Türk- Hollandalı kadınların grevi (*)

Hollanda’da Almelo’da Türkiyeli göçmen kadınlar 70’li yılların sonlarında bir tavuk fabrikasında üretimi durdurdu. Bu kadınlar düşük bir ücret karşılığında elleriyle kaynar sudan çıkardıkları, tavukların etlerini ayırıp, didiklemek zorundaydılar. Ağır çalışma koşulları karşısında grev yapmaya karar verdiler.
Paylaş:
Süheyla Yalçın
Özet çeviri: Süreyya Tanrıver

Hollanda’da Almelo’da Türkiyeli göçmen kadınlar 70’li yılların sonlarında bir tavuk fabrikasında üretimi durdurdu. Bu kadınlar düşük bir ücret karşılığında elleriyle kaynar sudan çıkardıkları, tavukların etlerini ayırıp, didiklemek zorundaydılar. Ağır çalışma koşulları karşısında grev yapmaya karar verdiler.

Genç hırçın bir kadın işçi heyecanla kameraya bakıyordu. Arkasında grevdeyiz yazılı büyük bir pankart asılıydı.

Hollanda’ya ilk gelen birinci kuşak göçmen Türkiyeli işçilerle ilgili araştırmamı yaparken bu fotoğrafı gördüğümde gözlerime inanamamıştım. Çünkü ilk nesilden Türkiyeli işçi kadınları şimdiye kadar hiç bilmediğim bir şekilde görüyordum. Fotoğraf beni çok etkiledi.

Fotoğraf bana 2. Dünya savaşında Almanlara karşı mücadele veren kadın direnişçilerini hatırlatmıştı.

1978’de Almelo’da bir tavuk fabrikasında çalışan Türkiyeli kadın göçmen işçiler, kötü çalışma koşullarına karşı greve çıktılar. Bu kadınlar haftada 60 saat çalışıyorlardı ve yaptıkları iş bedensel olarak dayanılmaz bir biçimde ağırdı. Kaynar sudan çıkan tavukların etlerini çıplak elleriyle kemiklerinden ayırıyorlardı. Çalışma saatleri çok uzundu, izin ve tatil günleri ise çok kısa. Ücretler ise çok çok düşüktü.

Hollanda’dan sınır dışı edilmek

Bu yıllarda Türkiyeli göçmen kadınların grev yapması çok rastlanılan bir durum değildi. Çünkü grev yapan göçmen işçiler Hollanda’yı terk etmek gibi çok ağır bir yaptırımla karşı karşıya bırakılıyorlardı. Dolayısıyla haklarını almak için ayağa kalkan bu kadınlar da çok ağır bir bedel ödemek zorunda kalabilirlerdi.

Ağır çalışma koşulları göz önünde bulundurulduğunda kadınların grevi göze almaları anlaşılabilir bir şeydi, ama onların en önemli sorunlarından biri de Hollanda dilini öğrenmede önlerine çıkarılan engellerdi. (**)

Sadece işverenin ödediği dil derslerine katılabiliyorlardı, bunun için de belli bir zaman ayırmaları gerekiyordu. Haftada 60 saat çalışan çoğu evli ve çocuklu olan kadınların akşam saatlerinde bir de kurslara katılması imkânsızdı.

Dil sorunu ekonomik ve sosyal hayata katılamayan bu kadınların özgürleşmelerinin önünde büyük engel oluşturuyordu. Sözleşmeye bağlı olarak çalışan kadın işçilerin ağır koşullar altında çalıştırılması sadece Almelo’da görülen bir şey değildi. Tarihçi Neslihan Doğan’ın Belçika’nın Gent şehrinde çalışan bir grup Türkiyeli göçmen kadın üzerine yaptığı bir araştırmada bu kadınların Hollanda’nın Zeeland şehrinde bir balık işleme ürünleri fabrikasında çalıştığını fark ediyor onlarla ilgili bir belge buluyordu.

Özgürleşme tarihinde yerleri olmalı

Bir aile hekimi yazdığı raporda; birkaç aydır Türkiyeli göçmen kadınların birbirine benzer şikayetlerle kendisine başvurduğunu anlatıyordu. Şikayetler akciğer problemleri, romatizmal şikayetler ve el ağrılarıydı. Birkaç kadınla konuştuktan sonra hekim bu kadınların hepsinin aynı fabrikada çalıştıklarını gördü. Ve kadınların hastalıkları doğrudan doğruya fabrikadaki çalışma koşullardan kaynaklanıyordu. Kadın işçiler çok soğuk bir yerde, soğuk suyun altında balıkları temizliyorlardı. Bu konu o zamanlar Belçika medyasında yer almıştı ama çok kısa sürede hasıraltı edildi.

Neslihan ve benim ait olduğumuz neslin bu kadınlar hakkında hiçbir fikri yok. Birinci kuşağın çarpıcı Türk-Hollandalı kadınını ders kitaplarında hiç görmedim. Ama neden olmasın? Neden hep sessizce evde kaldıklarını varsayıyoruz? Neden bu kadınların ülkemizin feminist ve özgürleşme tarihinde hala yeri yok?

* Yazar Türk- Hollandalı kadınlar diye bahsetmiş ama biz çeviride Türkiyeli göçmen kadınlar demeyi uygun gördük özellikle o tarih için.

** Taäl noch Teken- Werkgroep Buitenlandese Arbeiders (1979)

https://www.vice.com/nl/article/qjb85q/deze-turks-nederlandse-vrouwen-legden-eind-jaren-70-een-kippenfabriek

plat?fbclid=IwAR2T_cWy3QnkjpLk088XfnfPj4dAu8Wk87mMofFfkbgYvHUmMtMVw_iCHfI

Paylaş:

Benzer İçerikler

1983 Britanya’da büyük toplumsal çekişmelerin yaşandığı bir yıldı. Liverpool’da yüksek düzeyde sınıf mücadelesi yaşanıyordu ve kadın işçiler bu eylemlerde önemli rol oynuyorlardı.
1974’te kadınların sendika liderliğine yardımcı olmak ve TİS görüşmelerinde kadın sorunlarına daha fazla ağırlık vermek için kurulan ilk ulusal sendikal kadın örgütü İşçi Sendikası Kadın Koalisyonu’nun (CLUW) kurucularından olan Myra, bu konferansa başkanlık yaptı. CLUW’un ilk konferansına ülke çapında 82 işçi sendikası’ndan 3.000’den fazla kadın katıldı.
İrlandalı göçmen bir aileden gelen Josephine Casey, düşük ücretle sağlıksız koşullarda çalışan kadınları örgütleyerek sendika kurdu. Korse şirketinde çalışırken örgütlediği grev ise kazanımla sonuçlandı. O, aynı zamanda bir eşit oy hakkı savunucusuydu…
19 yaşında kibrit fabrikasında çalışmaya başladı. Arkadaşları ile birlikte bir kadın sendikası kurdu. Yeni sendikacılık hareketinin önünü açan kadınlardan biriydi.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!