Muğla’nın Deştin köyüne, çimento endüstrisi pençesini geçirmiş durumda. Üretime hazırlık faaliyetleri doğal alanları yok ediyor. Köy kadınları ve çiftçiler bunun mücadelesini veriyor. Çimentocuların ilk girişimi değil bu. Uzunca bir süredir gözleri bu topraklarda. Köyün insanı o kadar bilinçli ki. Her seferinde doğayı katletmek üzere uzanan bu elleri geri püskürtmüşler. Bu günlerde çimento şirketi yeniden hareketlenmiş. Kazıcılar, yükleyiciler ve devasa damperler çevrede kol geziyor. Kurumun sözcüleri, fabrika için “Ruhsat aldık” şeklinde bir açıklama yapmış köylülere. Deştinliler bunu duyar duymaz sokağa fırlamış.
Eylemlerde dikkat çeken nokta, kadınların en önde yer alması. Ve konuşmalarında, “Ölüm de olsa bunun sonunda, vazgeçmeyeceğiz” şeklinde sert ifadeler kullanmaları…
‘Toprak Ana’yla yaşayabiliyoruz’
Yatağan ilçesinde yer alan köyün kadınlarından Raziye Özdemir ile görüşüyoruz. Burada doğup büyümüş, 50 yaşında. Herkesin toprağa bağlı olduğunu anlatıyor. Ekip biçiyorlar. Domates, soğan, patlıcan, bakla, bamya ve fasulye gibi tüm sebzeleri yetiştiriyorlar. Diyor ki; “Deştin fasulyesi adında özel bir fasulyemiz var. Tüm Muğla bunu bilir. Köyümüzde özel olarak yetişiyor.”
Dokuz yıldır sürüyormuş çimentoculara karşı mücadele. Şöyle ifadeler kullanıyor: “Biz kaderimize boyun eğmedik. Geçimimizi tarım yoluyla güvence altına alan insanlarız. Toprak Ana’yla yaşayabiliyoruz. Bize ihtiyacımız olan her şeyi o sağlıyor. Onu korumamız ve gelecek nesillere zarar görmeden aktarmamız gerekiyor.”
Otlakları zehirleyecekler
Üretim çok yönlü burada. Sadece tarım değil, besi hayvancılığı uğraşları da var. Arıcılık da yapıyorlar. “Koyunlarımızın, keçilerimizin otladığı yerleri de zehirleyecek bu adamlar. Tüm canlılarımızı yok edecekler” diyor kaygıyla. En son tüm köylü önünde durmuş Deştin’e gelen şirket ekibinin.
Olayı ayrıca mahkemeye de taşımışlar. Kireçtaşı ocaklarının başlamasını sürekli geciktiren hukuk kararları aldırıyorlar. Sonuçta başarıyorlar. Yedi yıldır herhangi bir faaliyetleri yokken her şey birden değişiyor. Geçtiğimiz günlerde, kocaman damperlerle köyde yeniden boy gösteriyorlar. Raziye, tüm yöre halkının “kireçtaşı madenciliğinin” vereceği zararların farkında olduğunu anlatıyor; “Bütün yeşilimizi kurutacak” diyor. Zeytin ağaçlarının, tarlalarda ektikleri patlıcanın, domatesin çimentodan daha değerli olduğunu vurguluyor hep:
“Suyumuz ve dağlarımız çimentocular yüzünden yok olacak. Ama biz çevremizi zehirletmeyeceğiz.”
‘Emir var’ dediler
Kızılderili bilgesi gibi konuşuyor sürekli. “Doğamız kirlenecek” gibi ifadelerle doğadan adeta çocuğu gibi bahseden Raziye, yeni duyumları da paylaşıyor:
“Sularımızı da almak istiyorlarmış. Bizim burada Deştin çayımız var. O çayı kendi yönlerine çevireceklermiş. Kim verir suyunu?”
Ancak devam eden tartışmaya rağmen devlet, çimento fabrikası kurulmasına çoktan izin vermiş. Sözde parasal olarak çok büyük bir yatırım yapmışlar. Deştin sakini, “Oraya büyük tırlar yaklaştı. Bize sürekli ‘Emir var’ demeye başladılar. Biz de bütün komşularımızla toplandık, onların arabalarının önünde durduk, iş yaptırmadık. Jandarma ‘Çekilin’ deyip, sürekli bizi itekledi” diyerek yaşananları aktarıyor.
‘Bu toz altında ne yaşar ki’
Sözü edilen çimento alanı, Yatağan’ın Deştin köyü ile Menteşe ilçesine bağlı Bayır köyü arasında. Aslında 20 köyü etkileyecek dev bir çimento fabrikası kurulması planlanıyor. Tabii çevreyi bitirerek… Raziye, bütün köy kadınları gibi çok kararlı konuşuyor:
“Biz toprağa, suya, havaya bağlıyız. Bizi engellemek için sürekli, ‘Fabrika hükümetinmiş’ diyorlar. 7 bin dönüm arazimizi ‘Fidan dikeceğiz’ diye kandırıp satın aldılar. Çimento tozu altında ne yaşar ki… Soğan 40 lira oldu. Kimsenin bir şey satın alacak durumu yok. Biz soğanı, domatesi pazardan mı alacağız tarlalarımız varken?”
‘Oğlanlar okudu, bizi göndermediler’
Çocukluğunu soruyoruz. Beş kardeşlermiş; üç kız, iki oğlan. O zaman da sebze ve her çeşit besini ekerlermiş ama daha çok tütün yetiştirmişler. Evdeki ayrımcılığa değiniyor:
“Tütün ekip satıyorduk. Koyun, keçi güdüyorduk.. Bizde ‘Oğlanlar okusun, kız okusa ne olur ki‘ derlerdi hep. Keşke okusaydım. Mühendis bile olurdum ben, gönderselerdi mektebe. Erkek kardeşim tahsil yaptı, beden öğretmeni oldu.”
Bu içinde kalan ukdeyle, iki çocuğunu da okutmaya söz vermiş kendine. Kızını üniversiteye yollamış. Sözü Yatağan Termik Santrali’ne getiriyor:
“Doğamızı vermek, zehirlenmek istemiyoruz. Yatağan Termik Santrali zaten sağlığımızı bozuyor. O kadar kanser vakası var ki köyde. Herkes ‘Termik santraldendir’ diyor. Şimdi de başımıza çimento derdini getirdiler.”
Destek görüyorlar
24 yaşındaki kızının adı Burcu. Oğlu ise lisede okuyormuş. Bu kez kızına soruyoruz görüşlerini, şu yanıtları alıyoruz:
“Köylerimiz şu an kendi kendini idare edebilen yerleşim yerleri. Ama çimento fabrikasıyla bütün bu olanakları ellerinden alınacak. Burada öncelikli olarak kadınlar savaşım veriyor. Sesimizi daha çok duyurmaya ve mücadelemizi güçlendirmeye çalışıyoruz. Aynı zamanda herkese neden çimentoculara karşı çıktığımızı anlatıyoruz. Burada doğmuş büyümüş, sonra öğretmen olup atanmış gitmiş eğitimciler tarafından büyük destek görüyoruz.”
Burcu annesinin büyük desteğiyle Mersin’de üniversitede okumuş. Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü’nde eğitim görmüş.
Zeytincilik yasasına aykırı
“Deştin Çevre Platformu” adı altında bir grup kurulmuş köyde. Platform üyeleri de nöbet tutuyorlarmış belirlenen eylem alanında. Burcu sözü zeytinciliğe getiriyor ve Deştin’de bir milyon dolayında zeytin ağacı olduğu bilgisini aktarıyor:
“En değerli olan varlıklarımızdan biri zeytin, biri de zeytinyağı. Sadece yemek için değil, her derde deva yağımız. Mide rahatsızlıklarına, kansere ve cilt hastalıklarına karşı da insanlarımız kullanıyor. Her sene zeytincilikte verim alan bir köyüz. Bu doğamızı bitirecek olan şirket, değişik isimlerle tekrar kurulup geliyor buraya. Fabrikanın ilk ismi Adoçim’di. Yabancı ortakları vardı. Sonra isim değişikliği yaptılar. ‘Kent Beton’ olarak devam etmeye başladılar.
İhraç etmek amacıyla burada üretilmek isteniyor çimento. ÇED raporunu da hazırlayıp Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na imzalatmışlar, ‘Üretim uygundur’ diye! Fakat rapordaki tüm maddeler zeytincilik yasasına aykırı. Zeytincilik, arıcılık, tarım, hayvancılık ve insan sağlığına karşı kabul edilebilir gerçek bilgiler değil*.”
Keçi de otlatıyorlar, kilim de dokuyorlar
“Deştin çayı özgür akacak” sloganı her eyleme hâkim. Köydeki kadın emeğine özellikle dikkat çekiyor genç kadın:
“Akarsuyumuz köyün şu an ihtiyacını karşılıyor ve bu kadar çok bitki çeşitliliğini bize sağlıyor. Beslediğimiz koyun, keçi gibi hayvanlar bu suyun beslediği otlaklarda otluyor. Süt, yoğurt, peynir ve tereyağı gibi ürünlerin hepsini kadınlar yapıyorlar.
Köyümüzde kadınlar ipek böceği yetiştirip halı dokuyorlarmış geçmişte. Koyun yününden yorganlar yapmışlar. Evlerin çoğunda kök boyasıyla renklendirilmiş iplerle dokunmuş kilimler var. Geçmişten günümüze de bunları özenle saklamış kadınlar. Nesilden nesile aktarılmasını sağlamışlar. Hâlâ evlerde kullanılıyor.”
‘Mal mülk bir yana, tohum bir yana’
Burcu, kadınların köyde hayatlarını yetiştirmeye, üretmeye adadığını özellikle belirtiyor ve ekliyor:
“İşte bu yüzden köylerini vermek istemiyorlar. İlk günden beri eylemlerde başrolü üstleniyorlar. Şu an sürdürdüğümüz şey, en başta yaşam mücadelesi. Suyumuz, havamız ve toprağımız bizim için her şey. Kadınlar hayatları boyunca üretmeye odaklı bir yaşam sürmüşler. Şimdi de öyle. Onlar için para, mal mülk bir yana, bir tohum bir yana! Yani herkesin o çok değerli gördüğü şeyler, bizim buranın kadınları için yaşamın bir parçası sadece. Ama ilmek ilmek işledikleri topraklarından, yetiştirdikleri bitkilerinden daha değerli bir şeyleri yok. Bu onlara geçmişten kalmış bir miras. Bize de bırakmak istedikleri bu mirası korumak, sürdürmek istiyorlar. Canlarını, zamanlarını, her şeylerini ortaya koyuyorlar! Öyle güçlüler ki. Bir arada daha da güçlü oluyorlar.
Dediğim gibi, hayata geldikleri andan itibaren kadınlara öğretilen şey şu: Üret, daha çok üret. Emek ver, daha çok güç kullan. Köylü kadınlar doğaya ayak uydurup, onun dengesini bozmadan sağlıklı bir yaşam sürüyorlar. ‘Tüm varlığımız bu zenginlik ve kıymetini bilmek boynumuzun borcu’ diyorlar.”
Ev işleri için eylem molası
Çimentoculuk sonucu, su kaynakları yok olacak. Yöre halkının içtiği, hayvanlarını beslemek ve tarlalarını sulamak için kullandığı su, geri dönülmez bir şekilde kirlenecek. Burcu, tüm yaşamları boyunca yeşil döngüye göre hareket eden köy halkının şimdi yeşil-mavi olmadan bir yaşam sürdüremeyeceğini anımsatıyor. Günlerce nöbet tutup, evlerine gidip, hayvanlarını yemleyip, evin işlerini ve yemeğini yapıp tekrar eylem yerine geri döndüklerini söylüyor kadınların. Verilen mesaj şu:
Onlar asla vazgeçmeyecek Toprak Ana’yı savunmaktan!
*1939 yılında çıkarılan, “Zeytincilik Kanunu” olarak bilinen ve hâlâ yürürlükte olan 3573 sayılı yasa.