İlknur Böyükata, Yelkenci Tekstil’de iki yıldır çalışıyor, Gülşah Eroğlu’nun ise fabrikada bir yılı yeni doldu. İki kadın da bu işyerinde işçi olarak haklarının peşinden gittiler, sendikaya üye oldular. Ancak Öz İplik-İş’e katılmalarıyla birden “istenmeyen eleman” haline geldiler. Üyeliklerinden bu yana iki ay dolmuştu ki, patron “işi yavaşlatıyorsunuz” dedi ve üç işçiye çıkarıldığını tebliğ etti. İlknur ve Gülşah’la birlikte aynı bölümden bir erkek arkadaşlarının da işine son verilmişti. Üç emekçi de bu haksızlığa karşı “ayrılmıyoruz buradan” sözleriyle yanıt verdiler ve fabrika önü direnişi başladı. İstanbul Silivri’de faaliyet gösteren Yelkenci Tekstil, yaklaşık 40 yıl önce kurulmuş, 16 yıldır da Silivri’de faaliyet gösteriyor. Çalışanların, Öz İplik-İş’in çatısı altına girerek örgütlenmeye karar vermesiyle fabrikada başlayan hareketlilik dikkat çekti. Baskılar aldı başını gitti. Burası erkek takım elbisesi ve yelek dikiyor. Pek çok uluslararası marka için giyim üretiliyor. İlknur ve Gülşah o kadar çok hak ihlaline tanık olmuşlar ki bu çatı altında. Hepsini Kadın İşçi’yle paylaştılar.
‘Moralimizi etkileyen çok şey oldu’
27 yaşındaki İlknur’a söylenen “üretimi yavaşlattığı” gerekçesi kesinlikle doğru değildi. Bütün işçiler gibi o da doludizgin çalışıyordu daha doğrusu çalıştırılıyordu. Uzun çalışma süreleri ve kalmak zorunda oldukları mesailer cabasıydı. İlknur, sürekli yapılan bölüm değişikliklerine de dikkat çekiyor maruz kaldığı koşulları paylaşırken; “Rızamız olmadan yapılan bu değişiklikler bizleri çok zorluyordu” diyor. Bu çerçevede birçok anekdot aktarıyor; “Üretkenliğimizi ve işteki moralimizi etkileyen çok şey oldu. Sendikaya üyeliği engelleme konusunda kadın işçilere daha fazla baskı yaptılar. Biz Öz İplik-İş Sendikası’na geçerken sorunlarımızın çözüleceğine çok inandık. Hala da inancımız tam. Üye olmamızla işten çıkarılmamız bir oldu”.
‘Uzun mesaide arkadaşlarımız düşüp bayılıyordu’
Geçmişi Mardin’e kadar uzanıyor İlknur’un. Bu şehirden Silivri’ye göç etmişler. Tekstil işçisi olarak karşılaştığı güçlükler sadece paylaştıklarıyla sınırlı değil. Fabrikada “az elemanla çok iş yapma” sistemine özellikle değiniyor genç kadın; “Bir işçi birden fazla bölümde çalışıyor. Bu moral olarak bize çok olumsuz yansıyor. Aşırı yorgunluğun dışında psikolojik olarak da etkileniyoruz. Uzun mesai sonrası halsiz düşüp bayılan arkadaşlarımız dahi oluyordu. Hatta bir defasında bayılan arkadaşımıza ayran getirmek istediğimizde onu bile parayla verdiler bize! Böyle bir iş yükü sırtımızdayken iş kalitemiz de düşüyor”.
Asla duymak istemedikleri o çirkin sözler
Yaşadıkları haksızlıklara, hukuksuzluklara karşı bir şeyler yapmak için çok çabalamışlar. Anlatıyor; “Çevredeki fabrikalardan farklı sendikalara üye başka işçilerle konuştuk. Değiştirmek istediğimiz o kadar şey vardı ki. Örneğin mesai ücretlerimizi elden alıyoruz. Sendikalaşmadan sonra bu ortadan kalkacaktı. Ve primlerimiz gerçek çalışmamıza göre yatacaktı.” Bir de o duydukları çirkin hitaplar… Tanık oldukları aşağılayıcı dil! Diyor ki; “Özellikle de bir kadının duymaması gereken, duyduğunda çok rahatsız edici içerikte konuşmalara o kadar maruz oluyoruz ki. Nezaket ve incelikten uzak. Size tam anlatamayacağım gerçekten. Çalışırken şef ve ustalardan duyduğumuz çok kaba kelimeler çalışma gücümüzü kırıyordu!”.
Kreş var ama çocukları erken çıkartıyorlar
Burası kreşi olan bir fabrika ama uygulamada mağduriyet söz konusu. Anlatıyor İlknur; “Kreş akşam 18.00’de kapanıyor. Biz ise 19:15’te çıkıyoruz. Çocuklarımız bu kalan zamanda kreşten alınıp, uygun ve güvenli olmayan bir ortamda bekletiliyor. Olmaması gereken bu tuhaflığı defalarca söylediklerini ifade ederek, şuna değiniyor; “Küçücük çocukların güvenliği söz konusu. Onları fabrika içinde bir köşeye koymuşlar, orada bizim mesai bitimimize kadar bekletiyorlar. Başlarındaki görevli bakıcı kadınlar paydos ettiği için ne durumda olduklarını bilmiyoruz. Aklımız hep onlardaydı. Bizi bekledikleri dakikalarda neler oluyor diye düşünmekten yüreğimiz ağzımıza geliyordu. Bir sorumlu olmadığı için başlarına her şey gelebilirdi”.
‘O parlayan kıyafetlerin arkasındaki güçlükler’
Gece mesaisi tak diye önlerine geliyordu. Cuma akşamı tezgahtan ayrılıp, toplanıp giderken şef önlerine çıkıyordu. “Bu akşam gitmiyorsunuz, mesai var” diyordu. “Sormadan emrivaki dayattıklarında gücümüz o kadar kötü etkileniyordu ki. ‘Olmaz’ diyerek itiraz ettiğimizde, ‘pazartesi işe gelme o zaman’ diye tehdit ediyorlardı. İzin günümüz, dinlenip kendimize geleceğimiz saatler onların eline geçiyordu. Mecburen kalıyorduk. Yorgunluktan iş kazası geçireceğiz diye o kadar korkuyorduk ki”. Yelkenci Tekstil’de çok tanınmış markaların yanı sıra, bazı sanatçılar için de kıyafetler üretildiğini söylüyor işçi; “Bunların ne kadara satıldığını tahmin edebilirsiniz. O parlayan giysilerin arkasında nasıl güçlükler olduğunu sadece biz biliyoruz!” Araştırdığımızda uçan fiyatlara gözümüz takılıyor. Yelkenci Tekstil’in ürettiği “Sartoria” marka erkek takım elbisesi lüks mağazalarda 49 Bin liraya satılıyor. Yani bir “Sartoria” marka takım elbise, iki işçinin maaşı kadarken, (hatta daha fazlayken) tuvalete kağıt koymuyorlar mesela. Çay bardağını emekçiye parayla satıyorlar! Hepsi emeğe büyük bir küfür adeta!
‘Desteğin bu kadar büyük olacağını tahmin etmemiştik’
Eylemleri 27 Kasım’dan bu yana sürüyor. Her gün çevre fabrikalardan işçilerin ziyaretlerinden dolayı moral kazandıklarından söz ediyor. Yoldan geçenlerin bir iyi sözü, bir “haklısınız” ifadesi onları mutlu ediyor. “Desteğin, diğer işçilerin ilgisinin bu kadar büyük olacağını hiç tahmin etmemiştik” diyor İlknur. İçerde halen çalışan arkadaşlarından gelenler var. Öğle paydoslarında, çay aralarında hep yanlarındalar. Bu arada yaşanan bir konuşmayı aktarmak istiyor: “İçerden mesai arkadaşlarımız yanımıza gelince, arkalarından şef de çıkıyor. Tam eylem yerinde karşımızda durup, cebinden kalem ve kağıt çıkartıyor. Her arkadaşın tek tek yüzüne bakıp not kağıdına bir şeyler karalıyor. ‘Sizleri belledim! gibi. Bunlar da mobingin her çeşidi var”. Dışarda böyleyken içerde neler oluyor peki? İlknur yanıt veriyor; “Şefler zaten sendikaya üye olanlarla ilgili müdürlerden gerekli talimatları almış. Yanımıza gelip desteğini gösteren arkadaşlarımızın çalıştıkları kısımlara gidip, bakışlarıyla onları taciz ediyorlar. Sürekli hata arıyorlar. Bizi ziyarete gelenler makinalarının başına dönünce, kenara çekip tehdit içerikli konuşuyorlar”. Çekinip gelemeyenler de varmış. “Ama telefonumuz hiç susmuyor. Onlar da cepten arıyor moral için” diyor İlknur ve ekliyor; “Bize ‘gelemedik ama merak etmeyin, sizinleyiz, yanınızdayız’ gibi temennilerini iletmeleri o kadar iyi geliyor ki”.
Tuvalette kağıt yok
25 yaşındaki Gülşah da rahatsızlanınca izin alıp hastaneye gidilmesi gereken zamanlardaki engellerden söz ediyor; “Çok arkadaşımız dönem dönem farklı sağlık sorunları yaşıyor. Bir doktora gidip ilaç dahi yazdıramıyoruz. Durumun ciddiyetine göre paydostan sonra paramızla alıyoruz”. Gülşah “tuvalet kağıdı tasarrufu”na değiniyor; “Biz hijyen konusunda çok büyük sıkıntı yaşıyoruz. Tuvalet ve lavabolarda tuvalet kâğıdı hiç bulunmuyor. Elimizi kurulayacak bir havlu ya da peçete maalesef yok. Bunları da hep çantamızda bulundurmak durumunda kalıyoruz”. Her gün kocaman bir poşetle buraya geliyoruz, içinde kağıt rulolarının bulunduğu. Tuvalet kağıdını işe kendi getiren başka fabrika sanırım ki yoktur. Başka harcamalarımız da var. Bizlerin çay içtiği bardağı da parayla satıyorlar. Biz zaten makine başında dakikalı, süreli olan yoğun iş yapıyoruz. Belirli aralıklarda molalarımız oluyor. Bir çayla dinlenmek bile bizden esirgeniyor”.
Ücret farklılıkları
Değişmesini istedikleri o kadar çok sıkıntı var ki. Ücret dengesizliği örneğin. “Kadın ve erkek işçiler arasında da genel olarak ücret farklılıkları olabiliyor mu?” sorusuna öfkeyle yanıt veriyor iki işçi de. Bu en çok dert yandıkları noktalardan biri; Şöyle bir açıklamada bulunuyor Gülşah; “Eşit ücret yok ve bunu da ‘bölümlere göre alıyorsunuz’ diyerek gerekçelendirmişler. Bir de kadın ya da erkek fark etmeden ücret senin kim olduğuna göre değişiyor. Şeflere ve vardiya amirine yakın olan işçilerin ücret farkının olduğu, fabrikada çok konuşulan bir durum. Diğer yandan ödenen paralar da eksik. Örneğin 19 bin maaşımız varsa bunun 17 binini bankaya yatıyordu. Kalan iki bin’i elden veriyorlardı”.
‘Haksız yere beş kuruşsuz işimizden ettiler‘
İşçilere yaşatılanlar mahkemeye de yansıdı. Öz İplik-İş sendikası işten çıkarmada başvurulan usulsüzlüklere yönelik dava açtı. Bu dosya halen devam ediyor. Hak ihlali yaşayıp da mahkemeye intikal eden başka vakalardan da söz ediyor Gülşah; “İşini çok iyi yapan bir kadın çalışan arkadaşımız zam istedi diye işten uzaklaştırıldı. Sonra tekrar çağırıldı ve çıkışı verildi. Tazminatı önemli derecede eksik yattı ve dava açmak için çabaladı. Ödeyeceği avukatlık ücreti talep ettiği para kadardı. Böyle olunca maalesef dava açamadı. Yine bir başka arkadaşımız elden para verildiğiyle ilgili şikayette bulundu. Biz Öz İplik-İş’e üye olduktan sonra sendikamız da bütün bunlarla ve burada uğradığımız diğer hak ihlalleriyle ilgili dava açtı. Bakanlığın gerekenleri yapmasını istiyoruz. Alın terimizi ve emeğimizi bu kadar değersizleştiren patrona karşı artık yeter. Haksız yere beş kuruşsuz işimizden edildik ama bundan sonra susmayacağız”.