyor. Sevinç Ertürk konunun başka bir yönüne dikkat çekiyor: “Her şeyi merak ediyorlar da ücretlerimizi öğrendiklerinde soru soran olmuyor. Örneğin, patronlar bize ücreti ‘tuğla başına’ ödüyor. Çünkü kurmuş oldukları emek sisteminde, hak edişimiz ‘götürü ücret’ olarak hesaplanıyor.” “Götürü” dedikleri sistemde tek tuğla için biçilen fiyat 107 kuruş! Bu para tedavülden kalkmak üzere oysa. Sevinç: “Burada erkekler de çalışıyor ama biz dikkat çekiyoruz. Bize ‘İşi bir kadın olarak yapmak zor değil mi?’ sorusunu çok sordular. Bunca zaman geçince alıştık bu soruya, bakışlara. 6 yıldır bu işteyim ve artık o yorumları duymuyorum bile. Kadın her işi yapar. Ne demek ‘Nasıl yapıyorsun?’ İnsanların asıl şaşırması gereken, kuruş üzerinden ücretimizin hesaplanması olmalı. Kuruş nedir ki artık? Nerede kullanılıyor ki?

“İş çok ağır”

İsmini vermeyen bir kadın usta anlatıyor: “Tuğla ocaklarında işleyen *’götürü ücret’ sistemi, 10 işçinin bir günde 75 bin tuğla üretmesi şartına dayalı. İnsanların ‘ne kadar çok iş yaparsanız o kadar çok para kazanacaksınız’ fikrine kapılmalarını sağlıyorlar. Ama öyle olmuyor işte. İş çok ağır. Gün boyu çok yüksek sayıda tuğla taşımaktan, yürüyen bantlara yerleştirmekten, yetiştirmekten dolayı yorgunluk da fazla oluyor. Kollarında, bacaklarında, bellerinde ağrılar olması nedeniyle kadın arkadaşlarımız daha hızlı olamıyorlar. Bu nedenle sayıyı tutturamayabiliyorlar. Bu da daha az ücret almalarına neden oluyor.”

*Götürü Ücret: Belirli bir işin, belirtilen süre içinde bitirilmesi halinde hak edilen ücrettir.

Ana Fotoğraf: İhlas haber

Paylaş:

Benzer İçerikler

“Nasıl ki baş düşman Mehmet Şimşek ve onu atayanlar, onun üstündeki ulusal veya uluslararası büyük sermaye ve patriyarkaysa, burada da bizim ev içinde erkeklere karşı bir ideolojik şiddet uygulamamız gerekiyor. Birinci konumuzun bu olması gerekiyor. Muhakkak ki kamunun ve sendikaların bu konudaki görevleri de bizim propaganda konumuzdur ama hayatı ertelemeden dayanışarak hayatımızı değiştirmenin yollarını bulmamız lazım.”
Kadınların büyük bir bölümü örgütsüz işyerlerinde asgari ücretle çalışıyor. Dolayısıyla asgari ücrete zam yapılmaması en çok onları etkiledi. İstanbul ve Malatya’da çalışan işçi kadınlarla asgari ücreti konuşalım istedik. Ama ağır çalışma koşulları, meslek hastalıkları, ev ve bakım işleri, bitmeyen mesailer gibi ortak dertlere de girmeden edemedik.
Başakşehir’e bağlı Şahintepe mahallesinde, 400 günü aşkındır bir nöbet sürüyor. Çevre Bakanlığı ve bölge belediyesinin halkı mahalleden sürme girişimleri sonuçsuz kaldı. Kurdukları “Barınma Hakkı Meclisi” içinde örgütlenen Şahintepelilerin, fiili mücadelesinde kadınlar en önde. “Mahalle içindeki ve dışındaki kirli eller çekilene kadar oradayız” diyorlar.
Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’nı değerlendiren feminist sosyolog Berfin Atlı “Esnek çalışma modeli kadınların yoksulluk döngüsünü kırmak yerine, bu döngünün derinleşmesine neden olacak” diyor.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!