türk sinemasının 1960 sonrası döneminde dört star kadın oyuncu vardı; türkan şoray, fatma girik, hülya koçyiğit ve filiz akın. oyunculukları konusunda bir şey demek zor, o dönem çekilen filmlerin önemli bir kısmı masal gerçekçiliğinde. eğer iyi oyunculuk inandırıcı bir karakter canlandırmaksa, bu zaten neredeyse imkânsız.
ama konumuz başka. şu inkâr edilemez; dördü de çok güzel kadınlardı. zaten oyuncu olabilmelerinin en önemli sebebi buydu. hepsinin fiziği birbirlerinden farklıdır, tek benzer noktaları var, burunları. estetik cerrahi imkânlarının sınırlı olduğu zamanlardı ama bir cerrahın –sanırım atilla oymak’ın- eli dördünün de burnunu şekillendirmişti. şanslılardı çünkü onlara armağan edilen burun yüzlerine göre küçük, saçma biçimde kalkık falan değildi, biz de şanslıydık çünkü uzun yıllar boyunca bu ülkede kadın güzelliği onların çehreleri ve bedenleri üzerinden şekillendi. tutup o küçük kalkık hollywood burunları yapılmış olsaydı onlara, hiçbirimiz burnumuzu beğenmeyecektik.
onların bir şansı daha var; bugün olsa estetikçiler, hayli dolgun dudakları olan türkan şoray dışındaki üç kadının ağızlarını rahat bırakmaz, illa şişirirdi.
gerçi ağızlarının rahat bırakıldığı da doğru değil. 1970’lerde bir dişçi, dişlekliği moda etti. son derece karakterli, hafif kemerli burnunu elletmeyen nükhet duru dahi o furyada dişlerini değiştirtti.
derken iş aldı başını yürüdü
plastik cerrahi sonraki yıllarda çok gelişti. ama görünüşe bakılırsa bu gelişme süreci, özellikle yüksek geliri olan kadınların üzerinde deneme-yanılma şeklinde oldu. 2000’li yıllarda, birçok manken ve şarkıcının ve sanırım istanbul nişantaşı sakinlerinin, dolgun dudaklara sahip olmak üzere çıktıkları yola, üst dudaklarının olması gereken yerde, bir tür gelişmemiş gagayla devam ettiklerini hatırlarsınız. çok karmaşık anlatmış olabilirim, resmen üstüne para ödeyerek, ördeğe benzetilmişlerdi.
ama işte fotoğraflarda, videolarda görünen her şey önce normalleşiyor sonra da güzel sayılıyor. allahtan bu işler çoğunluğun ulaşabileceği fiyatlara gelene kadar, dolgu zanaatkârları da ustalaştı.
yine de bugün, dudakları, burnun altına denk gelen, v şeklindeki çıkıntı ortadan kalkacak kadar doldurulmuş kadınlar görüyoruz ve buna gözümüz alıştı! oysa bundan yirmi yıl önce böyle bir ağız, sahibinin yumruk yemiş olduğunu düşündürürdü. bugünün sivri çeneleri on yıl önce ve on yıl sonra kim bilir nasıl görülecek.
moda, her zaman neyin güzel olduğuna dair algımızı etkiler, belli saç stilleri, makyaj biçimleri belli dönemlerde yaygınlaşır ve birkaç yıl sonra tuhaf gelecek olsa bile güzel sayılır. 1970’lerin aslan başı kesimini düşünün.
ama bugünkü tek tipleşme bundan biraz daha farklı. çünkü müdahaleler kalıcı.
geçmişte ancak yüksek gelir sahipleri için ulaşılabilir olan işlemler git gide ucuzluyor. hatta enflasyon süreklilik kazandıkça, instagram’da dev indirimler sunuluyor bize. mesela: tüm yüz botoks+dudak dolgusu kısa bir süre için… tl. o üç noktanın yerinde bazen gerçekten şaşırtıcı bir miktar oluyor; ortalama bir kuaförde kesim-boya’ya ödenebilecek bir miktar!
böylece, bunlar o kadar yaygınlaştı ki, artık sadece dolgulu dudak güzel sayılır oldu! bakın, dolgun dudak demiyorum, dolgulu dudak!
ama bu süreç tersine de işliyor. pandemi döneminde kuaförlerin kapanmasıyla birçok kadın saçlarını boyatamadı. bunların bir kısmı pandemiden sonra da saçlarını boyatmaktan vazgeçti. artık git gide daha fazla, gümüş renkli saç görüyoruz her yaştan kadında. (saçların ağarması, yaştan çok genetikle ilgili, ileri yaşlarda tek tük beyazı olanlar da var, çok genç yaşta saçı beyazlayanlar da.) ve bu artık gözümüze de güzel görünüyor.
peki kontüre ne buyrulur
siz de toplu taşımada falan, burnunun iki kanadında yukarıdan aşağıya uzanan iki kahverengi çizgi bulunan kadınlar görüyorsunuzdur. belli ki makyaj niyetine yapılmış. bilmeyenler için yazayım, burun kontürü onun adı.
internetin ve sosyal medyanın yayılmasıyla birlikte birçok şey internetten öğrenilir oldu; bunların arasında makyaj da var. ama ekrandaki görüntü, gerçek hayatta değişik açılardan görünen, gülümseyen, yüzünü asan, gözlerini kısan bir insanınkinden farklı. yüzünüzü bir tablo gibi boyayamazsınız. iki kenarındaki “kortür” fotoğrafta burnunuzun ince görünmesini sağlar ama sadece fotoğrafta! benzer bir şey çeşitli müdahaleler için de geçerli, sonuç belli açıdan iyi durabilir ama canlı bir insanda hiç öyle görünmeyebilir.
resimdeki hayal
ne makyaj ne bakım ne bu türden işlemler mucize sunuyor. mucize bekleyecek şekilde abartıldığında daha genç, daha güzel görünülmüyor, botoks yaptırmış bir kadın gibi, dolgu yaptırmış bir kadın gibi, burnunu yaptırmış bir insan gibi (insan diyorum çünkü burun işine erkekler de en az kadınlar kadar meraklı) gibi görünülüyor.
ama esas mesele şu bence.
evet, erkekler de geçtiğimiz onyıllara göre bedenleri ve çehreleriyle daha fazla ilgili, bunun bir eşitleşme alanı ve kadın özgürlük hareketinin başarılarından olduğunu düşünüyorum. çünkü geçmişte sadece görüntüsüyle ilgili meslekler yapan erkekler bununla ilgilenirken bugün, daha fazla erkek, kendisinin DE beğenilmesi gerektiğini biliyor.
ama beğenilebilirlik çok fazla sayıda kadın için hayati bir konu, adeta ölüm kalım meselesi. bunun sebebini kadınlar hemencecik anlar da, erkek okurlarımızın da olabileceğini varsayarak yazayım. çünkü kadınların kabul görmesinin birincil şartı cazibe; bu geçmişte sadece eşleşmeye dair alanlarda yani flört, sevgili, koca bulma anlamında önemliydi, artık iş hayatında, siyasette, olağan sosyalleşmelerde de geçerli. erkeklerin bu konudaki talep alanı genişledi, çevrelerinde hep güzel kadınlar görmek istiyorlar!
meselenin erkeklerle ilgisini gösteren bir diğer örnek, anoreksiya, blumiya gibi yeme bozukluklarının eşcinsel ve biseksüel erkeklerde heteroseksüel erkeklerden çok daha fazla görülmesi!
ya hep ya hiç mi?
insanın özbakım yapmasında, bedensel varlığından memnun olmaya çalışmasında, buna zaman, para ayırmasında bir sorun yok bence. süslenmenin yakışıksız olduğu fikri biraz da dinsel hurafelerden beslenen bir yargı. ama bir tablo gibi, bir fotoğraf gibi görünme arzusu, yaşlanmakla, olağan fiziksel özelliklerimizle barışmamak ve dayatılanı benimsemek sorun. çünkü öyle mutlu olmak mümkün değil.
ayrıca güzellik endüstrisinin üstümüze boca ettiği reklamların bizi bazı temel bilgilere yabancılaştırmasına da izin vermemek gerek. örneğin; cilt kanserinin en önemli sebebi olan güneş ışınları aynı zamanda cildin yaşlanmasının temel sebebi, güneşten korunmak çok önemli ve sosyal devlet olsa, güneş kreminin ücretsiz dağıtılması gerekir. eklem sorunları için kullanılan takviyeleri ödemeyen devlete söylenecek laf değil, biliyorum.
aslında anlattıklarımın da söylenecek laf olmadığını biliyorum. birinin dudağın ince, ötekinin gıdısı var, bir başkasının göbeği… hep bir eksiklik hissi, aklımızın bir köşesini kurcalıyor. bazen başka dertler o kadar büyük oluyor ki bunları takacak hali kalmıyor insanın. bazen de insan kendisini öyle tamamlanmış hissediyor, öyle mutlu oluyor ki, bunları hiç takmıyor. hepimiz için onu dilerim.
Fotoğraf: Cumhuriyet