“Güvenceli iş kapitalin aldatmacasıdır”

Trans kadın kimliği nedeniyle işsiz ve evsiz olan, dayanışma kampanyası başlatan şair Arzu Bulut, "Kapitalizm altında güvenceli iş yok" diyor; "Çünkü sistem kapital için var. Bu yüzden hem sigortalı hem de sigortasız çalıştırıldığım yerlerde birbiriyle akraba değersizleştirmeleri deneyimledim."
Paylaş:

“Kürt, trans, lezbiyen ve vegan bir şair-sanatçı olarak tüm canlılar için sömürüsüz bir yaşamı arzuluyorum;
bu dayanışma çağrımı, hayatıma engel olan evsizlik sorunumu giderebilmek, güvenli barınma
ve sağlık hakkıma erişebilmemi hızlandırmak için size ulaştırıyorum.”

Arzu Bulut, dayanışma kampanyasını bu sözlerle başlattı. Trans kadın kimliği nedeniyle kayıtlı ekonomide ve kendini güvende hissettiği bir iş bulamayan, maddi yetersizlikler nedeniyle de güvenli barınma koşullarına ulaşamayan Arzu çeperin de çeperinde. Kadınları yoksullaştıran, evsizleştiren, kayıtdışılığa iten, önceden belirlenmiş verili yaşam biçimlerine mecbur bırakan bu dönemde prekaryalaşmayı nasıl yaşadığını Arzu’ya sorduk. 

28 Mart’ta barınma ihtiyacın ve hormon replasman sürecin için dayanışma kampanyası başlattın. Ne kadar süredir evsizsin?

2022’nin 5 Şubat’ında aileme trans bir kadın olarak açıldım ve reddedildim. O süre zarfından bu yana evsizim. Reddedilişimden iki ay sonra o süreçte tanıştığım bir arkadaş grubunun evine taşındım ve bir yıl yaşadığım o evle de bir aidiyet bağı kuramadım; çünkü bu kaldığım evde manipülasyona, psikolojik şiddete, yeri geldiğinde fiziksel şiddete maruz kaldım. Bunların üzerine bu evden çıkma kararı aldım. 

Mahremiyetini ve kendi esenliğini gözetebileceğin bir evde yaşayamamanı, işsizlikten ayrı düşünemeyiz sanırım. Ne kadar süredir işsizsin?

Tabii ki kesinlikle; zira ekonomik koşullarımız hem işsizlik hem sömürü çarkında ağır işçilikle belirleniyor. Tabii benim evsiz kalmamın bir diğer belirleyeni de bizlere dayatılan işsizliktir. Bugün bir yerlerde çalışıyor ve alın terinin hakkını alıyor olabilseydim, bu derinleşen ekonomik krizde dahi evsiz kalmayabilirdim.

Bir de işsizlik ve ekonomik kriz ilişkisine dikkat çekmek istiyorum. Ekonomik kriz bizi daha fazla çalıştırmaya, kapital için üretimi artırmaya çalışan bir yapıdır. İşsizlik de bu ilişkide ekonomik krizin hem psikolojik yapısı hem de baskı yapısı gibidir. İlkin insanlar umutsuzlaşır, öfkeleri açlığa yenik düşebilir ve daha kötü koşullarda çalıştırılmaya zorlanabilir ya da bir umudumuz var işte, gümbür gümbür bir devrimi de örgütleyebiliriz. Ama ekonomik kriz öyle kaotik bir süreç ki koşullara uyum sağlamaktansa devrimci bir yol izleyip isyan etmek her zaman kolay olmayabiliyor. Ama biz zaten hep en zoru seçtik, devrim de öyle. Kapitalin krizi de kendisi içindir; zenginin daha zengin olması, yoksulun daha yoksul olması içindir. Dünyanın birçok krizine baktığımızda sonrasında kimlerin zengin olduğunu tahmin etmek çok zor değil.

Yaklaşık üç aydır işsizim, üç ay önce bir yerde çalışıyordum part-time ama çok çok küçük bir maaşa, o kadar ki bir yıldır parasızım diyebilirim. Derinleşen ekonomik krizle şirketin küçülmeye gittiğini düşünüyorken çok ağır bir mobbinge maruz bırakıldım. Bu çalıştığım yerde transfobiye maruz bırakılmadım hatta bu konu hakkında benimle de konuşuldu; fakat bunun karşılığının ileride daha fazla sömürü olduğunu gördüm. Zira trans olduğunuz için işveren de başka seçenekleriniz olmadığını biliyor ve sizi kendisine muhtaçmışsınız gibi görüyor.

“Üretim ilişkilerinden reddedildikleri için bir fabrika işçisi de bir lokanta işçisi de olamıyor translar. Eğer olmak isterseniz natrans taklidi yapmanız ya da queer varoluşunuzu gizlemeniz dayatılıyor.”

Natrans taklidi yapmanız dayatılıyor

(Arzu kadınların üstlendiği emek biçimlerini sürekli sınırlandıran, daraltan gerçekliği, içinde transfobiyi de taşıyan bir ağırlıkla yaşıyor. Yani ücretli işe erişiminin önünde dahi sürekli aşmak zorunda kaldığı engeller var.) 

İstihdama katılımda önüne nasıl engeller çıkarılıyor? İş bulma gayretlerinde nasıl bir sistem önüne seriliyor? 

Bu düzen tüm ötekiler aleyhine bir tezgâh olarak hep kurulu; fakat mevzu queer’lere, translara gelince, üretim ilişkilerinden reddedildikleri için bir fabrika işçisi de bir lokanta işçisi de olamıyor translar. Eğer olmak isterseniz natrans taklidi yapmanız ya da queer varoluşunuzu gizlemeniz dayatılıyor. Bu durum özellikle taşrada daha da ağırlaşıyor; çünkü oralarda queer görünürlük daha zor. 

Can alıcı bir noktaya değindin. Bu dayatma nasıl kendini gösteriyor? Yani, “trans kadın çalıştırmam” mı diyorlar? Üretime katılmak için natrans taklidi yapman gerektiğini, neredeyse kanıksanmış bir bilgi haline getiren şey ne? 

Evet, açıkçası trans veya queer olduğunuz için işe alınmadığınız direkt söyleniyor ve genellikle nemrut bir yüz ifadesine eşlik eden donuk bir sesle ve korkunç bir şeymişsiniz gibi atılan bakışlarla. Bizlere dayatılan natrans performansları, doğrudan patriyarka ile ilişkili ve sadece iş alanlarında değil; toplumun birçok alanında maalesef var. Mahallede natrans görünmenizi isterler; fabrikada da, takside de, bakkalda da… O yüzden bir transın bir bakkala ekmek almaya dahi gitmesi öyle sıradan bir şey değildir. Her gün adeta canımız pahasına sokağa çıkıyoruz.

Patriyarkanın ve kapitalizmin kendi normları ile belirlediği bir yaşamı soluyanlar, kendi gibi olmayandan çok korkar hale getirildiler. Patriyarkanın, aile ve toplumun kutsiyetleriyle örgütlediği toplum, maalesef bizi kendisine düşman görüyor ama biz patriyarkanın kurduğu bu nefret ilişkisini yıkacağız ve yerine doğduğumuzdan bugüne dek olan sınıf kavgamız içindeki yoldaşlığımızı koyacağız. Bu nefrete karşı toplumu queer arzumuz ile örgütleyeceğiz. Normun dışına itilenler, hor görülenler, bir garip “queer”ler normu alt üst eder. Tüm norm dışı varoluşların verdiği emeği hep hatırlatalım ve görelim. Ne yanlışız ne de yalnız, arzularımızın emekçileriyiz.

Son olarak evet; kapital üretim alanlarından, patriyarka da bizi toplumun diğer alanlarından dışlıyor; çünkü onlar da biliyorlar: Normun dışına itilenler sınırları ihlal eder, sınır ihlalcileridir ve normu da hep ihlal ederler ve bozarlar.

Sınıf savaşı kapital ile proletarya arasında var olduğu müddetçe, güvenceli bir iş alanı hiçbir zaman var olmayacaktır; ancak bu kavgada, sömürüsüz bir yaşam ve güvenceli bir iş tahayyülüne olan inanç, kapitale karşı devrim arzumuzu ıslak tutacaktır.

Güvenceli iş diye bir şey yok

(Arzu lafını hiç esirgemiyor; çünkü hayatı boyunca farklı emek hallerini görmüş, yaşamış. Ücretli emek deneyimleri, açıkça daha düşük ücretlere çalıştırılması, kadın işçi olarak içinde kıpırdanmaya başlayan öfke, ona bunları söylerken güç veriyor.) 

Çocuk işçi olduğundan da bahsetmiştin. Çocuk, kadın, queer, yani ‘öteki’ işçilerin çalışma hayatının en ezilen grupları olduğunu içeriden öğrenmiş birisin. O dönemde hak mücadelesinde yıldırılmamak için nasıl karşı taktikler benimsemiştin? 

Sanırım 11 ya da 12 yaşındaydım ve yaşadığım sanayi mahallesinde dayımın yanında çalışmaya başlamıştım. Orada çalıştığım süre zarfında daha çok “iş” denen şeyin çok sıkıcı olduğunu fark etmiştim ama dayımla olan arkadaş ilişkimiz beni rahatlatıyordu. Bir yıl sonra bir fabrikada çalışmaya başladım ve asıl sömürüyü orada gördüm. Hem emeğimizin karşılığını tam olarak almıyorduk hem de iş güvenliğinin zerre olmadığı devasa demir bükme makinelerinde fazladan çalıştırılıyorduk.

Tüm bunlar bende büyük bir öfkeye ve onun hazımsızlığına neden oldu. Hem bu duygularla hem de trans kız çocukluğumun görünürlüğünü ve arzusunu hayatta kalmak için gizleme çabasıyla yorulduğum ve tükendiğim bir noktada bana şiirler yazdırmaya başladı ve bu şiirleri sınıf kinimden, trans kız çocukluğumun tüm anlarından ve aşk ile kurdum. Böylelikle nefes almaya başlamışken 13 yaşında hayatımın en büyük taktiği olarak Kürt siyasi hareketinde örgütlendim.

Güvenceli iş de emeğin türlü hallerde değersizleştirilmesine hizmet edebiliyor. Şimdiye dek gerek güvenceli gerek güvencesiz çalışırken bu değersizleştirmeyi nasıl deneyimledin? 

İkisi arasında bir fark yok aslında; zira kapitalizm altında güvenceli iş yok. Çünkü sistem kapital için var. Bu yüzden hem sigortalı çalıştırıldığım yerlerde hem de sigortasız çalıştırıldığım yerlerde birbiriyle akraba değersizleştirmeleri deneyimledim. Örneğin bugüne kadar çalıştığım hiçbir yerde işçi sağlığı ve iş güvenliği yoktu, fazla çalıştırma vardı vb. Güvenceli iş, kapitalin bir aldatmacasıdır. Sınıf savaşı kapital ile proletarya arasında var olduğu müddetçe, güvenceli bir iş alanı hiçbir zaman var olmayacaktır; ancak bu kavgada, sömürüsüz bir yaşam ve güvenceli bir iş tahayyülüne olan inanç, kapitale karşı devrim arzumuzu ıslak tutacaktır.

Queer inat her yerde

(Emeğin üretime indirgenmiş halini reddediyor Arzu ve yalnızca üretim için taşıdığı anlamından sıyırmayı başarıyor. ‘Varoluş emeği’ diye tanımladığı bir mertebeye yükselterek ona hak ettiği değeri veriyor. Bunu şiir yazarak başarmış olması, “Şiir lüks değildir” diyen Audre Lorde’u bir kez daha haklı çıkarıyor. Bu nedenle şiirlerine, sanatına verdiği emeği de bizimle paylaşıyor.)

Seni şiirlerinle tanıdım ve arzuyu şiirine nakletme biçiminden hep etkilendim. Bu yüzden kişisel bir soru bu: Kültür sanat alanında köşekapmacılık olduğunu dile getiriyorsun. Sanatsal üretiminin karşılığını alabilmek ve alamamak sana nasıl hissettiriyor, bu deneyimlerinden biraz bahsedebilir misin?

Hiçbir toplumsal alanın, kolektif sanat kültür üretim alanlarının ötekiler ve queer’ler için açık alanlar olmadığını, mücadeleyle kazandığımız alanlar olduğunu biliyoruz. Özellikle edebiyatta maalesef bu köşekapmacılığı normatif cemiyet ilişkileri içinde görüyoruz. O cemiyetin bir parçası ve normatif yaşantısı içinde değilseniz, şiirleriniz de öyküleriniz de dergilerden geri çevrilir ve görünür olmanız zorlaşır kamuoyunda. Ama günümüzde internetin sağladığı imkânlar ile çeşitli bloglarda, sosyal medyada, online alanlarda varlığımızla daha görünür olabildik. Sanatta ise queer’lerin inatçı varlığı, son zamanlarda büyük, önemli sergilerde çoğunlukla queer sanatçıların eserlerini görmemizi sağladı. Kültür sanat alanında çeşitli online veya basılı mecralarda queer sanatçılar ve eserleri epeyce konuşuldu ve konuşulmaya da devam edecek. Tabii bu kavgayı, bu mücadeleyi vermek zorunda kalmak kötü hissettiriyor; ama verdiğimiz varlık mücadelesinde bir kazanım olarak bu noktaya geldik. 

“Bir transın nerede olduğu çok önemli değil; bulunduğu yerde örgütlü edaları bile tesirler yaratabilir ve bu tesirler evet, bir devrimin dahi başlangıcını örgütleyebilir.”

Burada bahsettiğin queer inat, tüm diğer sektörlere nasıl taşınabilir? Bu da başlı başına bir devrim olur muydu?

Queer inadın yahut arzusunun sızmadığı bir yer olduğunu düşünmüyorum; bu yüzden var olduğu yerlerde ışıl ışıl parlaması ve tesirler yaratması için bütün bu karanlığın içinde; cesaretimizde, korkumuzda, arzumuzda ve gelecek tahayyülümüzde de ısrar etmek çok önemli diye düşünüyorum. Kısacası bir transın nerede olduğu çok önemli değil; bulunduğu yerde örgütlü edaları bile tesirler yaratabilir ve bu tesirler evet, bir devrimin dahi başlangıcını örgütleyebilir. İnat bu yüzden sadece bir şeyde ısrar etmek değildir. Birimiz bunu bakışlarımızla yaparız; birimiz sözümüzle, bazılarımız daha başka, bambaşka şekilde inat edebilirler; zira biz norm dışına itilenleriz, haliyle inadımız da norm dışıdır.

Kalıcı, müdahale edici bir dayanışma ağı

Bu kampanyanın yalnızca maddi destek çağrısından ibaret olmadığını söyledin. Kampanyayı başlatırken nasıl bir umudun vardı? Bu umudu ve bu umudun neye hizmet edebileceğini tarif eder misin?

Evet, bu kampanya bir maddi destek çağrısından çok daha fazlası benim için. Zira patriyarka ve kapitalizmin bizi maruz bıraktığı karanlığın içinde “küçük kara ışıklar” gibi ışıldamamızı, birbirimizi bulmamızı, birbirimizi örgütlememizi, arzulu ve devrimci tutmamızı sağlayan en kıymetli eylemlerimizdendir dayanışmak. Umudum, bu yapısal sorunların içinde, bu yapısal sorunlara karşı hayatta kalma mücadelemizi güçlendirecek güçlü bir dayanışma örgütlenmesinin oluşması ve bu dayanışma örgütlenmesinin kalıcı, müdahale edici bir dayanışma-iletişim ağına dönüşmesidir.

Fotoğraf: Arzu Bulut

Paylaş:

Benzer İçerikler

Kınıklı domates üreticileri geçtiğimiz günlerde domatesteki düşük alım fiyatlarını protesto için eylem yaptı. Domates üreticisi Selma ile sorunlarını konuştuk. Önceleri tütün ekiyorlarmış. Devlet tütünü bitirdikten sonra domatese yönelmişler. Bu yıl ondan da geçim yok, “Fiyatı çok düşük, domatı ne alan var ne satan” diyor.
Her kadının yaşamı, bir mücadele hikayesidir aynı zamanda. 14 yaşından beri kayısı fabrikasında hep sigortasız çalışan Emine’nin de öyle. Malatya’da hayatın “akışına” karşı çıkıp dayakçı kocadan boşandı. Çocuklarıyla birlikte konteyner kentte kendine yeni bir hayat inşa ediyor.
Kendine özgü muhalif duruşu var Bahise’nin. Çevresindeki insanlar hayatına dair bir kitap yazmasını çok istedi. “Yıllar boyunca herkes benim hikayemi kaleme almam önerisinde bulundu” diyor. Ne var ki yazmadı. Katılmadığı eylem neredeyse yok. 1 Mayıs 1977 katliamında yaralandı. Devasa meydanı dolduran insanların arasında yer alan Bahise anlattı.
Henüz 19 yaşında olan Güneş’le görünmezlik kılıfı altında “sıradan”laştırılan çocuk işçiliğini, ücretsiz aile işçiliğini, çocuk istismarını, baba şiddetini, yetimhanede yaşamayı, düşük ücretle çalışmayı ve direnmeyi konuştuk.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!