Saniye Evren saniyeevrensolum@gmail.com
Vakıf üniversitelerinin sayısı devlet üniversitelerine yaklaşırken, hocalara idari personele ödenen ücretler hızla düştü. Son zamlardan etkilenen çalışanların ücreti artmadı. Hatta pandemide kesildi. Evrak, hizmet işlerinin ve angaryanın kadınlara yüklendiği, çocuk bakımı olanaklarının olmadığı üniversitelerde, yöneticilik görevlerine erkekler getiriliyor. Cinsiyetçi uygulamalar ayyuka çıkarken, sendikalaşma neredeyse yok…
Neoliberalizm devletin kamusal anlamda sorumluluk alanlarından özelleştirmeler aracılığıyla kurtulduğu bir ekonomik sistemdir. Sağlıktan eğitime her alanda neoliberal fırtınaların esmeye başlaması tüm dünyada 1980’li yıllarda başlar… Türkiye’de de özellikle 90’lı yıllarla birlikte çok yaygın bir şekilde uygulanmaya başlanan bu politikalar yüzünden bugün “güvencesizlik” olgusunun kendisi bir istihdam biçimi olarak hayatlarımızı etkisi altına almıştır. Neoliberalizmin sonuna gelindiği yönündeki iktisadi değerlendirmelerle birlikte bugün hala çok etkin bir şekilde uygulanan bu politikaların eğitim alanındaki sonuçlarından biri de, bildiğimiz sayılarının ötesindeki varlıklarıyla vakıf üniversiteleridir. Türkiye’de toplamda 209 üniversite vardır. 131 devlet üniversitesi (11 teknik üniversite, 2 güzel sanatlar üniversitesi ve 1 yüksek teknoloji enstitüsünün yanı sıra Polis Akademisi ve Milli Savunma Üniversitesi) ve 78 vakıf üniversitesi bulunmaktadır. Üniversitelerin haricinde 5 meslek yüksekokulu mevcuttur. (“Türkiye’deki Üniversiteler Listesi”, 2021)
Biz bu yazıda özellikle son yıllarda sayıları çok fazla artan vakıf üniversitelerinde akademik ve idari personel olarak çalışan kadınların sorunlarını çalışma koşulları üzerinden anlamaya çalıştık.
Çalışma yaşamı, hangi sektörde olursak olalım, hangi görevde çalışırsak çalışalım biz kadınlar için mücadele edilmesi gereken eşitsizlikler ve zorluklar barındırıyor. Bunlardan birisi de vakıf üniversitelerinde kadın öğretim üyelerinin ve idari personellerin yaşadıkları. Bu sorunlara daha yakın bakmak, duyurmak ve çeşitli öneriler oluşturabilmek maksadıyla çeşitli üniversitelerde, çeşitli görevlerde çalışan kadınlarla yaptığımız söyleşinin sonuçlarını sizlerle paylaşıyorum.
Vakıf Üniversitelerinde Kadınların Çalışma Koşulları?
Vakıf Üniversitelerinde çalışan öğretim üyeleri devlete göre neredeyse iki kat daha fazla ders veriyor. Öğretim üyelerinin aynı zamanda evrak ve idari iş yükleri de oldukça fazla. Neredeyse hiçbirinde bölüm sekreteri yoktur. Araştırma görevlileri ve bölüm hocaları bu işi yapmak zorunda kalıyorlar. Bölümde araştırma görevlisinin olmaması da çok sık yaşanan bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla bölümün idari işlerini öğretim üyeleri yürütmek durumunda kalıyorlar. Ders saatlerinin fazlalığı ise akademik personelin yetersizliğini gösteriyor.
Öğrenci danışmanlıkları, ikinci öğretim dersleri, sınav ve derslere hazırlıklar ve senato ya da müdürlüğün istediği evrak işleri de eklenince oldukça yorucu bir süreç içerisinde olduklarını paylaşıyorlar. Her gün okulda olmak zorunluluğu ise çok yoğun mesai saatlerinin olduğunun göstergesi. Çalışırken kendilerine ait bir odanın olmaması, birden fazla kişiyle, bu bazen dörde kadar çıkıyor, aynı odada çalışılması verimi düşürebiliyor. Angarya sayılabilecek birçok ek iş yapmak zorunda kalınması da yine oldukça yorucu bir ortamda çalışmamıza yol açıyor diyorlar. İkinci öğretim derslerinin ücreti ödenmiyor, izin hakkı da verilmiyor. Verilen emeğin karşılığını bu anlamda alamama durumu ise klasik bir hak gaspı. Devlet Üniversitelerinden farklı olarak ders saatlerinin ve ek görevlerin çok daha fazla olmasına rağmen alınan maaşlarında daha düşük olması da bir ayrımcılık yaratıyor. Vakıf üniversitelerinde çalışma saatlerinin devlet üniversitelerinden daha fazla olması ve bunun maddi bir karşılığının olmaması önemli olumsuzluklardan biri.
Vakıf Üniversitelerinde çalışma koşulları idari personeller için de çok zor. Çalışma saatleri uzun, angarya çok ve ücretlerde adaletsizlikler yaşanıyor. Mobbing, mütevelli heyet ve patronların baskısı, ücret düşüklüğü ve geçim zorlukları ile cinsiyet ayrımcılıkları ise en çok yaşadıkları sorunlar.
Elbette bu yoğun çalışma koşulları içerisinde kendilerine zaman ayırmakta çok zorlanıyorlar. Dinlenmeye, akademik çalışmaların sürdürülmesine, sosyalleşmeye zaman kalmıyor. Gün erken başlıyor akşam geç saatte evde olunabiliyor. Kadınlar eve geldikleri saatte ev işlerine de zaman yaratmak zorunda kalıyorlar.
Genellikle iki veya üç haftada bir arkadaşlarla dışarıda buluşup sohbet etme ya da doğa yürüyüşü gibi aktivitelere katılma olanağı yakalanabiliyor. Kısacası dersler ve idari işler sadece mesai saatlerini değil, akşam saatlerini ya da hafta sonunu da alıp götürüyor diyorlar.
İdari bölümde çalışan bir kadın çalışan bir gününün nasıl yaşandığını şöyle anlatıyor: “Sekiz saatlik uyku uyuyabilirsem geri kalan üç saatte de yemek ve temizlik yaparak geçiyor kendime gün içerisinde vakit ayıramıyorum. Hafta sonları da haftanın yorgunluğunu atabilmek için biraz uyku, ardından zorunlu ihtiyaçları karşılama ve temizlik olduğundan kendime vakit ayıramıyorum”. Yine Erasmus ve Uluslararası ofis bölümünde çalışan bir arkadaş çalıştığı bölüm için “belirli dönemlerde özellikle kayıt dönemlerinde aşırı yoğunluk olur. Bu sebepten yemeğe bile gidemediğimiz zamanlar olmuştu” diyor.
Hayat pahalılığı karşısında neler yaşıyorlar, ne yapıyorlar?
Yasa Vakıf Üniversiteleri ile Devlet Üniversiteleri arasında ücret farkı olamaz dediği halde türlü stratejilerle Vakıf Üniversitesi patronları eşitsizliği sürdürüyorlar. En çok da zamları geriden takip ederek ücret ayrımcılığını gerçekleştiriyorlar. Bununla ilgili olarak bir akademisyen şunları bizimle paylaşıyor. “Birçok vakıf üniversitesinde sözleşme tarihi 1 Eylül olarak geçiyor. Dolayısıyla sene başında gerçekleşen memur zamları ya da asgari ücret artışlarından herhangi birine göre maaş düzenlemesi yapılmıyor. YÖK’ün 17 Nisan 2020 de aldığı karar doğrultusunda vakıf üniversite maaşlarının devletteki eş değer kadrolar ile eşitlenmesi gerekliliğine rağmen net maaş üzerinden böyle bir eşitlenme aradan geçen 1.5 yıla rağmen yapılmadı. Ücretler mütevelli heyet başkanı öngörüsüne göre belirlenmekte.”
Bölümler arasında da zam yapılırken ayrımcı uygulamalarla karşılaşıldığını öğreniyoruz. Ellerinde tutmak istedikleri hocaların bölümlerine daha çok zam yapıyorlar. Burada aynı zamanda sürdürülebilirliği engellediği için bazı bilimlerin bölümleri cezalandırılmış oluyor. Kitaplarımızı zor alıyoruz. Bununla birlikte ek ödemeleri kaldırdılar. Geçinemediğimiz için ek iş yapmaya yönelmek istiyoruz, diyorlar. Zamlar ve hayat pahalılığı karşısında maaşlarında bir düzenleme olmadığını söylüyorlar. Bir başka üniversitede çalışan akademisyen ise geçim zorluğu karşısındaki stratejilerini şöyle açıklıyor: “Toplumun büyük çoğunluğuna göre daha iyi durumdayım, çünkü evli değilim ve masrafım daha az. Ama daha önce rahatlıkla alabildiğim şeyleri artık alamıyorum, elektrik ve doğalgazda kısıtlamaya gitmek durumunda kalıyorum. Alım gücümün oldukça düştüğünü fark ediyorum. Arkadaşlarımla bir yere gidip rahatça oturup bir şeyler yiyip içemiyoruz, hep bir bütçe hesaplaması yapmak zorundayım. Ücretler aldığımız maaş üzerinden belli bir yüzdeye göre yapılıyor. Herkese farklı bir ücret politikası var ve aldığın ücreti açıklamak işten atılma gerekçesi. Kim ne kadar alıyor, ben düşük mü alıyorum örneğin bunları bilmiyorum. Henüz asgari ücrete göre bir düzenleme yapılmadı, iki ay önce 2 yılda ilk kez zam yapılmıştı. O nedenle yapacaklarını da sanmıyorum.”
Borçluluk artıyor, kredi kartları kapatılamıyor. Yoksulluk akademide de giderek bu şekilde derinleşiyor. Uygulanan ücret politikalarını, geçim koşullarını ve bu konudaki eşitsizlikleri gidermek için yaptığı girişimlerini şöyle anlatıyor: “Sözleşme döneminde herkes tek tek personel işleriyle görüşür ve aslında zaten belli olan şartları onaylar ya da onaylamaz ve işten ayrılmak zorunda kalır. Herhangi bir ücret görüşmesi yapmak söz konusu değil, ücretlerin neye göre belirlendiği ile ilgili bir açıklama da hiç yapılmadı şimdiye kadar. Aynı işi yapan, aynı bölümde çalışan insanlar arasında bile çok büyük ücret eşitsizlikleri var. Asgari ücret belirlendikten sonra düzenleme yapılmadığı gibi geçtiğimiz yıllarda devletteki akademisyenlerle vakıf üniversitelerindeki akademisyenlerin maaşlarının eşitlenmesi yönünde çıkarılan kanun da uygulanmadı. Ben bunu personel işlerine sorduğumda, “bakalım YÖK bir şey diyene kadar böyle” gibi bir cevap aldım. Yani vakıf üniversiteleri herhangi bir yasa, düzenleme takmıyor. Denetleme ve yaptırım olmadığı müddetçe de bu yasadışı uygulamalarına devam edecekler. Üstelik bunlar vakıf üniversitesi, Türkiye’de özel üniversite yok. Yani devletten birçok konuda destek alıyorlar, aslında devleti de dolandırmış oluyorlar! Benim kazandığım maaş ancak hayatta kalmaya yetiyor fakat mesleğimin gerektirdiği şekilde kitap almam, dergi abonelikleri, konferansa katılım gibi şeyler mümkün değil.”
Bir başka üniversitede idari personel olan bir kadın çalışan geçim zorluğu karşısındaki öfkesini şöyle dile getiriyor: “Ne yazık ki geçinemiyoruz. Dayatılan “şükür” bilincinden çıkıp bir kahve içmek istesek ya da sosyalleşmek istesek kırk kere düşünmek zorunda kalıyoruz. Vay halimize. Ülkede zam gelmeyen tek şey malum; maaşlarımız!”
Yine idari görevde çalışan bir kadın çalışan: “Ayın sonunu zor getiriyorum. Üç parça malzeme dünyanın parası. Bir yere gidip oturup yemek yiyemiyorum, balık restoranına yıllardır gitmedim, keza ocak başı aynı şekilde, çünkü ona ayırabilecek bir bütçem yok. Üç senedir tatile gitmiyorum. Ücret belirleme politikası nasıl uygulanıyor bilmiyorum. Yani mantığını anlayamadım. Çünkü iki yabancı dilim, yüksek lisansım olmasına rağmen ben 3 bin 250 TL maaş alırken, lise mezunu idari işler görevlisi 4000 lira maaşla işe girmişti ki iş yapmıyordu. Asgari ücretin belirlenmesiyle herkes aynı ücreti almaya başladı. Çalıştığım üniversitede Doktora mezunu da ilkokul mezunu da 4 bin 250 alıyor.”
Hayat pahalılığı ve zamlar karşısında şimdiye kadar ki en zor dönemi geçirdiklerini ve gelen üç kuruş zammında enflasyonun altında kaldığını paylaşıyorlar.
Angarya gerektiren işler kadınlarda
Cinsiyet ayrımcı uygulamalardan akademi elbette muaf değil! Özellikle yönetici pozisyonlarına yükselememe ve angarya gerektiren işlerin kadınların üzerine yıkılması biçiminde gerçekleşen ayrımcılıklar söz konusu. Ayrımcılığı yaratanlar inkar etse de akademiye özgü bir cinsiyet temelli ayrımcılığın geliştiğini söyleyebiliriz.
Cinsiyetçilik ilk başta dilde karşımıza çıkıyor. Bir akademisyen defalarca uyarmasına rağmen Rektör’ün kadın akademisyenlere hanım, erkeklere ise hocam diye hitap ettiğini paylaşıyor. Ayrıca iş başvurularında çocuk yapmayı düşünüyor musunuz sorusuyla da sık sık karşılaşıldığını söylüyor.
Ücret eşitsizliği ile ilgili ise genellikle ya yok ya da maaşları konuşmak yasak ve konuşmak işten çıkarmak gerekçesi onun için bilemiyoruz cevaplarını aldık. Bununla birlikte ücretler genellikle aynı ancak erkeklerin yükselmesi ya da sonradan ek ücrete tabi olabilecek görevlerin onlara verilmesi daha belirgin olarak yaşanıyor. Bu durumun nedenini yöneticilerin erkek olması ile açıklıyorlar. Bir başka akademisyen arkadaşımız yaşadığı ayrımcılıkları ise şöyle anlatıyor: “Ücret farklılıkları daha çok bölümlere göre değişiyor ama akademide cinsiyet eşitsizliğini görebileceğimiz çok durum var. İdari işler, külfet olarak görülen görevler daha çok kadınlara verilirken, yönetici pozisyonu erkeklere layık görülüyor. Ben dokuz yıldır, farklı üniversitelerde daha hiç kadın bir rektörle çalışmadım mesela, dekan sayısı da bir o kadar az. En basitinden, ilk araştırma görevlisi olduğum günlerden örnek verebilirim. Bölüm tarafından düzenlenen doğum günleri olurdu, katılım bir nevi zorunlu. Pastayı hazırlama, kesme, servis etme ve dahi sonrasındaki toparlanma özellikle de kadın araştırma görevlilerinin üstüne yıkılırdı, orda olmayı bile istememenize rağmen. Yine aynı bölümde aynı kadroda çalıştığınız bir erkek akademisyen olsa bile bölümdeki idari işler, evrak işleri yine bölümdeki kadın hocaya yıkılmaya çalışılıyor, ben de bunu yaşadım.”
Çocuğu olanlara kreş ya da para yardımında bulunulmaması da kadınların gördüğü bir ayrımcılık.
Liyakata dayalı atamanın yapıldığı ve bunların denetlenebildiği üniversiteler çok nadir. Buralarda kadınların kadroları engelleniyor. Özellikle yaşlı erkek profesörlerin gerontokrasi uyguladıkları, idari kadro akademik kadro fark etmeksizin her anlamda kadınların önünü kesmek istediklerini duyuyoruz. “Tacize uğruyoruz, zorbalığa uğruyoruz şikayet edince yalan söylemekle suçlanıyoruz.” diyorlar.
Üst yönetim kademelerinde erkek hakimiyeti söz konusu. Yine idari görevde çalışan bir kadın arkadaş “Erkek mesai arkadaşlarımız genellikle müdür, koordinatör gibi mevkilerde çalıştırıldıklarından aynı maaşı almıyoruz, kadınlar yüksek mevkilere değer görülmüyor. Örneğin meslekte benden yeni ve genç olan bir erkek mesai arkadaşım lisans mezunu olmasına rağmen müdür oldu maaşı yüksekti, oysa onun yerine müdür olabilecek kadınlar vardı ki doktora yapıyorlardı.” şeklinde verdiği örnekle cinsiyet eşitsizliğini nasıl yaşadığını anlatıyor.
İşçi sağlığı Ve Güvenliği
Vakıf Üniversitelerinde İSİG konusu YÖK’ün belirlediği ve denetlenmeyen önlemlerle sınırlı kalmış durumda. İşyeri hekimlerinin sınırlı yönlendirmeleri ve göstermelik eğitimler dışında bir uygulama söz konusu değil. Binaların plaza olması sebebiyle yeterli havalandırmanın olmaması en bilindik sorunlardan. Covid-19 salgını kapsamında da başlangıçta online eğitime geçilmesi ve Sağlık Bakanlığı yönergelerinin uygulanması dışında gerçekçi bir önlem alınmadığını öğreniyoruz. Bu konuda “Ne iş sağlığı ve güvenliği ne de salgın için hiç önlem alınmadı. Yalandan bir-iki yere dezenfektan koyuldu, yazılar asıldı, afişler asıldı o kadar, kısaca YÖK ne istediyse göstermelik yapıldı. İş sağlığı ve güvenliği de aynı şekilde, denetime yakın göstermelik bir şeyler yapılıyor o kadar” denildi.
Covid-19 Salgını Bahane Edilerek Haklar Eritildi!
Covid-19 Salgını ile birlikte özellikle ilk aylarda pek çok hak kaybı yaşandı. Genellikle maaşlardan, yıllık izinlerden ve SGK primlerinden kesintiler yapıldı. Kısa çalışmaya geçen de oldu, geçmeyen de oldu. Zamlar gecikti. Evden çalışmaya geçildiğinde belirsiz çalışma saatleriyle karşı karşıya kalındı ve mesai saatleri genişletilmiş oldu.
Evden çalışmayı bir akademisyen şöyle anlatıyor: “ Gece yarılarına kadar dahi çalıştık, her istedikleri anda toplantılar yapıldı, işler verildi. Sürekli bilgisayara bağlı yaşamak zorunda kaldım. O nedenle gözlerimde ki bozukluk ilerledi, bel ağrılarım başladı. Evden çalıştığım için öğlen yemeği, çalışma saatlerindeki elektrik, ısınma gibi okula ait olan tüm masrafları ben ödedim. Okula döndüğümüzde, üç ay maaşımızı kesmişlerdi, ama döndüğümüzde yeni inşa edilmiş kampüs binalarıyla karşılaştık. Yani ekonomik zorluk diye bizden kısa çalışma ödeneği adı altında kesinti yapıldı ama yeni bina yapmaya gelince para bulundu. Ayrıca kadınlar evden çalışmaya geçtiği için sadece işle ilgili alanlara değil evde diğer işlerle daha fazla ilgilenmek durumunda kaldılar. Bunun dışında özellikle kadın hocalarımızda çocuk sahibi olanlar için okulların da salgın sebebiyle kapalı olmasından dolayı çok daha fazla yoğunluk yaşadıklarından bahsettiler.” Bir başka sonuç ise “Uzaktan eğitimde kendi malzemelerimizi kullandığımız için tabii ki bilgisayarım da bu yükü kaldıramayıp bozuldu, internet sıkıntısı, ders yapacak alan oluşturma gibi sıkıntılar da oldu.”
Örgütlenme Olanakları ve Olanaksızlıkları
Vakıf Üniversiteleri her türlü örgütlenme ve hak arayışı konusunda teyakkuzda ama bunun somut bir formu genelde yok. Birlik, sendika, dayanışma ağı gibi örgütlenme olan yerler ya çok sınırlı ya da hiç yok. Bunun sebepleri ise genellikle güvencesiz çalışma koşullarında işten çıkarılma tehdidi. Çalışanların birbirine karşı duyduğu güvensizlikler ile sendikalara duyulan önyargılar da söz konusu. Ayrıca vakıf olduğu için ticari bir anlayışla çalışanların haklarından çok öğrencilerin “müşterilerin” memnuniyeti ön planda tutuluyor. Kıdemli, deneyimli akademisyenler ise pek bir şeye karışmıyor, sorumluluk almıyor, tecrübe aktarımı yapmıyor. Konuştuğumuz çalışanların hepsi örgütlenmenin öneminden gereğinden ve öneminden bahsediyor.
Bu konuda bir akademisyen şunları söylüyor. “Vakıf üniversitelerinde sendikal örgütlenme konusu oldukça eskiye dayanıyor ama son yıllarda akademide yaşanan yıkım nedeniyle geri plana itilmişti. Yani sendikal örgütlenmeye kafa yoran insanlar ya akademiden uzaklaştırıldı ya haklarında davalar açıldı ve uğraşmak gereken çok daha acil meseleler ortaya çıktı. Şimdi son günlerde yeniden vakıflarda sendika meselesi gündeme geldi. Vakıf üniversitesi çalışanları Eğitim-Sen’e üye olamıyor fakat bu değiştirilebilir bir durum gibi görünüyor. Hatta ilk adım da atıldı ve devamı da gelecek diye umuyorum. Yine de vakıf üniversitelerinden örgütlenme deneyimi eksikliği, böyle bir tecrübe olmaması durumu işleri zorlaştırıyor. Şu anda benim çalıştığım yerde böyle bir örgütlenme girişimi başlamadı ama başladığında alacağımız karşılık muhtemelen işten çıkarılmak olacaktır, göreceğiz.”
Sonuç olarak;
Kadınların akademide devasa sorunları var. Cinsiyet ayrımcılıklarına, haklarının gasp edilmesine, ücret eşitsizliklerine, geçim zorluklarına, evlerdeki iş yüküne, tacize, patron/ mütevelli baskısına, örgütlenme sorunlarına itirazları var. Bu zorlu ve meşakkatli yolda mücadele ve dayanışmayla…
Kaynakça
(8.09.2021). Türkiye’deki Üniversitelerin Listesi. Erişim Adresi: https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye%27deki_%C3%BCniversiteler_listesi